Kurban Bayramı'nı geçirmek üzere bu yıl kendimi Sinop’un şirin ilçesi Boyabat’ta buldum.
Bayram tatilinin kısa tutulmasının da etkisiyle olacak ki, bu kez daha sakin bir bayram yaşanıyordu ilçede.
Önceki yılların yoğunluğu yoktu belki ama Boyabat’ın o tanıdık huzuru, insanın içine işleyen dinginliği yine tüm sıcaklığıyla hissediliyordu.
Her ne kadar kalabalıklar azalmış olsa da çarşı-pazarda bayrama hazırlık telaşı devam ediyordu.
Kurbanlık alışverişleri, bayram sofralarının eksikleri ve geleneksel telaşlar Boyabat’ın sokaklarını bayrama hazırlıyordu.
Sabahın erken saatinde bayram namazı için yönümü Orta Çarşı’daki tarihi Beyazıt Camii’ne çevirdim.
Yerel halkın “Büyük Cami” diye andığı bu görkemli yapı, tarihî dokusunu koruyarak aslına uygun biçimde restore edilmiş.
Caminin taş duvarları, ahşap tavan süslemeleri ve tarih kokan mihrabı arasında ibadete hazırlanırken, yalnızca dini bir görevi yerine getirmek değil; bir tarihe, bir kültüre dokunmak hissi de ağır basıyordu.
Namaz vakti yaklaşırken cami yavaş yavaş dolmaya başladı.
O sırada cemaatin arasında bir hareket dikkatimi çekti. Saf arasında sevimli bir detay vardı: Bir kedi, hiç çekinmeden safların arasında dolaşıyor, insanlara yaklaşarak sanki bayramlaşıyordu. Sevimli kedinin ne bir telaşı vardı ne de bir yabancılık hissi. O anda, bayramın yalnızca insanlar için değil, kalbi olan her canlı için bir paylaşım zamanı olduğunu bir kez daha anladım.
Namaz öncesinde ilçe müftüsünün kısa ama anlamlı vaazının ardından, belki de artık pek az yerde sürdürülen bir gelenek hayata geçti.
Müftü, imam ve müezzin öncülüğünde cami cemaati tek tek, sıra ve düzen içinde birbirleriyle tokalaşarak bayramlaştı.
Cemaatte ne bir acelecilik ne de bir zorunluluk vardı. Yüz yüze bakılarak edilen her "Bayramınız mübarek olsun" cümlesi, insanın içini ısıtıyordu.
Bugünün dünyasında insanlar birbirine yabancılaşmışken; bir selamın, bir tokalaşmanın, bir tebessümün bile anlamı büyük.
Beyazıt Camii içinde yaşanan bu sahne, unutulmaya yüz tutmuş bir geleneğin hâlâ yaşatıldığını görmek açısından son derece anlamlıydı.
Belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey tam da buydu: Samimiyet ve tevazu...
Bayramın ruhu, sadece kurban kesmek ya da tatil yapmakla sınırlı değil. Asıl mesele, gönülleri buluşturmak, kalpleri birleştirmek.
Boyabat’ta geçirdiğim bu sade ama dokunaklı bayram sabahı bana, Anadolu’nun hâlâ bu ruhu taşıdığını gösterdi.
Camiden ayrılırken hâlâ insanların tokalaştığını, bir köşede çocukların gülümsediğini, o kedinin hâlâ orada dolaştığını görmek, bu toprakların mayasında bir şeylerin eksilmediğini gösteriyordu.
Bu bayram sabahı, geçmişin gölgesinde geleceğe dair umut taşıyordu.
Bayramınız mübarek olsun.
Sağlıkla, huzurla, dostlukla...