Daha düne kadar toplumumuzun en güzel geleneklerinden biriydi hasta ziyareti. Komşuların, akrabaların, dostların haberi olurdu biri hastalandığında.

Ailemizden, komşumuzdan, arkadaşımızdan biri hastalandığında evde telaşlı bir hazırlık başlardı: Bir tas çorba, belki bir tabak yemek ya da bir demet çiçek... Ziyaret esnasında “Geçmiş olsun” sözü, sadece bir dilek değil; içinde dua, samimiyet ve insanlık taşıyan bir mesajdı.

Oysa bugün, bu kadim nezaketin yerini bir tuşla gönderilen soğuk bir mesaj aldı: “Geçmiş olsun.”
Modern ve dijital çağ, iletişimi hızlandırdı ama duyguları zayıflattı.

Artık kimse kapı çalmak istemiyor; çünkü sözüm ona zaman kıymetli, yollar uzak, “mesaj atmak yeterli.”

Hâlbuki bir hastanın kapısını çalmak, ona sadece şifa dilemek değil, aynı zamanda moral vermektir, “yalnız değilsin” demektir. Hastalığın en ağır yanı çoğu zaman ağrı değil, yalnızlıktır.

Ziyaretin Manevi Derinliği

İslâm kültüründe hasta ziyareti sadece bir “görgü kuralı” değil, bir îman meselesidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) buyuruyor ki:
“Bir Müslüman, hasta olan din kardeşini ziyaret ettiğinde, rahmet içinde yürür, oturduğunda rahmete gark olur.” (Buhârî)

Bu hadis, ziyaretin ne kadar derin bir anlam taşıdığını gösterir. Birini ziyaret etmek, aslında bir duanın ete kemiğe bürünmesidir.

Hasta evinde sadece “Geçmiş olsun” denmez; orada göz teması vardır, samimi bir dua vardır, bir yüreğin diğerine dokunuşu vardır.

Ekran Arkasındaki Soğuk Mesajlar

Günümüzde çoğu kere hastalık haberini sosyal medyadan öğreniyoruz...

Kimi hastaneden paylaşım yapıyor, kimi serum takılı kolunun fotoğrafını koyuyor. Altına yüzlerce “geçmiş olsun” yorumu düşüyor.

Bu yorumların çoğu, belki de bir saniye bile düşünülmeden, otomatik bir refleksle yazılıyor. Bu da insanı “dijital bir teselliye” mahkûm ediyor.

Ne kadar çok mesaj gelirse gelsin, o telefon ekranından sıcak bir el uzanmıyor, içten bir tebessüm gelmiyor.

Ziyaret, insana insanca dokunmanın en sade biçimidir.
Sosyal medya çağında maalesef bu dokunuşu kaybettik.

Paylaşılan bir fotoğrafla “hastalık” bile bir gösteriye dönüşür oldu. Şifayı Rabbimizden dilemek yerine, beğeni sayısını bekler olduk.

Bir Ziyaretin Gücü

İnsan insana şifadır. Bazen bir ziyaret, bir ilaçtan daha etkilidir. Bir dostun “Sen iyi olacaksın, merak etme.” sözü, hastanın moralini yükseltir, umudunu tazeler. Çünkü moral ruhtur; ruh iyileşirse, beden de ona uyar.

Eskiden hasta ziyareti sadece şehirde değil, köylerde de büyük bir dayanışma vesilesiydi. Kapıya gelen komşu, elinde bir tabak yemekle içeri girer, hasta için dua eder, ev halkına destek olurdu. "Nerede o eski günler?" dediğinizi duyuyor gibiyim.

Kaybolan Değerleri Hatırlamak

Toplum, teknolojinin hızına yetişmeye çalışırken kendi sıcaklığını kaybediyor.

Bizim bildiğimiz medeniyet, sadece beton binalar yapmakla değil, insan ilişkilerini yaşatmakla gerçekleşir.

Bir Müslüman, bir hastayı ziyaret ettiğinde sadece bir görevini yerine getirmez; aynı zamanda kendi kalbini de yumuşatır. Çünkü hastalık bize hayatın kırılganlığını, şükrün gerekliliğini hatırlatır. Ziyarete giden kişi, belki de kendi sağlığının kıymetini orada anlar. Hastaya umut verirken kendi kalbine de sabır aşılar.

İşte bu yüzden, bir hastayı ziyaret etmek hem bir görevdir, hem bir edeptir, hem de bir nimettir.

Sonuç olarak, "İnsanlık daha ölmedi" dercesine hâlâ komşusunun kapısını çalan, dostunun, arkadaşının elini tutan insanlar var. Onlar bu dünyanın soğuyan kalbinde sıcak birer hatıra gibi parlıyor. Ama sayıları azalıyor.

Belki de artık sosyal medya paylaşımı yapmadan önce düşünmeliyiz:

“Gerçekten geçmiş olsun mu demek istiyorum, yoksa görünür olmak mı istiyorum?”

Bir gün biz de hastalandığımızda, o ekran mesajlarının değil, bir dostun sesiyle açılan kapının, bir sıcak elin değerini anlayacağız.

Sizden ricam: Ne olur, geç olmadan, hastalanmış, yatağa düşmüş sevdiklerimizin, saydıklarımızın kapısını çalalım; onları ziyaret edelim.