Eğitim dünyasında takvimler 2025-2026’yı gösteriyor. Bu, okullarda yeni bir dönemin, yani yeni bir eğitim-öğretim yılının başladığını haber veriyor.

Okula yeni başlayacak çocuklar oldukça heyecanlı. Aileler sevinçli…

Tatil nedeniyle Anadolu’nun köy ve kasabalarında bulunan tatilciler evlerine döndü. Şehirlerde trafik yoğunlaştı.

İlk ders zili pazartesi günü çalacak…

Eskiden bu dönemler, eğitim yılının başlamasıyla, okul koridorlarında yankılanan o metalik zil sesiyle özdeşleşirdi.

Sabahın ilk dersi için çalan o keskin ses, teneffüsün müjdecisi, ardından paydosun habercisiydi.

O zil sesi sadece dersin başladığını ya da bittiğini söylemez; bir disiplini, bir düzeni, bir ritmi de anlatırdı. Oysa şimdi okulların çoğunda o sesi duymak mümkün değil. Zillerin yerini daha yumuşak, daha modern, kimi zaman da yabancı bir fon müziği aldı.

Bu değişim sadece bir sesten ibaret değil; eğitim dünyasının geçirdiği büyük dönüşümün küçük bir yansıması aslında.

Siyah önlüklerimizin yerini önce mavi önlükler, sonra serbest kıyafetler aldı. Tahta sıralar, plastik masa-sıra gruplarına dönüştü. Kara tahtalarımız tebeşir tozundan arınıp yerini interaktif ve renkli akıllı tahtalara bıraktı.

Kitaplarımız dijitalleşti, defterlerimizin yerine klavyelerimizle notlar aldık.

Ancak değişen sadece materyaller değil; en çok da ilişkiler oldu. Öğretmen-öğrenci ilişkisi, artık sadece bilgiyi aktaran ve alan bir dinamik olmaktan çıktı.

Eskiden öğretmen, saygı duyulan, otoritesi sarsılmaz bir figürken; bugün daha çok bir rehber, bir mentor konumunda. Hele ilkokul seviyesinde bu durum daha da belirginleşti.

Bugünün öğretmeni sadece öğrencisine değil, aynı zamanda veliye de “öğretmenlik” yapmak durumunda kalabiliyor. Âdeta “ödevi kim yapacak?” sorusu, veli ile öğrenci arasında bir paslaşmaya dönüşebiliyor.

Peki, bu değişimin yönü nereye? Gelecek bizi nereye taşıyor?

Eğitimin geleceği kuşkusuz teknolojinin daha da merkezinde olacak. Yapay zekâ, sanal gerçeklik ve robotik teknolojiler öğrenme deneyimini kökten değiştirecek. Dersler kişiselleşecek, her öğrencinin öğrenme hızına ve stiline göre içerikler sunulacak.

Belki de bir gün öğretmenlerimiz yapay zekâ destekli asistanlarla birlikte çalışacak.

Bilgiye ulaşmak bu kadar kolayken, eğitimin asıl amacı bilgiyi ezberlemekten ziyade onu yorumlamak, eleştirel düşünmek ve yaratıcı çözümler üretmek olacak.

Yine de teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, eğitimin özü hep aynı kalacak. Bir çocuğun gözlerindeki merakı fark eden bir öğretmen, bir öğrencinin zorlandığı konuyu sabırla anlatan bir rehber… Bunlar, hiçbir fon müziğinin ya da akıllı tahtanın yerini tutamayacak değerler.

Belki de gelecekte yine bir zil sesi duyacağız; ama bu kez nostaljiden değil, geleceğin sesinden yankılanan.

Her ne kadar teknoloji bizi geleceğe taşısa da geçmişin o sade, o insancıl dokunuşlarını unutmamalıyız.

Çünkü eğitimin en güçlü temeli ne teknoloji ne de materyaldir; önce insan olmaktır.