Bugün, güneşin bile rengini kaybettiği, kelimelerin düğümlendiği, yüreğimizde derin bir sızı bırakan bir haberle sarsıldık: Şair, yazar, edip ve hatip, Türk Edebiyatı'nın müstesna isimlerinden Yavuz Bülent Bâkiler Hakk'ın rahmetine kavuştu. 89 yıllık çınar devrildi.

Dilin Sustuğu Gün

Bazı vefatlar vardır ki, sadece bir kişinin fiziki ayrılışını değil, aynı zamanda bir devrin, bir duyarlılığın, bir edebî ve fikrî duruşun da eksikliğini hissettirir.

Yavuz Bülent Bâkiler'in vefatı, işte tam olarak böylesi bir büyük kayıptır. Onu sadece şiirleriyle, denemeleriyle ya da köşe yazılarıyla tanıyanlar değil, aynı zamanda sohbetlerindeki Türkçe sevdası ve duru hitabet sanatına hayran olanlar için de tarifsiz bir acıdır bu.

Şahsiyetinin her zerresine işlemiş olan millî hassasiyet ve vecd duygusu, onun eserlerinin ve yaşamının ana damarıydı.

O, şiirlerinde Anadolu'nun yalınlığını, aşkın temizliğini, yalnızlığın derinliğini ve vatan sevgisinin tarifsiz coşkusunu en samimi, en içten dille anlatan bir ozandı.

"Harman", "Yalnızlık", "Duvak" ve "Seninle" gibi şiir kitapları, modern Türk şiirinin klasikleşmiş durakları arasına girerken, her dizesiyle okuyucunun ruhuna dokundu.

Onun şiiri, ne gösterişli bir labirent, ne de anlamsız bir muammaydı; tam tersine, Türkçenin billur sesiyle okunan bir gönül destanıydı.

Türkçe'nin Yılmaz Savunucusu

Bâkiler, edebiyatçı kimliğinin yanı sıra, milletimizin milli şairi Mehmet Akif Ersoy'a duyduğu derin hayranlıkla da tanınırdı.

Akif'in davasını, Safahat'ın ruhunu âdeta yeniden yorumlayan Bâkiler, bu büyük mirası gelecek nesillere aktarmayı bir görev bildi.

Onun Akif sevgisi, sadece bir okur hayranlığı değil, aynı zamanda dilde, fikirde ve işte birlik ülküsüne olan sarsılmaz bağlılığının da bir nişanesiydi.

Ancak onu yakından takip edenlerin asla unutmayacağı bir yönü de vardı: Türkçeye olan titizliği ve sevdası.

Bâkiler, dilin, bir milletin hafızası ve kimliği olduğuna inanır, dilin yozlaşmasına karşı duruşunu hem kürsülerden hem de yazdığı her satırdan kararlılıkla dile getirirdi.

Onun radyo ve televizyon programları, konferansları ve gazete köşeleri, âdeta birer Türkçe dersi mahiyetindeydi.

Sohbetlerinin o kendine has akıcılığı, kelimeleri ustalıkla seçişi ve her şeyi berrak bir su gibi anlatışı, kendisiyle konuşulmasa bile dinleyen herkesin dikkatini çeker, onun sözüne kulak vermeyi bir zevke dönüştürürdü.

Gazeteci ve köşe yazarı olarak uzun yıllar boyunca Tercüman ve Türkiye gazetelerinde kaleme aldığı yazıları, milletin dertlerine, meselelerine ve kültürel değerlerine ayna tuttu.

O, kuru bir eleştiri yapmak yerine, gönül diliyle konuşmayı, doğruları incitmeden söylemeyi tercih eden ender kalemlerdendi.

Yazılarının her biri, okuyucuyu düşünmeye, sorgulamaya ve en önemlisi kendi öz değerlerine dönmeye davet eden birer samimiyet davetiyesiydi.

Geride Kalan Miras ve Sorumluluk

Bugün, o sesi bir daha duyamayacak olmanın, o kalemi bir daha okuyamayacak olmanın hüznü içindeyiz.

Ancak Yavuz Bülent Bâkiler, aramızdan ayrılırken geride silinmez bir miras bıraktı:

Yüzlerce şiir, onlarca kitap, binlerce köşe yazısı ve en önemlisi, Türkçenin, vatan sevgisinin ve duruş sahibi olmanın ne demek olduğunu gösteren paha biçilmez bir hayat hikâyesi.

O, sadece bir şair değildi; bir öğretmen, bir ağabey ve milletinin geleceğine dair söz söylemekten çekinmeyen bir aydındı. Onun yokluğu, edebiyat dünyamızda doldurulması zor bir boşluk yaratacaktır.

Onun o eşsiz Türkçesiyle bize miras bıraktığı eserler, nesiller boyu yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.

Bu büyük kaybın acısıyla yüreğimiz yanarken, merhum Yavuz Bülent Bâkiler'e Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyorum. Mekânı cennet, makamı âli olsun. Başta kederli ailesi ve yakınları olmak üzere, tüm edebiyat camiamıza, onu sevenlere ve aziz milletimize başsağlığı ve sabırlar diliyorum.