Bazı günler vardır; zaman akar ama ruh durur. Gökyüzü mavidir belki ama içindeki gölge, gece gibi. Kalabalıkların arasında yürürsün ama adımların boşluğa basar. İşte tam orada, görünmeyen bir şey usulca çekilir içinden: anlam ipliği…
O iplik, öyle bir şeydir ki ne elinle tutabilirsin ne gözle görebilirsin. Ama o koparsa, her şey çözülür. Kelimeler yerini suskunluğa, tebessümler donuk bakışlara bırakır. Yaşamak, yapılması gereken bir görev gibi gelir; hissetmek ise lüks bir eylem gibi…
İnsan sanır ki anlam, büyük zaferlerin, alkışların, başarıların ardından gelir. Oysa o, çoğu vakit sabah kahveni içerken pencerene konan serçede, bir çocuğun oyun çağrısında, samimi motive edici güzel sözlerde ya da yaşlı bir çiftin sokakta tuttuğu elde gizlidir. Temsilleri çoğaltabiliriz. Anlam, çoğu zaman fısıltıyla gelir, bağırmaz. Sessizce örer içini şayet fark edersen. İşte mânânın sırrı, kalıcı olan güzel anılarda gizlidir. Bunun yolu yaratılış amacını bilmektir.
Her şey mahrumiyet ile zâil olabilir: âile, mekân, hürriyet, hattâ sıhhat. Lâkin bir cevher vardır ki ne zindanla silinir ne de elemle eksilir: Tavr-ı insânî…
İşte mânânın ince dokusu, tam da bu tavırda tezâhür eder. Keder karşısında sabrı takınmakta, felâket içinde vakarını muhâfaza etmekte, ye'se rağmen bir kez daha azim ile yol almakta gizlidir o mânâ.
Ve bu hâle ermenin, bu meşreb-i âliyyeye vâkıf olmanın menbaı şudur:
Marifetullâh ile Cenâb-ı Hakk’ı tanımak, nefsini tezkiye etmek, ahlâk ile kemâle ermeye gayret etmek ve fânîye değil, bâkî olana kalbi bağlamaktır.
Kimisi kendini aramak murâdıyla dağlara çıkar, kimisi satırlara sığınır, kimisi ise sokakların hengâmesinde iz sürer.
Lâkin ekseriyetle mânânın ince ipliği ne dış âlemde ne de gözle görünürde zuhur eder.
O sır, insânın en derûnî ve en sâkin menziline gizlenmiştir:
Kalbinin, yara almış lâkin hâlâ atan o mahzun köşesine...
Mânâ, bâzen bir kimsenin gözlerinde parıldayan emniyet olur; bâzen de bir 'iyi ki mevcûdsun' kelâmının gölgesinde serpilir, yeşerir.
Lâkin ekseriyetle, kimsenin seni görmediği ânlarda attığın o sahîh adımda saklıdır.
Ne bir kul işitir ne bir nazar şâhid olur belki...
Amma velakin sen bilirsin:
‘Bu mânâ ipliği hâlâ elimdedir.’
Hayat bir kumaş değildir; bir örgüdür. Her günün bir düğümü, her seçimin bir ilmeği vardır. Ve sen yaşadığın her şeyle, sevinçle, hüzünle, bekleyişle o örgüyü örmeye devam edersin. Kopmuş gibi hissettiğin anlarda bil ki iplik hâlâ oradadır. Belki kör bir düğümdedir sadece. Ama çözülür. Emekle, sabırla, içten bir dua ya da derin bir nefesle...
Ve o ipliği yeniden tutarsan, hayat bir kez daha anlamaya başlar seni.
Çünkü sen, anlamaya başlamışsındır onu…
Zamanın En Büyük Sorunu, Anlam Yoksunluğu
"Teknolojinin tezâyüdü, hayatın sür’at kazanması ve malûmatın her geçen gün artmasıyla, insanoğlu meşgûliyet içinde boğulurken, 'neden yaşıyorum?' suâline cevap veremez hâle gelmiştir.
Gördü, öğrendi, harcadı… Lâkin hakîkî mânâyı yitirdi.
Kalabalıklar içinde yalnızlık çekti, envâ-i çeşit irtibat vâsıtalarına rağmen anlaşılmaz oldu. Nîmet çokluğu içinde kanaatsizlikle mahzûn kaldı.
Bu mânâ boşluğu:
- Ferdî, ye’se ve buhrâna,
- Cemiyeti, kimliksizlik girdâbına,
- Tabiatı, hoyrat ve hunhar bir isrâfa,
- İnsanı ise, insanlık mefkûresinden uzak bir sefâlete sürüklemektedir.
Zamanın en büyük sorunu; neye sahip olduğumuz değil, neye neden sahip olduğumuzu bilememek. Ruhun gıdasız kalması, insanı en büyük yoksulluğa sürüklüyor: Anlam yoksulluğu.
YANKI
Konuşan yüzler geçiyor önümden,
Hepsi birer yankı,
Hiçbiri sesim değil.
Gülümsüyor şehir vitrinleri,
Işıklar yanıyor geceye karşı
Ama içimde hep loş bir oda kaldı.
Omuz omuza sürükleniyorum,
Bir kalabalığın içinde
Sadece kendime çarpıyorum.