İnsanoğlunu yoktan var eden Allah-ü Teâlâ (CC) ölümü de yaratmıştır. Ölüm, günü ve saati geldiğinde kapıyı çalacaktır. Yaratılmış her bir canlı o gün, o saatte ruhunu teslim edecek, ebedi yolculuğa çıkarılacaktır. Sevdiği ne varsa geride bırakılarak… Süleyman’a kalmayan dünya kime kalabilir ki…

Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya meşguliyetine kendini kaptıran insanoğlu, vakti saati geldiğinde ölümün çağıracağını hiç düşünmüyor. Oysa yaşamın her aşamasında var olan ölüm, insanoğluna hayatın dünya içinde bâkî olmadığını hatırlatır.
Yaşıyorken sık sık mekân değiştiren insanoğlu, ölümün ardından dünyasını da değiştiriyor. Yalan dünyadan hak olan dünyaya yani sonsuzluk âlemine göç ediyor.
Evet! İnsanlar ölüyor, ölmeye de devam edecek. Dünya hayatının kuralı böyle… Öte yandan insanoğlunun yaşadığı şehirler de ölecek. İnanmıyorsanız tarihe şöyle bir göz atın. Toprak altında yatan nice şehirler var…
Bize düşen vazife insanları da, içinde hayat sürdüğümüz şehirleri de yaşatmak olmalıdır; yaşatabildiğimiz kadarıyla tabi. 
Bilenler bilir. Şehirlerin de bir ruhu vardır; hissedilmese de… Şehirleri inşa ve imar edenler, manalaştıranlar, anlamlı kılanlar insanlardır. İnsanlar yaşatır şehirleri. İnsansız şehirler aslında birer ölüdürler. Anlayacağınız şehirlerin ölümü, Âlimlerin ölümü gibidir. 
2015 yılının Mayıs ayında kaleme aldığım “Şehirler de ölür!” başlıklı yazımı yeniden sizlerle paylaşmak istiyorum müsaadenizle.
*****
İnsanoğlunun yerleşik hayata geçmesiyle kentsel yaşamın başladığı, kentlerin kurulmasına paralel olarak da cadde ve sokak kavramının doğduğu rivayet edilir.
Kentleşmeye olan eğilim, şehirlerde insan hareketliliğini ve yoğunlaşmasını sürekli arttırmıştır. 
Kırsal alanlardan kentlere olan insan göçü, coğrafik olarak mekânların genişlemesini zorunlu kılmış; cadde ve sokaklardan sonra semtler ve şehirlerarasındaki irtibatı sağlayan yol kavramı insanoğlunun yaşantısında yer almaya başlamıştır.
1900’lü yıllara kadar yayalara ve motorsuz taşıtlara hizmet eden cadde, sokak ve yollar, bu tarihten itibaren motorlu taşıtlara da hizmet etmeye başlamıştır.
Dünyada ve ülkemizdeki hızlı kentleşme ve artan taşıt trafiği özellikle şehirlerde rahat dolaşımı kısıtlamaktadır. İhtiyaç ve estetikten uzak şehir mobilyaları da öyle..
Günümüz dünyasında kent mobilyaları, ulaşım ve iletişim araçları hızla gelişmekte, üstün teknolojiye sahip araç ve modellerin üretimi baş döndürücü bir şekilde çoğalmaktadır.
Yeni alınan bir otomobil, ya da cep telefonu mekanik ömrünü tamamlamadan bir yıl içerisinde eski model veya marka halini alabilmektedir. 
Teknolojide uzun zamandır devam eden inovatif-yenileşim proje ve uygulamalar, yeni araç marka ve model alımlarını cazip kıldığı herkesin malumu. Bu yüzden olsa gerek hurdalıklar eski otomobil ve iletişim araçlarıyla dolu. En çok harcamaları da bu kalemlere yaptığımız bir vakıa.    
Bizim burada dikkat çekmeye çalıştığımız konu şehirlerdeki ulaşım zorluğudur.
Bugün kentlerimiz ulaşım araçları tarafından işgal edilmiş durumdadır. Şimdilik gökyüzü hariç her yer mekanik araçlarla dolu. Sokaklarımız, caddelerimiz, yollarımız gelişi güzel park edilen araçlar yüzünden yürünemez-geçilemez vaziyettedir. Ana yollarımız bile artık geçit vermemektedir. Trafik sıkışıklığı hat safhada… 
Öyle bir an geliyor ki; bir mevki veyahut semtteki kısa süreli seyahatimiz saatlerimizi alıp götürmektedir. Başka bir anlatımla zamanımızı çalmaktadır. 
Gelişi güzel park etmeler sokak ve caddelerle sınırlı kalsa yine şükredebiliriz belki. Heyhat ki, yaya kaldırımları da otomobiller başta olmak üzere pek çok araçlar ve ürünler tarafından işgal altındadır.
Şehirleri oluşturan insan, kendisinin inşa ettiği kente artık ulaşamamaktadır. Sosyal mekânları kullanamamaktadır. Tarifi neredeyse imkânsız erişilebilirlik sorunları yaşamaktadır. Ulaşamadığımız-erişemediğimiz şehirler bizim olmasa gerek. 
Yaşadığımız sorunlara baktığımızda, ulaşım araçlarını göz önünde bulundurarak kentleri tasarlamadığımız, burada en önemli unsur olan insan faktörünü, bununla birlikte yaya ulaşımını hep göz ardı ettiğimiz anlaşılıyor. Oysa şehirleri anlamlı kılan insandır. 
İnsanın yaşamını zorlaştıran bir şehrin geleceğinden bahsetmek çok güçtür. Kentleri insanlar ayakta tutar. Aksi halde, an gelir şehirler de yıkılır; ölür!  
Yerelden sorumlu yöneticilerimiz ve şehir plancılarımız insanın yaşamını kolaylaştıracak şekilde şehirleri tasarlamalı, planlamalı, çizimlerini ona göre yapmalıdırlar.
Otomobillerin etkin olduğu kent planlarının yerine yaya erişilebilirliğinin temel alındığı kent tasarımları ve mekânları oluşturmak en akıllı davranış olarak görülmelidir.
Kentsel mekânların gerçekte sahipleri insanlardır. Araç trafiğinden arındırılmış, yaya erişimini kolaylaştıran, toplumsal ve kültürel yaşamı zenginleştiren mekânlar oluşturmak öncelikli görevimiz olmalıdır.