Bu toprakların kalbinde bir yer vardır; kelimelerle tam olarak anlatılamayan, fakat derinlerde yankılanan bir yer. O yer, fikir adamlarının, mütefekkirlerin, şairlerin birer birer bıraktıkları izlerle doludur.

Bugün, o izlerin en parlak, en berrak, en derinden hissedilenlerinden biri olan merhum Sezai Karakoç’un vefatının 4. sene-i devriyesi…

Bu yazıyı kaleme almakta geç kaldığımın farkındayım. Ancak okuyucularım bilir ki, zaman zaman Karakoç’un eserlerinden ve sözlerinden alıntılar yaparak yazılar yazmışımdır.

Sosyal medyada, meydanlarda, salonlarda, hatta sessiz odalarımızın içindeki düşüncelerimizde bile bir Sezai Karakoç anması dolaşıyor bugünlerde.

Belki de her bir paylaşım, her bir cümle, onun bir zamanlar bir kıvılcım gibi içine doğurduğu "Diriliş" idealinin yankılarından ibaret.

Çünkü o, sadece bir şair değildi; sadece bir düşünür ya da filozof da değildi. O, bu coğrafyanın ruhunu yeniden üflemeye çalışan büyük bir gönül insanı, kelimeleri imanla yoğuran bir hakikat yolcusuydu.

Söylemeye gerek varmı, bilemiyorum. Yaşadığımız çağ her zamankinden daha gürültülü. Seslerin, görüntülerin, düşüncelerin üst üste yığıldığı, insanın kendini unutmasının an meselesi olduğu bir zaman dilimi…

Herkesin konuştuğu, ama çok az kişinin dinlediği ve anladığı bir çağ.

İşte böyle bir çağda Sezai Karakoç’un sesi bambaşkaydı.

O konuşurken cümleleri bağırmazdı; davet ederdi, hatırlatırdı, hak yola çağırırdı.
Dayatmazdı; düşündürürdü.
Kavga etmezdi; inşa ederdi.

Bugün sosyal medyada karşımıza çıkan her anma mesajı, aslında kendi içimize dönme çağrısıdır.

Çünkü Karakoç’un düşüncesi hiçbir zaman sadece bir “edebiyat meselesi” olmadı.

O, hayatın tam merkezine imanla, medeniyetle, adaletle, insan onuruyla çizilmiş bir rota koydu.

Sezai Karakoç’un ardından yapılan her konuşmada, yazılan her satırda bir veda tonu seziliyor çoğu zaman. Oysa onun bıraktığı miras bir veda değil; aksine sonsuz bir başlangıcın adıydı: Diriliş.

“İnsan, yenilse bile inancını yitirmediği sürece diridir,” derdi.

Belki de bu yüzden, o büyük yalnızlığının içinde bile dimdik durabildi.

İnandığı hakikatin bir gün mutlaka meyve vereceğini biliyordu.

Bugün onu anarken aslında kendi içimizdeki diriliş kıvılcığını yokluyoruz.

Hepimiz biliyoruz ki Karakoç, basit bir hatırlama insanı değil; her an yeniden hatırlanmaya, yeniden anlaşılmaya, yeniden hayata geçirilmeye çağıran bir fikir atlasıdır.

Mona Roza'nın Hüzünlü Yankısı

Onu ilk tanıyan pek çoğumuzun hafızasında hâlâ Mona Roza’nın hüzünlü mısraları vardır.

Bir aşk şiiri gibi görünür, ama aslında bir kaderin, bir insanın kendine bile itiraf edemediği derinliklerin şiiridir.

Belki de gençlik yıllarının en masum duygularından, en derin sükûtlarından biri olduğu için bu kadar sevildi.

Bir şairin kalbi o kadar incelir mi?
Evet, incelir.
O kadar incelir ki, kalbi kırdığını düşündüğü bir bakış bile onu yıllarca sessizliğe büründürebilir.

Ama Sezai Karakoç’u sadece o şiire hapsetmek, onun medeniyet çapındaki fikrî dünyasına haksızlık olurdu.

Zira o şiir, sadece bir kapıydı. Onun ardında büyük bir fikir medeniyeti, sahici bir dava, derin bir ruh terbiyesi vardı.

Bugün Biz Ne Yapıyoruz?

Onu anmak elbette güzeldir.
Ama onu anlamadan, onun işaret ettiği ufka yürümeye niyet etmeden yapılan her anma, rüzgârın önünde savrulan yapraklar gibidir.

Bugün sorumluluk bize düşüyor:

- Hakikati eğmeden, bükmeden söyleyebilmek…
- İnsana haysiyetini hatırlatabilmek…
- Kendi iç dünyamızdaki yıkıntıları onarabilmek…
- Toplumu yalnızca eleştirmekle kalmayıp inşa etmeye dair çaba gösterebilmek…

Karakoç’un asıl mirası, işte bu sorumluluk duygusudur.

Bugün sosyal medyada paylaşılan her fotoğraf, her alıntı, her video bir vefa örneğidir elbette.
Ama gerçek vefa, onun bize bıraktığı düşünce mirasını günlük telaşlarımızın ötesine taşıyabilmekte gizlidir.

Onu sadece bir gün hatırlamak değil; her günün bir yerinde hatırlayabilmek, hissetmek, içselleştirmek gerekir.

Sezai Karakoç, çağının ötesini görebilen bir adamdı.
Onu anlamak, bugünümüzü de, yarınımızı da daha berrak görmektir.

Onun İçin Bir Dua

Büyük mütefekkire Allah’tan rahmet diliyorum.
Ruhu, kendi deyimiyle diriliş neslinin dualarıyla şad; toprağı nur, mekânı cennet olsun.

Onun bıraktığı düşünce, bu toprakların ruhuna ışık olmaya devam etsin.
Ve bizler, bu ışığın altında yeniden ve yeniden dirilebilelim.