Bir ülkede silahlar susunca, önce toprak nefes alır. Sonra insanlar. Ardından piyasalar.
Türkiye, uzun yılların ardından işte tam da böyle bir eşiğe geldi.
PKK’nın kendini feshedeceğine yönelik açıklamalar, silahların bırakılması ve teslim sürecinin netleşmesi, sadece güvenlik anlamında değil, toplumsal psikolojide de kırılma yaratabilecek bir gelişme.
“Terörsüz Türkiye” söylemi artık bir temenni değil, planlı bir gerçekliğe dönüşüyor.
Yıllardır ekonomi üzerinde kara bulut gibi dolaşan güvenlik riski, bugün itibarıyla çözülmeye yüz tuttu.
Ve bu yeni iklim, dövizi ve altını dizginlerken, borsayı yukarı taşıdı.
Çünkü yatırımcı korku değil güven arar.
Bir ülkede güven varsa, sermaye gelir. Sermaye gelirse üretim olur. Üretim olursa umut büyür.
Ama sadece içeride değil, dışarıda da büyük bir diplomatik atılımın içindeyiz.
Rusya-Ukrayna savaşında arabuluculuk rolünü bugüne dek başarıyla sürdüren Türkiye, şimdi barış masasına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Üstelik bu masa sıradan bir masa değil. Putin, Zelenskiy ve hatta Trump gibi aktörlerin İstanbul’da buluşması ihtimali konuşuluyor.
Böylesi bir diplomatik trafik, Türkiye’nin sadece bölgesel bir güç değil, küresel bir denge unsuru olduğunun göstergesidir.
Yıllardır Batı’nın gölgesinde kalmaya zorlanan bir ülkenin, doğrudan kendi gölgesini uzatmaya başlamasıdır bu.
Altın düştü. Döviz geriledi. Borsa yükseldi. Ama bunlar yalnızca rakam değil. Bu; değişen bir iklimin, şekillenen bir geleceğin habercisi.
Silahların yerine diplomasinin konuştuğu, belirsizliklerin yerine öngörülerin yazıldığı bir Türkiye.
Ama bu bir final değil, bir başlangıç... En az barış kadar, barışı yönetmek de önemlidir. İç barış kadar dış dengeyi korumak da.
Ekonomik kazanımları kalıcı kılmak, siyasi istikrarı destekleyecek toplumsal birleştiricilikle mümkündür.
Ve şimdi Türkiye’ye düşen en büyük görev, bu sessizliği doğru okumaktır.
Çünkü bazen en büyük güç, silahların değil, susan silahların ve konuşan akılların arasındadır.