Hepimizin hayatında, belleğimizin en kuytu köşelerinden fırlayıp gelen, bizi anında o eski günlerin tozlu ama bir o kadar da parlak hatıralarına götüren bir ses vardır.
O ses, sadece bir melodi değil, aynı zamanda silinmez bir zaman tünelidir. O sese veda etmek...
İşte bu, bir sanatçıya değil, koca bir gençliğe, bir döneme veda etmektir.
Türk Sanat Müziği'nin efsanevi güçlü sesi Muazzez Abacı'nın aramızdan ayrılış haberi de tam olarak böyle bir acı, böyle bir kopuş yarattı gönüllerimizde.
Siyah-beyaz bir fotoğraf karesi canlanıyor gözümde.
Tek kanallı TRT ekranı, titrek bir görüntü, hafifçe karlı bir fon...
Ve o ekranın tam ortasında, kadife sesinden yayılan her nağmeyle ruhumuzu okşayan, bizi alıp götüren asil bir kadın: Muazzez Abacı.
Başka seçeneğimiz yoktu belki; kumanda kavgası, kanal zenginliği bilmezdik.
Ama ne büyük zenginlik!
O tek kanal, bize sanatı en has hâliyle, en damıtılmış duygularla sunardı.
Radyoda "Vurgun"
Televizyon, onu görme şansıydı. Ama radyo... Ah, radyo! Onunla kurduğumuz bağ bambaşkaydı.
Akşam yemeği sonrası, loş ışık altında radyoyu açtığımız o anı hatırlarım.
Odaları saran o sıcak, o davetkâr ses... Gözlerimizi kapatıp sadece sese odaklandığımızda, her bir tını, her bir makam, en derin yaralarımıza merhem olurdu.
"Gözlerim uykuyla barıştı sanma
Sen gittin gideli dargın sayılır
Ben de bir zamanlar sevildim amma
Seninki düpedüz vurgun sayılır."
Muazzez Abacı'nın sesi, bir enstrüman gibiydi; hıçkırığı da içine alırdı, neşeyi de, en ağır kederi de.
"Vurgun" derdi, sanki tüm acıları tek bir nefeste anlatırdı... "Bana her şey seni hatırlatıyor" dediğinde de, sanki o anki tek muhatabı biz olurduk.
O şarkılar, sadece aşkı anlatmazdı; vefayı, hasreti, Boyabat'ın eski bir sokağındaki hüznü de taşırdı.
Bizim kuşağımız, aşkı ondan öğrendi, ayrılığı onunla yaşadı ve belki de en önemlisi, duyguları açıkça ifade etmenin inceliğini onun o görkemli ancak bir o kadar da içten yorumunda buldu.
Sanatın Zarafeti
Muazzez Abacı, sadece olağanüstü bir sese sahip değildi; o, aynı zamanda bir duruş, bir zarafet abidesiydi.
Sahnedeki asaleti, şarkı söylerkenki samimi mimikleri, Türk Sanat Müziği'nin o köklü geleneğini modern zamanlara taşıyan bir köprüydü.
Edebiyatla iç içe geçmiş güfteler, onun yorumuyla âdeta yeniden doğar, şiirden fırlamış birer cana dönüşürdü.
Gençliğimizde öğrendiğimiz makamların adlarını, notaların ruh hâllerini, şarkıların hikâyelerini onun sayesinde daha çok merak ettik, daha çok sevdik.
O, bize sadece dinlemeyi değil, aynı zamanda hissetmeyi öğretti.
Geçtiğimiz hafta ABD'de kalp krizi geçiren Muazzez Abacı, bugün akşam saatlerinde hayatını kaybetti. Bir devir kapandı...
Biliyoruz ki, hayat devam ediyor ve yeni sesler çıkacak, yeni yıldızlar parlayacak. Ama bazı sesler, hafızadan silinmez.
Onlar, bir milletin kolektif vicdanına, ortak anılarına kazınmıştır.
Şimdi yapabileceğimiz tek şey var: Gözlerimizi kapayıp bir kez daha onun sesini dinlemek.
O siyah-beyaz televizyon ekranının büyülü anlarını, o cızırtılı radyonun sıcaklığını yeniden anmak. Çünkü o şarkılar, onun bize bıraktığı en değerli miras.
Hoşça kal Muazzez Abacı. Güle güle! Bize yaşattığın tüm o saf, duru ve derin duygular için teşekkür ederiz.
