Gazze sahilinin meltemi, Karadeniz kıyılarının serin esintisine hiç de yabancı değildi. İki denizin rüzgârı da insanın yüzüne aynı tuzlu ferahlığı taşırdı. Sinop’un da Gazze’nin de sokaklarında huzur ve iyilik dolu insanlar geziniyordu. Bu iki güzel şehrin bir ortak dili daha vardı: ana yüreği. Sinop’tan çıkıp 27 yıl önce Gazze’ye gelin giden Nil Anne’nin hikâyesi, tam da bu ortak dilin cümleleriyle yazıldı. Sade, sahici ve bir o kadar sarsıcı bu hikâye; yüzünde hem hüznü hem şefkati taşıyan bir kadının, iki şehir arasında geçen ömrünün hikâyesidir.

Sinop’tan Gazze’ye Uzanan Bir Yolculuk

Nil, Sinop’ta Karadeniz’in kokusuyla büyüyen genç bir kadındı. Henüz yirmili yaşlarının başında, hayatının en büyük kararını alarak sevdiği adama gelin gitti ve kendini uzak bir diyarda, Filistin’in Gazze şeridinde, yepyeni bir yaşamın içinde buldu. Gencecik yaşında memleketini geride bırakıp bambaşka bir kültüre yelken açmak elbette kolay değildi. Ancak Gazze’ye ilk adım attığında onu karşılayan meltem, Sinop’un limanında esten rüzgâr kadar tanıdıktı. Gözlerini denize çevirdiğinde, dalgaların sesi sanki memleketinden bir selam fısıldıyor gibiydi. Bu benzerlik, gurbet topraklarında ona teselli veren ilk şey oldu.

Gazze’de ilk günlerinde hem dilini hem çevresini öğrenmeye çalışan Nil, kısa sürede komşularının sevgisini kazanmayı başardı. Mahalledeki insanlar “Türk gelin”e büyük ilgi ve şefkat gösterdi; içten tavırları ve güler yüzü sayesinde onu bağırlarına bastılar. Komşuları Nil’i kendi kızları gibi benimsedi, ona sanki doğma büyüme Gazzeliymiş gibi davrandılar. Nil de buna karşılık, Gazze’nin dilini ve adetlerini öğrenmek için çabaladı. Türkçeden farklı bir dil olan Arapçayı zamanla akıcı şekilde konuşmaya, Arap mutfağının lezzetlerini öğrenip pişirmeye başladı. Bir yandan da Sinop’tan getirdiği tariflerle Karadeniz esintisini Gazze sofralarına taşıdı. Bu sayede, iki kültür arasında bir köprü kurmuş oldu. Bir tarafında Karadeniz’in alçakgönüllü sıcaklığı, diğer tarafta Ortadoğu’nun kadim misafirperverliği vardı.

Nil, Gazze’ye gelin gittiğinde kendi ailesinden uzakta yeni bir aileye de kavuştu. Eşi ve onun akrabaları Nil’e her zaman destek oldular. Yıllar içinde iki oğlu ve bir kızı dünyaya geldiğinde, artık o sadece “Nil abla” değil tam anlamıyla “Nil Anne” olmuştu. Kendi çocuklarını büyütürken mahallenin çocuklarına da kol kanat geriyor, kimin başı sıkışsa koşup yardım ediyordu. Bir bayram sabahı Sinop’taki anne-babasını özleyip içi burkulduğunda, Gazze’deki komşu teyzelerin ona sarılışı bu özlemi bir nebze dindiriyordu. Böylece Nil, Sinoplu kimliğini yüreğinde taşırken aynı zamanda Gazzeli olmanın ne demek olduğunu yaşayarak öğreniyordu.

Gazze’de Anne Olmak: Sabır ve Fedakârlığın Sınavı

Gazze, Nil’in yeni yuvasıydı fakat ne yazık ki güllük gülistanlık bir diyar değildi. İsrail ablukası altındaki bu küçücük toprak parçasında yaşam, özellikle bir anne için sayısız zorluk barındırıyordu. Nil Anne yıllar boyunca elektrik kesintileri, su sıkıntıları ve dönem dönem şiddetlenen çatışmalar arasında çocuklarını büyüttü. Bazen geceler boyu bebeklerini ter içinde kucağında sallarken dışarıda bomba sesleri yankılanıyordu. Sabah olduğunda hiçbir şey olmamış gibi evlatlarının yüzüne gülümsemek zorundaydı. Gazze’de anne olmak, korkuyu yüreğine gömüp evlatlarına güven vermek demekti.

Gazze’deki anneler, yaşadıkları acıları içlerine atıp çocuklarına hissettirmemeye çalışırlar. Nil de öyle yaptı. “Oradaki kadınların en büyük sorunu, bombaların altında çocukları şehit olsa da yaralansa da bir şekilde hayata devam etmek zorunda olmalarıydı” diye anlatıyor Nil Anne. Gerçekten de nice anne, dün çocuğunu toprağa verip ertesi gün sabah kalkıp hayatta kalan diğer yavrularına kahvaltı hazırlamak zorundaydı. Nil, kendi çocuklarına bir şey olmasın diye her an dua ederek yaşadı ama aynı zamanda komşularının evlat acılarını da paylaştı. Kucağında yaralı bir evladı hastaneye taşırken feryat eden bir anne gördüğünde, yüreğinin parçalandığını hissetti. Gazze’de anne olmak, en büyük kâbusunla yüzleşsen bile diğer evlatların için güçlü durmak zorunda olmaktı.

Gazze’de anne olmak demek:
– Her an bir patlama sesiyle irkilirken bile çocuklarına belli etmeden onları oyunlarla oyalamak demek.
– En temel ihtiyaçlardan mahrum kalsan da evinde bir tencere kaynatıp aileyi doyurmanın yolunu bulmak demek.
– Evladını okula gönderirken “acaba bugün dönebilecek mi” endişesini yüreğine gömüp ona neşeyle el sallamak demek.
– Kendi korkularını, acılarını içine atıp evlatlarına umut aşılamak demek.

Tüm bu zorluklara rağmen Gazze’de hayat tamamen acıdan ibaret değildi. Nil Anne ve ailesi, çatışmaların durulduğu zamanlarda sahilde yürüyüş yapmanın, denize girip serinlemenin tadını da çıkardılar. Yaz akşamlarında komşularıyla beraber evlerinin önünde çay demleyip lafladıkları, çocukların sokakta koşturduğu sakin günler de oldu. Umut işte bu küçük anlarda filizleniyordu. Nil, çocuklarının neşeyle kumsalda oynayışını izlerken yüzünde bir tebessüm belirir, içinden “iyi ki vazgeçmemişim” derdi. Çünkü o, 15 bin Gazzeli yetim çocuk dahil olmak üzere birçok evladın yüreğine dokunabildiği için kendini hep şanslı saydı.. İlerleyen yıllarda İHH’nın Gazze’deki yetimhane çalışmalarında görev alarak binlerce öksüz ve yetime de “anne” oldu. Onların başını okşarken, annelerinden uzakta büyüyen bu çocuklara hem kendi annesinin Sinop’taki şefkatini hem de Gazze’nin dayanışma ruhunu aktarabildi. Bu sayede, anne yüreğinin sınır tanımadığını bir kez daha gördü.

Savaşın Gölgesinde Geçen 27 Yıl

Nil Anne’nin Gazze’deki hayatı, ne yazık ki arka planda hep savaşın gölgesiyle sürdü. 2000’lerin başından itibaren patlak veren çatışmalar, hava saldırıları ve abluka, onun ve ailesinin defalarca ölümle burun buruna gelmesine yol açtı. Yine de Nil, umudunu hiç kaybetmeden çocuklarını büyütmeye devam etti. Ta ki 2023 yılı sonbaharında başlayan o büyük saldırılara kadar… O yıl Gazze, tarihin en ağır bombardımanlarından birine maruz kaldığında Nil Anne’nin ailesi de bu felaketi bire bir yaşadı.

Ekim 2023’te savaşın ilk günlerinde Nil ve ailesi, evlerinin yakınındaki hastane bölgesine düşen bombalar altında sığınacak bir yer bulamadan evde kalmaya mecbur kaldılar. Her patlamada duvarlar sallanıyor, camlar zangırdıyordu. Çocuklarını korumak için battaniyelere sarıp yanına alıyor, sakin kalmaları için onlara masallar anlatıyordu. On beş gün boyunca ölüm korkusuyla yaşayan aile, sonunda evlerinin de hasar görmesiyle mahalledeki bir okula sığındı. Ancak okul da güvende değildi; yüzlerce sivilin toplandığı bu bina da bombaların hedefi oldu. Gazze’de artık “güvenli” diye bir yer kalmamıştı – ne ev, ne okul, ne hastane…

Nil Anne’nin yaşadığı en unutulmaz anlardan biri, apartmanlarına yapılan uyarı telefonuydu. Bir sabah evde çocuklarına bulabildiği birkaç lokmayla kahvaltı hazırlarken telefon çaldı; arayan kişi birkaç dakika içinde binanın vurulacağını söylüyordu. Bu ihbarla birlikte panik içinde evden fırladılar. Nil, mutfak masasında yarım kalan ekmeklerin üzerine toz olmasın diye temiz bir örtü kapatmayı ihmal etmedi – belki dönüp devam ederiz umuduyla. Ailece koşarak kendilerini sokağın karşısındaki okula attılar. Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz ardı ardına beş büyük patlama oldu. Saatler sonra döndüklerinde sekiz katlı apartmanları yerle bir olmuş, tek katlı bir moloz yığınına dönmüştü. O an Nil Anne, 27 yıllık emeğinin ve hatıralarının enkazını gözyaşlarıyla seyretti.

Bu yıkımdan sonra artık Gazze’de kalmaları imkânsız hale gelmişti. Aylardır süren kuşatmada birkaç ailenin çıkmayı başardığını duyduklarında, Nil ile eşi bunu bir şans olarak gördü. Çocuklarını alıp ölüm riskini göze alarak yollara düştüler. İsrail’in açtığı dar bir koridordan yüzlerce sivil ile birlikte güney sınırına doğru yürümeye başladılar. Bu yolculuk, Nil’in hayatındaki en uzun ve en acı yürüyüştü. Bir sırt çantasına 27 yılını sığdırmış, elinde sadece çocuklarının birkaç eşyasıyla yola koyulmuştu. Koridorda ilerlerken etraflarında yıkılmış binaların enkazından yükselen kesif kokular, yollarına saçılmış ayakkabılar ve oyuncaklar gördüler. Yanında komşusunun 4 yaşındaki torunu da vardı; minik kızı bir an olsun bırakmadı Nil Anne. “Tankların üzerindeki İsrail askerleri ellerimizi havaya kaldırarak yürümemizi istedi” diye hatırlıyor o anı. Bir elinde küçük kızın minik avucu, diğer elini kendisi kaldırıp yıkıntılar arasından ilerledi. O sırada etrafta, belki 1948’deki Nekbe’yi yaşamış olabilecek kadar yaşlı insanlar da aynı çaresizlikle yürüyordu. “Bize ikinci bir Nekbe’yi yaşattılar” diye geçirdi içinden; vatan bildiği Gazze’den bir mülteci gibi çıkmak zorunda kalmanın acısıyla yürüdü.

Güneyde Refah sınır kapısına ulaştıklarında dahi tehlike geçmiş değildi. Günler süren bekleyişin ardından yabancı ülke vatandaşları gruplar halinde Gazze’den tahliye ediliyordu ve Nil’ler en son kafilelere kaldı. Sonunda Nil el Hüseyni ve ailesi, Kasım 2023’te Mısır üzerinden Türkiye’ye doğru yola çıkarıldı. Tahliye uçağında Nil, hem derin bir hüzün hem de tarif edilemez bir ferahlama hissediyordu. Genç bir gelin olarak gittiği Gazze’den yıllar sonra dönüşünün böyle olacağını hiç düşünmemişti. Uçak havalandığında gözlerinden yaşlar boşandı; Gazze’nin sahilinde bıraktığı anılarını, dostlarını, büyüttüğü yetimleri düşündü ve sessizce ağladı.

İki Şehir Arasında Bir Yürek

Nil Anne şimdi tekrar kendi vatanında, Türkiye’de. Ancak onun yüreği iki şehir arasında kaldı: Bedenen ülkemizin sakin sokaklarında yürüse de aklı Gazzeli komşularında. Sinop’ta yıllar sonra Karadeniz’in o serin rüzgârını tekrar yüzünde hissettiğinde, gözlerini kapatıp Gazze sahilini düşlediğini söylüyor. Aynı rüzgâr, sanki Akdeniz’den Karadeniz’e onun selamını taşıyormuş gibi eser. İçini tarifsiz bir duygu kaplar: Memleketine kavuşmanın sevinci ile Gazze’yi kaybetmenin acısı iç içedir.

Türkiye’ye döndükten sonra Nil, ailesiyle bir süre Sinop’ta dinleniyor. Yıllar sonra anne-babasına sarılmak, çocuklarını büyükbaba ve büyükanneleriyle kucaklaştırmak onu mutlu etti. Fakat Gazze’de bıraktığı koca bir hayat var. “Ben ailemle, çocuklarımla, yaptığım işle Gazze’de çok güzel bir hayat yaşıyordum, çok mutluydum” diyor her fırsatta. Gerçekten de 27 yıl boyunca onca zorluğun arasında küçük bir cennet kurmuştu kendine. Eşiyle beraber evlatlarını okutmuş, onları doktor olmaya hazırlamıştı; binlerce yetime anne şefkati ulaştırmıştı. Şimdi tüm bunların bir anda elinden alınmış olmasını kabullenmekte zorlanıyor. “Hayallerimi, geçmişimi, geleceğimi… her şeyimi o bombalar aldı” derken sesi titriyor, gözleri doluyor. Yine de ekliyor: “Şükür ki evlatlarım yanımda, sağ salim çıkabildik.” Çünkü Gazze’de nice anne bu şansa sahip olamadı; nice anne evladını toprağa verip o toprakları terk etmek zorunda kaldı.

Nil Anne’nin çehresine baktığınızda, yılların yorgunluğunun yanı sıra insanın içine işleyen bir şefkat görüyorsunuz. Bu, onun hem Sinop’tan hem Gazze’den taşıdığı bir duygu. Sinop’ta aldığı terbiye, aile sevgisi ve komşuluk değerleri; Gazze’de öğrendiği sabır, direnç ve fedakârlıkla harmanlanmış durumda. Ana yüreği, iki farklı coğrafyada da aynı dili konuştu ve Nil bu dilin en güzel sözcüklerini her iki yerde de yazmayı bildi. Şimdi o, doğup büyüdüğü Karadeniz şehrinde belki dalgın dalgın denizi seyrederken, dalgaların sesine Gazze’den tanıdık bir ezgi karışıyor. Gönlü bir kuş misali iki kıyı arasında uçup duruyor: Bazen Sinop’un sakin limanına sığınıyor, bazen Gazze’nin hüzünlü ufuklarına doğru kanat çırpıyor.

Nil Anne’nin yaşamı, coğrafyalar değişse de merhametin ve cesaretin evrenselliğini gösteren bir şahitliktir. O, bir yüreğe iki vatan sığdırdı. Hem Sinoplu hem Gazzeli oldu. Yüzünde taşıdığı hüzün, Gazze’de yaşadıklarının iziyken; şefkat ise Sinop’tan, kendi annesinden mirastı. Ve o şefkati Gazze’de binlerce çocuğa dağıttı. Şimdi bu topraklarda yeniden başlayacak gücü bulmaya çalışırken, gözünü hep iyiliğe, nerede bir mazlum çocuk varsa oraya çeviriyor. Oradaki evlatları –kendi çocukları, yetimleri, komşuları– halen onun dualarında. Nil Anne, ana yüreğiyle dua ediyor: “Allah oradakilere sabır versin, bu son olsun.” Nil Anne’nin yüreği kadar engin denizler, bu duayı alıp karşı kıyılara taşısın. Çünkü rüzgârlar da tıpkı anneler gibi, sevdikleri arasındaki mesafeleri aşmanın bir yolunu her zaman bulur…