Devlet yönetimini bir kamyonun direksiyonuna oturmak gibi görmek aslında sadece teknik bir benzetme değildir; içinde yorgunluğu, sorumluluğu, yalnızlığı ve sessizce taşınan endişeleri barındıran bir duygudur. Çünkü yol dediğin hiçbir zaman sadece asfalt değildir. Yol bazen umut olur, bazen yük olur, bazen de insanın kalbine çöken bir karanlık. Bir devletin omzuna binen yük, bir sürücünün gecenin, yağmurun ve yokuşun altında ezilmemek için verdiği mücadeleye çok benzer. Kimi zaman virajlar o kadar keskindir ki, direksiyonu tutan ellerin titrediğini, yüreğinin ürperdiğini kimse bilmez. Kimi zaman öyle dik bir yokuş çıkar ki, motorun homurtusuyla birlikte ülkenin bütün nefesi daralır. Ve bazen, henüz kimse görmeden bir fren kokusu gelir; tehlike uzaktan değil, içeriden yaklaşır.
Sefere Hazırlığın Sessizliği
Uzun bir yola çıkmadan önce yapılan bakım aslında bir ritüeldir. Sürücü, motoru dinler; sesini tanır, eksiklerini hisseder. Çünkü bilirsiniz: yolda kalmak sadece sizin başınıza gelmez, taşınılan geleceğe de zarar verir. Devlet için de böyledir… Büyük bir seferin eşiğinde önce kendi içine döner, kendi çatlaklarına bakar, zayıf noktalarını görür. Kimse tökezlemek istemez; kimse yolun ortasında yalnız ve savunmasız kalmak istemez.
Bu yüzden yolculuğa çıkmadan önce “Arkamda kim var, kim yok?” sorusu sadece bir siyaset sorusu değildir; bir güven sorusudur, bir kader ortaklığı arayışıdır. İnsan, devlet de olsa, sırttan vurulmanın acısını bilir. O acı, yıllardan, yüzyıllardan kalma bir hafızadır.
Aynı Yoldan Geçip Ayrı Yöne Bakanlar
Ama gerçek şu ki… Aynı yolu gören herkes aynı manzarayı görmez. Kimi için karşıdaki dağ umutken, kimi için engeldir. Kimi “gidelim” der, kimi “yanlış yoldayız” diye haykırır. Bu farklılıklar bazen o kadar büyür ki, insan kendisini yalnız bir sürücü gibi hisseder: Aynı araçta mıyız, yoksa herkes kendi yolunu mu çiziyor?
Devletin büyük bir sefere hazırlandığı günlerde sesler çoğalır, sözler sertleşir, niyetler sorgulanır. Bazen iki kelime bile insanın yüreğine ağır gelir. Çünkü yol uzun, yük ağırdır; kimsenin tökezleyecek lüksü yoktur.
Sırtındaki Yük ve Yolun Çağrısı
Ve sen, bu manzaraya bakarken bazılarının bu büyük yolculuğa omuz vermek yerine köstek olduğunu düşünüyorsun. Bu bir kızgınlıktan çok, bir kırgınlık aslında. Bir ülkenin kendi geleceğine yolculuğunda, kendi içinden çıkıp da karşısında duranlara duyulan sessiz bir sitem…
Belki de en acı olan şu: Bazı yol arkadaşlarının seni yarı yolda bırakacağını bilmek; bazılarının ise hiç yola çıkmaya niyetinin olmadığını fark etmek…
Yine de kamyon durmaz. Devlet denen o büyük araç, yolun tüm hırçınlığına rağmen ilerler. Virajı döner, yokuşu çıkar, inişe geçer. Çünkü kaderine bırakılmış bir yolculuk değildir bu; içinde milyonların duası, korkusu, umudu vardır.
Ve Sen, Direksiyonu Bırakmadan…
Her şeye rağmen yol bitmez. Yol bazen incitir, bazen güçlendirir; bazen yalnız hissettirir ama aynı zamanda ait hissettirir. Devletin hazırlığı da, temkini de, tedbiri de aslında tek bir şey içindir:
Hedefe sağ salim varabilmek.
Ve belki de tüm kırgınlığına, tüm sitemine rağmen içinde sessizce söylediğin bir cümle vardır:
“Yeter ki bu yol, milletin yolundan sapmasın.”
