Bir derviş vardı…
Yıllarca uzak diyarlarda ilim öğrenmiş, nice şehirler gezmiş, nice âlimlerle oturup kalkmıştı.
Her yeni hocadan bir ders, her yeni kitaptan bir hikmet almıştı.
Fakat bir gün memleketine dönerken, yolda karşısına nur yüzlü bir pir çıktı.
Pir ona sordu:
“Evlâdım, ne öğrendin bunca yıl?”
Derviş, öğrendiklerini uzun uzun anlatmaya başladı: astronomiden fıkha, mantıktan kelâma, her ilimden örnekler verdi.
Pir, tebessüm ederek tekrar sordu:
“Peki kendini bildin mi?”
Derviş durdu… Bir an düşündü, başını eğdi: “Hayır…”
Pir, elini omzuna koydu ve dedi ki:
“Evladım, sen ilmin kapısında durmuşsun ama hakikate girmemişsin. Kendini bilmeyen, Hakk’ı da bilemez.”
Bazı kelimeler vardır ki, sesleri bir çağrıdır; hem kulağa hem gönle dokunur. “Hak/ikat” işte böyle bir kelimedir.
Bir yanında “Hak” vardır; adaletin, merhametin, kudretin ve bütün varlığın sahibi olan Allah…
Diğer yanında “hakikat” vardır; gerçeğin özü, evrenin bütün sırlarını saklayan saf mana…
Bu iki kelime birleştiğinde bize şu ezelî gerçeği hatırlatır:
Hakikatin peşinden giden, sonunda Hak’ka varır.
Çünkü hakikat, Hakk’tan ayrı değildir; O’nun isimlerinde, kudretinde, sanatında, yaratışındaki inceliklerde saklıdır.
Gerçeğin yolu, O’nun yoludur; gerçeği aramak, O’nu aramaktır.
İnsanoğlunun hayatı aslında bir arayıştan ibarettir.
Çocuklukta masum sorularla başlar: “Neden?”, “Kim?”, “Niçin?”
Gençlikte isyana, sorgulamaya, denemeye dönüşür.
Olgunlukta ise insan, kendi içinde bir sessizlik arar; dışarıdan gelen bütün gürültüleri susturup, içteki sesi duymak ister.
İşte o sessizlik anında Hak/ikat kapısı aralanır.
Ve arayış samimiyse, adımların yönü fark etmeden ilahî kapıya çıkar.
Tasavvuf ehli boşuna dememiştir: “Yol, O’na varmak için vardır.”
Mevlânâ’nın diliyle: “Sen yola çık; yol seni hakikate, hakikat de Hakk’a götürür.”
Ve Yunus Emre’nin o derin öğüdü, bu yolculuğun özünü özetler:
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir;
Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır?”
Bu söz, sadece bir şiir mısrası değil, bir hayat pusulasıdır.
Yunus, burada bize şunu söyler:
Kâinatın sırlarını çözsen, binlerce kitap ezberlesen bile, kendini bilmezsen bütün o bilgi kuru bir yüktür.
Kendini bilmek ise, varlığının asıl sahibini bilmekten; Hak’kı tanımaktan geçer.
Hak/ikat…
Bu sadece kelimelerin zarif bir oyunu değil; insanın hayat yolculuğunun özeti, pusulası, rehberidir.
Hakikati bilmek, Hakk’ı bulmak demektir.
Hakk’a varmak ise, varlığın en derin sırrına kavuşmaktır.
Ve işte o an, arayış biter; arayan, aranan olur.
Bugün biz, bilgi çağında yaşıyoruz ama hikmet yoksunuyuz.
Bilgiye saniyeler içinde ulaşıyoruz ama hakikati göremiyoruz.
Belki de sorun, hep dışarıya bakmamızda…
Hâlbuki en büyük yolculuk, insanın kendi içine yaptığı yolculuktur.
Çünkü Hak/ikat, dışarıda değil; kalbin derinliklerinde, gönlün sessizliğinde saklıdır.
O hâlde yolumuzu yeniden düşünelim:
Aradığımız şey, belki de bizi çoktan arıyor.
Biz, hakikate yürüdükçe Hak bize yaklaşır.
Ve sonunda, Yunus’un dediği gibi, “Beni bende demen, bende değilim; bir ben vardır bende, benden içeri.”
Vecize:
“Hakikati bulan, Hakk’ı bulur; Hakk’ı bulan, artık aramaz.”
Durmuş ÇELİKTEN
Eğitimci- Yazar