Güneşin kavurucu nefesi usulca çekildi gökyüzünden. Geriye, tenimizde kalan bronzluğun hafif bir hatırası ve dillerimizde yazın o bitmek bilmez neşesi kaldı.
Artık takvim yaprakları, o incecik çizgilerle ayrılan mevsimler zincirinde bir sonraki halkayı gösteriyor: Sonbahar.
Bir zamanlar kan revan içinde kalan hayat, şimdi ağırbaşlı bir sükûnete bürünüyor; sıcak geçen günler, yerini serinliğin ve hafif bir hüznün o bilge fısıltısına bırakıyor.
Koskoca bir yaz, bir düş gibi gelip geçti. O uzun, cömert günler, sanki hiç bitmeyecekmiş gibiydi.
Gecenin dahi bir an önce sabaha dönmeye can attığı, her anın hareket, ses ve ışıkla dolu olduğu günler... Denizin tuzlu kokusu, kumların sıcaklığı, cıvıl cıvıl kahkahalar... Yaz, yaşamın en coşkulu, en umarsız gençliğiydi. Fakat doğa, bize her defasında hatırlatır: Hiçbir şey sonsuz değildir.
O capcanlı yeşiller, şimdi bir ressamın paletinden fırlamışçasına sarıya, kızıla ve bakır rengine bürünmeye başladı. Bu renk cümbüşü, neşenin değil, bir olgunlaşmanın, bir vedanın ihtişamıdır.
Sonbahar sadece bir sıcaklık düşüşü ya da yaprak dökümü demek değildir; o, insanın kendi içine dönme mevsimidir.
Gözü kara, aceleci İlkbahar'ın umutları, Yaz'ın pervasızca yaşanan anları sona erdi.
Şimdi Hazan rüzgârları yüreğimizdeki eski defterlerin tozunu alıyor. Başarılar, pişmanlıklar, yarım kalan sevdalar... Her bir dökülen yaprak, sanki ömrümüzden kopup giden bir anıyı fısıldıyor kulağımıza.
Belki de sonbaharı hüzünle özdeşleştirmemiz bundandır; doğanın bize zorla duruşu, tefekkürü, hesaplaşmayı dayatması.
Ruhumuzda ince bir melankoli esiyor. Göçmen kuşların kanat seslerinde yurduna veda eden bir hasret, bulutların arasında kaçamak yapan güneş ışınlarında ise bir daha geri gelmeyecek olan günlerin özlemi saklı. Oysa bu mevsim, hüznün olduğu kadar asaletin de mevsimidir.
Ağaçlar, cömertçe verdikleri tüm meyvelerin ve gösterdikleri tüm ihtişamın ardından, şimdi bir sonraki uykuya hazırlanıyor.
Kendilerini kışın zorlu günlerine hazırlamak için tüm fazlalıklarından arınıyorlar.
Bu bir yenilgi değil, bilakis büyük bir bilgeliktir.
Bizler de sonbaharda, kendimizi o ağaçlara benzetiriz. Enerjimiz içe çekilir, dışarıdaki gürültüden uzaklaşır, yuvalarımıza sığınırız.
Kalın kazaklar, sıcak çaylar ve bir battaniye altında, elimizde bir kitap ya da sadece düşüncelerimizle baş başa kalmak, bu mevsimin bize sunduğu en büyük lütuftur.
Zira sonbahar bize dinlenmeyi, yaraları sarmayı ve yeniden tohum atmayı öğretir.
Dökülen her yaprak, yeni bir filiz için toprağı besleyen bir gübredir aynı zamanda.
Gönül defterlerimizde biriken ne varsa, işte bu sarının binbir tonunda demlenir.
Sonbahar bize hayatın bir döngüden ibaret olduğunu hatırlatır. Kapanan her kapı, açılacak yeni bir pencerenin müjdecisidir.
O yüzden bu Hazan rüzgârlarına teslim olmalı, hüznümüzü kucaklamalı ve doğanın o büyük, sessiz hazırlığını izlemeliyiz.
Çünkü biliriz ki, bu dökülüşün ve suskunluğun sonunda, yeniden filizlenecek bir İlkbahar gizlidir.
