Türkiye, tıpkı dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, ulaşım alışkanlıklarında dikkat çekici bir değişim evresinden geçiyor.

Önceleri çevreci, sağlıklı ve ekonomik bir seçenek olarak bisiklet kullanımı büyük bir ivme kazanmış, yerel yönetimler bu eğilime kısmi çözümlerle yanıt vermeye çalışmıştı.

Ancak son dönemde, özellikle pandeminin getirdiği bireysel ulaşım ihtiyacı, ekonomik koşulların zorlaması ve pratiklik arayışı, motosiklet kullanımında âdeta bir patlamaya yol açtı.

Şehirlerimizin caddeleri, sokakları, meydankarı artık sadece otomobillerin değil, hızla artan iki tekerli ordusunun da uğrak yeri.

Peki, belediyelerimiz bu yeni ulaşım dinamiklerine, özellikle de can güvenliğini esas alan tercihli yol düzenlemeleri konusunda ne kadar hazırlıklı?

Bu değişim, betonlaşmış ulaşım zihniyetimizi ne kadar esnetebilecek?

Ne yazık ki, genel tablo, bisiklet ve motosiklet kullanıcılarının güvenliğini ve konforunu önceliklendiren, bütüncül bir yaklaşımdan çok, "parça parça" ve "göstermelik" çözümlerden ibaret.

Ülke genelinde, bisiklet yollarının varlığı sevindirici olsa da, bunların büyük bir kısmı maalesef kaldırım üstünde, kesintili ve güvenlik standartlarından uzak.

Konya gibi bu alanda öncü sayılan birkaç şehrimiz (515 km bisiklet yolu ağı ile en uzun ağa sahip), kısmen daha iyi bir altyapı sunsa da, bu başarı tekil kalıyor.

İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa, Sakarya gibi büyük şehirlerde bisiklet yolları metrelerce ifade edilse de, bunların bisikletliler ve motosikletliler için “güvenli tercihli yol” tanımına ne kadar uyduğu tartışmalı.

Zira motosikletler için özel olarak ayrılmış, bisikletlilerle kesişmeyen ya da trafik akışına entegre edilmiş, kesintisiz bir tercihli yol ağı ise neredeyse yok denecek kadar az.

Mevcut bisiklet yollarının motosiklet kullanımına açılması ise hem bisikletlilerin güvenliğini tehlikeye atıyor hem de iki farklı hız ve dinamikteki aracı aynı dar alana sıkıştırarak yeni sorunlar yaratıyor.

Sorunun özü, yerel yönetimlerin sadece belirli güzergâhlarda "mavi boyalı bir şerit çekmekle" yetinmesinden öteye geçememesi.

Oysa tercihli yol, sadece fiziki bir ayrım değil, aynı zamanda o ulaşım türüne öncelik ve akıcılık tanıyan bir düzenleme demektir.

Özellikle artan motosiklet trafiği düşünüldüğünde, bu araçların trafik sıkışıklığını hafifletme potansiyeli görmezden gelinemez.

Unutulmamalıdır ki, motosikletlerin ana yolda sıkışıp kalması ya da tehlikeli şerit paylaşımlarına itilmesi, potansiyel faydayı riske çeviriyor.

Bu noktada, sorunun en hassas ve derin kısmı ortaya çıkıyor: Ferahlatıcı bir metre feragat!

Eğer otomobil kullanıcılarına, "Şehrinizde bisiklet ve motosiklet kullanıcıları için güvenli, kesintisiz bir tercihli yol yapmak için, mevcut otomobil yolundan sadece bir metre ferâgat etmeye var mısınız?" diye sorulsa, kaçı buna gönüllü olur?

Trafik sıkışıklığından şikayet eden, her köşede park yeri arayan, egzoz dumanından bunalan metropol insanı bile, söz konusu kendi aracının "alanı" olduğunda, beklenmedik bir direniş gösterir.

Otomobil sahipliği, ülkemizde sadece bir ulaşım aracı değil, aynı zamanda bir statü sembolü ve bir "hak" algısı yaratmıştır. Bir metrelik ferâgat, sanki o kişinin bireysel özgürlüğünden çalınmış, kişisel alanına tecavüz edilmiş gibi algılanır.

Hâlbuki, o bir metrelik ferâgat, yalnızca bisiklet ya da motosiklet kullanıcısının can güvenliği için değil, şehrin genel trafiği, hava kalitesi ve insan sağlığı için atılmış dev bir adım olacaktır.

Otomobilinden inip, motosiklete geçen her birey, trafikteki yükü azaltır; bisiklete binen her birey ise hem yükü azaltır hem de çevreye katkıda bulunur. Tercihli yollar, bu dönüşümü teşvik eden en büyük araçtır.

Belediyeler, bu direnci kırmakta ve otomobil odaklı planlamadan vazgeçmekte zorlanıyor. Gerekçe hep aynı: "Trafik yoğunluğu buna izin vermez" veya "Otomobil kullanıcılarının tepkisini çekmek istemeyiz."

Oysa, geleceğin şehirleri, fosil yakıtlı, tek kişi taşımacılığı yapan devasa metal kutulara değil, akıcı, çeşitli ve güvenli mikro-hareketlilik çözümlerine yer açmak zorundadır.

Sonuç olarak, ülkemizde bisiklet ve motosiklet kullanımı artarken, bu kitlenin güvenli ve akıcı ulaşım ihtiyacına yönelik altyapı hazırlığı maalesef ki yetersizdir.

Tercihli yol ağı bütüncül değil, parçalıdır ve motosikletler için özel düzenlemeler neredeyse yoktur. Bu eksiklik, yalnızca finansal bir yetersizlik değil, aynı zamanda köklü bir zihniyet sorunudur.

Otomobil kültüründen vazgeçmek, bir metrelik ferâgatla başlamak demektir. Belediyeler, uzun vadeli, cesur ve vizyoner planlarla bu ferâgati topluma kabul ettirmeli ve şehirlerimizi, iki tekerli araçların da güvenle hareket ettiği, gerçekten yaşanabilir mekânlara dönüştürmelidir.

Aksi takdirde, artan motosiklet ve bisiklet kazaları, bu ihmalkârlığın acı faturası olacaktır.