Son dönemde Türkiye ekonomisinin en yakıcı gündemi, hiç şüphesiz enflasyon. Fiyatların durdurulamayan yükselişi, mutfaktan çarşı pazara, haneden sanayiye kadar her kesimi derinden etkiliyor.

Bu büyük sorunun kaynağına dair yapılan açıklamalarda, bir parça indirgemecilik ve konuyu basitleştirme eğilimi gözlemleniyor.

“Zirai don” ya da “kuraklık” gibi iklimsel nedenlere yapılan vurgular, enflasyon canavarının çok katmanlı yapısını anlamaktan bizi uzaklaştırıyor.

Kuşkusuz, tarımsal üretimde yaşanan kayıpların arzı daraltarak belirli ürün gruplarında fiyatları yukarı çekmesi kaçınılmaz bir gerçektir.

Bir bahar ayında yaşanan şiddetli zirai don veya yağışsız geçen aylar, o yılın mahsulünü ciddi ölçüde azaltabilir. Bu durum, tanzim satış kuyruklarından pazar tezgâhlarına kadar uzanan bir etki yaratır. Fakat bu etki, genel ve kalıcı bir enflasyon sarmalını tek başına açıklamaya yetmez. Başka bir deyişle, enflasyonun günah keçisi olamaz.

Zirai don ve kuraklığın etkisi dönemsel ve ürüne özgüdür. Oysa biz, domatesten çaya, limondan nara, kiralardan ulaşıma kadar her kalemde fiyat artışı yaşıyoruz.

Bu durum, tarımsal bir afetten çok daha derin ve yapısal bir sorunun varlığına işaret ediyor.

İşte tam bu noktada, pazar esnafının yaptığı basit ama çarpıcı bir kıyaslama bizi meselenin özüne götürüyor:

“Benim sattığım bir kilo domatesin fiyatı, bir bardak çaydan ucuz. Bedava, bedava!”

Bu ironik ve can yakan kıyaslama, yalnızca bir fiyat karşılaştırması değil; aynı zamanda enflasyonun psikolojik ve yayılmacı doğasının da bir özetidir.

Pazar esnafı, sabahın erken saatlerinde tarladan ya da halden aldığı ürüne ödediği fiyatın üzerine nakliye, komisyon ve kendi emeği payını eklediğinde ulaştığı nihai fiyatı görüyor.

Ve bu nihai fiyatı, toplumun en temel tüketim mallarından biri olan, neredeyse maliyeti yok denebilecek bir bardak çayın kafede, lokantada veya çay ocağında ulaştığı fahiş fiyatla kıyaslıyor.

Bu kıyaslamanın ardında yatan gerçekler şunlardır:

1. Enflasyon Beklentileri

Bir bardak çayın, yani maliyet artışlarını en son ve en agresif şekilde yansıtan hizmet sektörünün ürününün fiyatı, artık tüm sektörler için bir referans noktası hâline gelmiştir.

Eğer bir esnaf, en basit girdisi doğalgaz, su, elektrik ve biraz kuru çay olan bir ürünün bu kadar yüksek fiyata satılabildiğini görüyorsa, kendi ürününün fiyatını belirlerken o “referans yüksekliği” göz önünde bulundurur.

Beklentiler, enflasyonun ateşini körükleyen en büyük yakıttır.

2. Yüksek Maliyetli Tedarik Zinciri

Esnafın ürününe gelen zammın büyük bir kısmı, doğrudan zirai don ya da kuraklıktan değil; genel olarak artan kira, akaryakıt, nakliye, elektrik, ambalaj maliyetleri, yüksek faizli krediler ve dalgalı kurdan kaynaklanmaktadır.

Bu maliyetler, ürün tarladan çıkmadan önce dahi fiyatlanmaya başlar ve nihayetinde çay ocağındaki çayın bile fiyatına etki eden genel ekonomik dengesizliğin bir sonucudur.

3. Hizmet Sektörünün Katkısı

Pazar tezgâhındaki ürün, yani birincil sektörün çıktısı, nihai tüketiciye ulaşana kadar defalarca yüksek maliyetli hizmet sektörü zincirinden (ulaşım, depolama, perakende) geçer.

Kafe veya çay ocağındaki çayın fiyatı ise, o mekânın kirasını, personel maaşlarını, doğalgaz, su, kuru çay ve elektrik maliyetlerini ve yüksek kâr beklentisini yansıtır.

Esnaf, bu fahiş hizmet fiyatlarını gördükçe, kendi ticari faaliyetinin de bu genel fiyat artışı atmosferinde hak ettiği değeri görmesini ister.

Dolayısıyla, enflasyonu yalnızca “zirai don” ya da “kuraklık” gibi nedenlere indirgemek, büyük fotoğrafı görmekten kaçmaktır.

Bu yaklaşım, sorunun asıl kaynağı olan yapısal sorunları, döviz kuru riskini, para politikasındaki belirsizliği, yüksek girdi maliyetlerini, fiyatlamalardaki dengesizliği ve kontrolsüzleşen enflasyon beklentilerini görmezden gelmektir.

OSMAN ÇAKIR
10 Ekim 2025