Bir önceki yazımızda değindiğimiz gibi, trafikteki yeni düzenlemeler ve yaptırımlar, can ve mal emniyetimiz için hayati bir önem taşıyor.
Dur ihtarına uymayan, alkollü araç kullanan, emniyet şeridini ihlal eden sürücülere uygulanan cezaların gerekliliği konusunda kamuoyunda geniş bir mutabakat olduğu açık.
Çünkü trafik kuralları, keyfî tercihler değil, hepimizin ortak güvenliğini sağlayan vazgeçilmez bir toplumsal sözleşmenin maddeleridir.
Ancak değerli okurlarımızın da haklı olarak dile getirdiği gibi, sorun sadece bu büyük ihlallerle sınırlı değil.
Yolları âdeta yarış pistine çeviren, trafiğin akışını tehlikeye atacak şekilde zikzak çizen, makas atan, "drift" denilen akıl almaz manevralarla ölüme davetiye çıkaranlar... Gece gündüz demeden müzik sesini sonuna kadar açıp çevreyi rahatsız edenler... Ve ne yazık ki en çok karşılaşılan; yaya yollarını, bu yollarının bağlantılarını, engelli rampalarını, park yasağı levhalarını hiçe sayarak araçlarını bencilce terk edenler... Bu "küçük" ama yaygın ihlaller de trafikteki huzuru ve güvenliği dinamitleyen unsurlardır.
Yaptırım Şart, Ticaret Yanlış
Kural ihlali yapan herkesin bir yaptırımla karşılaşması elzemdir. Zira cezasızlık, kaosu besler.
İşte bu noktada, bir süredir gündemde olan ve okurlarımızın da isabetli bir şekilde işaret ettiği bir husus, yani trafik denetleme sistemlerinin (EDS/TEDES) özel firmalar tarafından işletilmesi meselesi, sistemi tartışmaya açan diğer bir sorundur.
Elbette teknoloji, denetimi kolaylaştırmak ve insan hatasını en aza indirmek (minimize etmek yerine daha akıcı) için kullanılmalıdır.
Elektronik Denetleme Sistemleri (EDS), kural ihlallerini objektif olarak tespit etme potansiyeli taşır. Bu sistemlerin kurulması, bakımı ve sağlıklı işletilmesi gerekir.
Ancak özel şirketlere devredilmesi ve bu özel firmalar tarafından işletilmesi durumunda, bir gelir kapısı, bir "ticari işletme" olarak görülmesi, amacın sapmasına yol açabileceği unutulmamalıdır.
Önce Güvenlik mi, Gelir mi?
Trafik denetiminin asıl amacı, halkın can ve mal güvenliğini sağlamak, kaza riskini azaltmak ve trafik akışını düzenlemektir. Bu, devredilemez bir kamusal sorumluluktur. Özel bir şirketin temel motivasyonu ise doğası gereği kâr maksimizasyonudur.
Bu iki amaç arasındaki çatışma, ne yazık ki sahaya yansımaktadır:
1- Hukuki Meşruiyet Sorunu:
Cezanın kesilmesi, devletin kamu gücü ve otoritesiyle yerine getirilmesi gereken bir işlemdir.
Bu yetkinin, kâr odaklı özel şirketlerin teknik altyapısı üzerinden dolaylı yoldan kullanılması, hem etik hem de hukuki meşruiyet açısından tartışmalıdır.
Vatandaşın, denetimi yapan mekanizmanın adil ve tarafsız olduğuna dair güveni sarsılır.
2- "Tuzak" İddiaları ve Güven Kaybı:
Sistemin ticari kaygılarla işletilmesi, denetim noktalarının trafik güvenliğini artırmaktan çok, kolayca ceza kesilebilecek yerlere (örneğin hız limitinin aniden düştüğü kritik olmayan noktalar) kurulduğu iddialarını güçlendirir.
Bu durum, halkın gözünde denetimi bir güvenlik tedbirinden ziyade, yanlış anlaşılmasın, bir "ceza tuzağı" mekanizması olarak algılanmasına neden olur.
3- Önleyici Değil, Cezalandırıcı Odak:
Kâr hedefi, sistemi önleyici tedbirler (bilgilendirme, eğitim, uyarı) yerine, mümkün olduğunca çok ihlal tespiti yapmaya iter.
Oysa kamusal bir trafik sistemi, ceza keserek gelir elde etmeyi değil, kurallara uyumu teşvik ederek kazaları önlemeyi hedeflemelidir.
Tartışmasız çözümün yolu: Denetimin tamamen kamusal yönetimin sorumluluğu altında yürütülmesidir.
Trafik kurallarına uymayanlara elbette caydırıcı cezalar kesilmelidir.
Drift yapan, makas atan, trafiği tehlikeye sokan, yaya hakkını gasp eden herkes en ağır yaptırımlarla karşılaşmalıdır. Ancak bu yaptırım sistemi, şeffaf, adil ve tamamen kamu idaresinin kontrolünde olmalıdır.
Önerilerimiz ise şunlardır:
1- Özel Şirket Devri Sonlandırılmalı:
EDS/TEDES sistemlerinin işletimi ve teknik altyapı yönetimi tamamen Emniyet Genel Müdürlüğü ve ilgili belediyeler gibi kamusal kurumlara devredilmelidir.
Sistemlerin kurulumu için gerekirse bir kamu iktisadi teşebbüsü (KİT) kurulabilir veya mevcut kurumların teknik kapasitesi güçlendirilebilir.
2- Gelirler Güvenlik İçin Kullanılmalı:
Kesilen trafik cezalarından elde edilen gelir, doğrudan devlet bütçesine aktarılmalı ve sadece trafik güvenliğini artıracak projelere (yol bakımı, sinyalizasyon, yaya güvenliği, sürücü eğitimleri) harcanmalıdır. Bu, şeffaflığı ve kamu faydasını artırır.
3- Eğitim ve Önleme Odaklı Denetim:
Sistem, mümkün olan her yerde sürücüyü önceden uyarıcı (örneğin, "Hız Limitine Yaklaşıyorsunuz" gibi) ve caydırıcı mekanizmalarla desteklenmelidir.
Denetim noktaları, kaza yoğunluğuna ve güvenlik ihtiyacına göre belirlenmeli, bu kriterler şeffaflıkla paylaşılmalıdır.
Unutmayalım ki, trafik canavarı sadece hız yapan ya da alkollü araç kullanan değildir. O, aynı zamanda yol hakkını gasp eden, çevresine saygı duymayan, bencilce davranan her sürücünün içindeki potansiyel tehlikedir.
Bu tehlikeyle mücadele, ticari bir kazanç kapısı değil, devletin en temel varlık nedeni olan kamusal güvenlik ve adalet sorumluluğudur.
Trafiğimizin güvenli, kurallara saygılı ve adil bir düzene kavuşması için bu ticari kaygılardan arınmış, tamamen kamu yararını gözeten bir denetim sistemine ihtiyacımız var.
Trafik denetiminde kamusal sorumluluk ve yürütüm elzemdir. Güvenlik, ticarete kurban edilemeyecek kadar da önemlidir.