Salât ü selâm her dem O Server-i enbiyaya olsun…
Hz. Muhammed (s.a.v.); kâinatın nuru, insanlığın yol göstericisi, Hakk'ın en parlak aynası ve yaratılışın en büyük hikmetidir. “O zât ki: Ümmetine karşı şefkatli bir peder gibi; hatta daha ziyade şefkatli idi.” (Sözler, 19. Söz)
“Evet, o zât bir misbah-ı nurdur (ışık kandili). Şu kâinat sarayının bir lambası, bir nuru hükmündedir. Eğer o zât olmasaydı, bu âlem hiçlik karanlıklarına düşecekti.” (Mektubat, 19. Mektup)
“Rahmeten li’l-âlemîn olan Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, bütün insanlar, hattâ cinniler, hattâ bütün mahlûkat namına Hâlık-ı Kâinat’a arz-ı ubudiyet etmiş.” (Sözler, 19. Söz)
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yapılan hakaretler, sadece bir kişiye ya da inanca değil; insanlığın ortak vicdanına, kutsal değerlere ve birlikte yaşama ahlakına yapılan bir saldırıdır. Fikir özgürlüğü ile hakaret arasındaki çizgi bellidir. Bir insanın en kıymetli gördüğü değere sistematik olarak saldırmak, ifade değil, provokasyondur. Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) yapılan bu hakaretler, bilinçli olarak:
|Müslümanların duygularını tahrik etmek,
|İnançlarını alaya almak,
|Çatışma üretmek amacı taşır.
|Haricen, hali hazırda devam eden Filistin meselesine perde çekmeyi amaçlayan bambaşka boyuttur.
|Ve bu ne bireysel özgürlükle ne de ahlaki tutarlılıkla açıklanabilir.
Bir hakikati açıkça söylemeliyim: Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimiz, tarihte sadece bir dinin önderi değil; adalet, merhamet ve insanlık davasının en yüksek örneğidir. Ona saldırmak; bu değerleri aşağılamak anlamına gelir. Bu hakaretler, bir mü’minin can evine dokunur. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimiz, müminin gönlünde öz babasından, evladından, hatta nefsinden bile daha kıymetlidir. Bu nedenle Müslümanların tepkisi sadece bir kırgınlık değil; imanî bir sadakatin haykırışıdır.
Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.)’e yapılan hakaretlere karşı sessiz kalmak zilletin başlangıcıdır
İnsanoğlunun yaratılış gayesi, hakkı tanımak ve hakikate yönelmekle anlam kazanır. Bu hakikat, bütün zamanların ve mekânların örnek şahsiyeti olan son peygamber Hz. Muhammed Mustafa’da (s.a.v.) efendimizde en kâmil biçimini bulmuştur. Ne var ki çağımızda özgürlük, sanat ya da ifade hakkı adı altında Resûlullah’a dil uzatılması, sadece Müslümanları değil, insanlık onurunu önemseyen her vicdan sahibini yaralamaktadır. Çünkü o, sadece bir ümmetin peygamberi değil; alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir hakikat önderidir.
Kur’ân-ı Kerîm, Resûlullah’ın (s.a.v.) yüceliğini ve üstün ahlâkını şu ifadelerle dile getirir:
“Ve şüphesiz sen, yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4)
Bu ayet, sadece bir methiye değil; aynı zamanda Allah c.c katında onaylanmış ahlaki bir zirvenin ilanıdır. Ona yapılan her türlü hakaret, aslında bu yüce mesajın sahibine bir başkaldırı ve insanlığın ortak değerlerine karşı çirkin bir saldırıdır. Hakaret edenlerin ne denli bir merhamet sultanına karşı saygısızlık ettikleri açıkça ortadır.
Tarih boyunca İslam medeniyetinde Peygamber sevgisi, bir inançtan öte bir yaşam biçimi olmuştur. Mevlid-i Şerif'ten Kaside-i Bürde’ye, Yunus Emre’den Fuzulî’ye kadar sayısız şair, O’nu överken sadece bir peygamberi değil, aşkın, ahlakın ve erdemin timsalini anlatmıştır:
“Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.”
(Yunus Emre)
Bu beyit, bir halkın yüreğinde O’na duyulan saygının asırlardır canlı tuttuğu duygunun tercümesidir.
İfade Özgürlüğü Kılıfı: Modern Cahiliyye
Bugün bazı çevreler, Peygamber Efendimiz’e yapılan hakaretleri “ifade özgürlüğü” kılıfı altında meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ancak özgürlük, başkalarının kutsal değerlerini çiğneme hakkını vermez. Nitekim uluslararası insan hakları bildirgeleri de inanca saygıyı bir hak olarak tanımlar. İfade özgürlüğü, hakareti değil, hakkı dile getirme özgürlüğüdür. Aksi halde, bu özgürlük terörü; barışı değil, nefreti besler.
O’na yapılan saldırılar, yalnızca bir şahsiyeti değil; adaleti, merhameti ve ümmetin izzetini hedef almaktadır. Sessiz kalmak; bu saldırıları onaylamak, değersizliğe razı gelmektir. Ancak unutulmamalıdır ki, O’nu seven yürekler susmaz, O’na uzanan diller cevapsız kalmaz. En büyük cevap, O’nun ahlakını yaşamaktır. En gür direniş, sevgiyle kuşanmış bir ümmetin ahlâkıdır.
“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”
(Ahzâb, 33/56)