Bir fidan dikmek…
Kulağa sıradan mı gelir, değil mi? Küçücük bir çukur kazılır, bir avuç hayat serpilir, ardından bir can yeşermeye başlar.
Oysa bu eylemin kalbinde, insanlığın en eski duası saklıdır: “Var olmak, yaşatmak ve hatırlanmak.”

Toprak, insanın evidir. Ve her fidan, o eve duyulan şükranın yüce ifadesidir.
Bir ağacın kökü ne kadar derine inerse, insanın vicdanı da o kadar genişler. Çünkü bir ağacı diken kişi, gölgesinde oturamayacağını bile bile geleceğe iyilik bırakandır.

Fidan dikmek, doğaya yapılan bir yardım değil, doğayla yapılan bir barıştır.
İnsanlık, hızla betonun ve ekranların arasında sıkışırken, bir avuç toprak bize yeniden kim olduğumuzu hatırlatır. Ellerimiz çamura bulandığında kalbimiz arınır; toprağa eğildiğimizde benliğimiz büyür.

Bir ağacın da bir kalbi var…
O kalp, rüzgârla konuşur, kuşlara sığınak olur, insanın içindeki sükûnu yankılar.
Bir ağacın gövdesine dokunan kişi, farkında olmadan kendi özüne dokunur.

Ortaokullarda yapılan programlarda o minik fidanlar, aslında eğitim sistemimizin en güçlü metaforudur:
Küçük yaşta kök salan değerler, yıllar sonra meyve verir.
Bir öğrencinin eline verilen o genç fidan, bir ders kitabından çok daha fazlasını anlatır:
Sorumluluk, sabır, süreklilik, şefkat ve aidiyet.

O çocuk büyür, okuldan mezun olur, şehirler değiştirir;
ama içindeki o “fidan anısı” kökünden kopmaz.
Bir gün bir ormanda yürürken, bir ağacı fark eder, durur…
Ve o an, içinden bir ses şöyle der:

“Ben de bir zamanlar bir yaşam başlatmıştım.”

İşte o farkındalık, dünyanın kurtuluşudur.
Çünkü gerçek değişim, büyük projelerle değil, küçük ellerin toprağa değmesiyle başlar.

Bugün bir fidan dikmek, yalnızca bir çevre eylemi değildir;
geleceğe yazılmış bir mektuptur:
“Biz buradaydık ve yaşatmayı seçtik.”

Her fidan, bir çocuğun kalbine yerleşen bir umut cümlesidir.
Ve o cümle, yıllar sonra orman olur, nefes olur, gölge olur.

“Bir ağacın büyümesi için su gerek,
fakat insanın büyümesi için sorumluluk gerek.”

Fidan dikmek, bu iki gerçeği aynı anda öğretir.
Toprağa inen her kök, bize bir kez daha şunu söyler:
Dünyayı kurtarmak için mucizeye gerek yok.
Bir avuç toprak, biraz su, bir niyet… ve sevgi yeter.

Kıymetli Eğitimci Kemalettin Asiltürk’ün değerli düşünceleri gibi; ‘’Her fidan dikimi, bir tohumdan öte, bir karakter inşasıdır. Çocuklarımız toprağa dokunarak aslında yaşamın kendisine dokunuyor. Biz sadece bir ağaç dikmiyoruz; sabrı, sorumluluğu, emeği ve sevgiyi ekiyoruz. Fidan, büyümek için zaman ister. Çocuk da öyle... Onlara sabrın güzelliğini öğretmenin en sade yolu, bir fidanın büyümesini izletmektir. Yarın bu çocuklar o ağacın gölgesine oturduklarında, doğadan evvel; kendi emeklerini hatırlayacaklar. Toprak bizi ayırmaz, birleştirir. Eğer her çocuk bir fidan diker ve onu sahiplenirse, dünya yalnızca yeşermez, iyileşir de. Çünkü en kalıcı eser, taş değil, yaşamın kendisidir.’’