21. Yüzyılın En Sinsi Asimilasyon Programı
Taha Kılınç’ın “Kayıp Coğrafyanın İzinde: Doğu Türkistan Seyahatnamesi” adlı eseri, yalnızca bir yolculuk anlatısı değildir; aynı zamanda çağımızın en organize zulüm biçimlerinden birine tutulmuş bir aynadır. Bu kitapta yer alan “Aile Olmak” programı bölümü, insanlık tarihinin gördüğü en rafine asimilasyon yöntemlerinden birini gözler önüne serer.
“Birlik” Adı Altında Kimliksizleştirme
2016 yılında Çin yönetimi tarafından başlatılan bu programın resmî adı “Aile Olmak.” İlk bakışta kulağa sıcak gelen, kardeşlik ve birlik çağrışımı yapan bu isim, aslında bir kimlik silme operasyonunun maskesidir. Han Çinlileri, “etnik kaynaşma” bahanesiyle Müslüman Uygur ailelerin evlerine yerleştiriliyor. Kağıt üzerinde dostluk, gerçekte gözetim…
Bu görevliler, evdeki hayatın her ayrıntısını raporluyor:
• Sofrada domuz eti ya da içki var mı?
• Ev halkı ibadet ediyor mu?
• Kadınlar tesettürlü mü, erkekler sakallı mı?
• Evde dini kitap bulunuyor mu?
• Gizli dolap ya da bölme var mı?
Bunlar sadece fiziksel gözlemler değil; bir toplumun mahremine, inancına, hatta kalbine yönelmiş sorular. Bir insanın evinde huzurla oturabilmesi, artık devlete “sadakat raporu” vermesine bağlı.
Modernleşmenin Kılıfına Bürünmüş Baskı
Bu tabloyu anlamak için yalnızca Çin’in politikalarına değil, çağın ruhuna da bakmak gerekir. 21. yüzyılın totaliter rejimleri, tankla değil tabletle, copla değil kamerayla, işgalle değil “veriyle” hükmediyor. Çin’in Doğu Türkistan’da yürüttüğü bu program, bir gözetim devletinin laboratuvar hâline gelmiş hâlidir.
Bugün “birlik”, “barış”, “uyum” gibi kavramlar; emperyalizmin yeni dilidir. Kılıf değişmiştir ama amaç aynıdır: Ruhları teslim almak.
Bir zamanlar tankların önüne dikilen milletler, şimdi misafir kisvesiyle gelen ajanların gölgesinde yaşamaktadır.
Doğu Türkistan: Sessiz Bir İşgalin Haritası
Taha Kılınç’ın satırlarında, Doğu Türkistan bir coğrafya değil, bir vicdanın yankısıdır. Sokağın sessizliğinde, pazar yerlerinde, camilerin boşluğunda bir halkın nefesi kesilmektedir.
Bu topraklarda artık çocuklar “Çinli akrabalar”ıyla büyüyor; anneler “misafir”in gölgesinde dua ediyor; babalar evinin duvarlarına bile güvenemiyor.
Bu tabloyu yalnızca bir ülkenin iç meselesi olarak görmek, insanlığın ortak vicdanını inkâr etmektir. Çünkü Doğu Türkistan’da yaşanan, insan onurunun sistematik olarak çözülmesidir.
21. Yüzyılın Entrikası
Taha Kılınç’ın ifadesiyle, “Filistin’de işgal neyse, Doğu Türkistan’da asimilasyon odur.” Fark, yalnızca yöntemdedir. Orada silahın sesi duyulur, burada sessizliğin sesi…
Çin entrikalarının 21. yüzyıl versiyonu tam da budur:
İşgali “gelişim”, asimilasyonu “birlik”, gözetimi “misafirlik” olarak sunmak.
Bir milletin tarihini, dilini, ibadetini ve en önemlisi mahremini hedef alan bu sistem, insanlık tarihinin Orwellvari bir sahnesidir. Zihinleri teslim almak için artık tel örgülere gerek yok; algoritmalar, sosyal puanlama sistemleri ve “gülümseyen gözetmenler” yeterlidir.
İnsanlığın Aynasında Doğu Türkistan
Bugün Doğu Türkistan’a bakmak, aslında kendimize bakmaktır. Çünkü sessiz kaldığımız her zulüm, gelecekte bize döner.
Bir gün kapımız çaldığında, “Aile Olmak” bahanesiyle evimize girenlerin kim olacağını bilemeyiz.
O yüzden mesele yalnızca Uygurların değil; özgürlüğün, vicdanın ve insan onurunun meselesidir.
Bir milletin dili susturulduğunda, aslında insanlığın sesi kısmış olur.
Bir annenin duası yasaklandığında, tüm insanlık yetim kalır.
Taha Kılınç’ın kitabı, bu sessizliğe karşı yazılmış bir şahitliktir. Bizler ise bu şahitliğe omuz vermek zorundayız.
Son Söz
Tarihin her döneminde zulüm, önce kelimeleri kirleterek başladı.
Bugün “aile” diyorlar, yarın “uyum”, ertesi gün “ortak gelecek” diyecekler.
Ama her seferinde kaybedilen aynı şey olacak: Bir milletin ruhu.
Çin entrikalarının 21. yüzyıl versiyonu bu olsa gerek:
Kalplere misafir olma bahanesiyle kalpleri söndürmek…
Durmuş ÇELİKTEN
Eğitimci - Yazar