Günümüz insanı, hayatın bitmeyen koşturmacasında çoğu zaman ruhunun sesini duyamaz hâle geliyor.

Sabah telaşı, günün işleri, akşam yorgunluğu derken insan bazen nefes aldığını bile unutuyor.

Oysa kalbin sıkıştığı, kelimelerin tükendiği, insanın kendini yapayalnız hissettiği o anlarda hangi dine mensup olursak olalım hepimizin sığındığı ortak bir limanın adıdır dua.

Dua, ruhun derinliklerine nüfuz eden, insanı hakikate yaklaştıran gizli bir kapıdır.

Mü’min için iman ne ise, ibadetler içinde dua da odur.

İmansız ve amelsiz dua yağsız pilav gibidir; tadı da eksiktir, bereketi de. Çünkü dua, kalpten kopup gelen saf bir yönelişle anlam bulur. Bu yöneliş de ancak sağlam bir iman, riyâsız bir amel temeline yaslandığında gerçek değerini kazanır.

Allah’a samimiyetle açılan her el, içten bir yalvarışla titreyen her kalp, muhakkak ki Rabb’inin rahmet kapısında karşılık bulur.

Kimi zaman sessizce içimizden geçen küçük bir cümle olur dua; kimi zaman bir hüzün gözyaşına karışır ve biz farkında olmadan dua etmiş bulunuruz. Bazen de umutla göğe yükselen bir fısıltı olur, hafif ama güçlü…

Sözlükte “çağırmak, istemek” anlamına gelen dua, kalpte taşıdığı mana itibarıyla çok daha derindir.

İslâm âlimleri duayı “kulun Allah’a yönelişi” olarak tarif ederler. Çünkü dua, kulun acizliğini, ihtiyaçlarını, zaaflarını kabul etmesidir. Aynı zamanda bütün güçlerin, kudretin ve çarenin yalnız Allah’a ait olduğunun itirafıdır.

Bu yönüyle dua, kulun Yaradan’a çok yaklaştığı, insanın Rabb’iyle kurduğu en samimi köprüdür.

Dışarıdan bakıldığında birkaç kelime gibi görünse de aslında içinde bir teslimiyet, bir tevekkül, bir kabulleniş barındırır.

Kur’an-ı Kerim’de dua, yukarıda da değindiğimiz gibi yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda Allah’ın kullarına bir ikrâmı, bir yakınlık nişânesidir.

“Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.” (Mü’min Suresi, Ayet: 60) buyuran Rabb’imiz, aslında kullarına rahmet kapılarının her zaman açık olduğunu müjdeler.

Bu, Yaradan’ın kuluna verdiği değer ve yakınlığın en açık ifadesidir.

Dua, sadece peygamberlerin dilinde değil; sıkıntıya düşen, daralan, çaresizlik yaşayan her insanın gönlünde yankılanan bir sığınma çağrısıdır.

Hz. Yunus’un (A.S.) karanlık denizlerin ve balığın karnının içinden yükselen duası, Hz. Musa’nın (A.S.) kalbini genişletmesi için ettiği yakarış, Hz. İbrahim’in (A.S.) ateş karşısında sükûnetle yaptığı dua…

Hepsi bize aynı hakîkati anlatır:

Dua, imanın nefesi; kulun Rabb’iyle kurduğu en sağlam bağdır.

Modern Dünyada Duanın Gerekliliği

Bugünün insanı, teknolojiyle çevrili olsa da çoğu zaman yalnız.

Kalabalıklar içinde yapayalnız, imkânlar içinde çaresiz…

Bu yüzden belki de hiç olmadığı kadar duaya ihtiyaç duyuyoruz.

Çünkü dua sadece bir ritüel, bir alışkanlık değil; kalbi eğiten, ruhu terbiye eden bir huzur hâlidir.

Dua eden insan, hem kendini hem de hayatın anlamını yeniden keşfeder.

Dua, insanı karamsarlıktan umut ışığına, korkudan güvene, kaygıdan sükûnete taşır.

Mü’min bir kişi bilir ki, sesini duyan bir Rabbi vardır. Ve o Rabb'in rahmeti, kulun düşüncesinden daha geniş, dileğinden daha güzeldir.

Bugün kendinize bir dakika ayırın ve kalbinize şu soruyu sorun:

“En son ne zaman içimi Allah’a tüm samimiyetimle açarak dua ettim?”,

“Duanın sonunda yaşadığım sevince karşılık şükretmeyi bildim”.

Belki de bu soruların cevabı bizi kendimize getiren ilk adım olacak…

Unutmayalım ki dua, sadece ihtiyaçlarımızı dile getirmek değildir. Dua, Allah’ın huzurunda ihlâsla, samimiyetle durabilmenin kendisidir. “Sana muhtacım” diyen kalbin sesidir.

Ve samimiyetle Yaradan’a yönelen hiçbir kalp karşılıksız bırakılmaz.