İdeal Gençlik: Tarihsel, Kültürel ve Evrensel Bir Yolculuk Mehmet Düğmeci
Gençlik… İnsan ömrünün en ışıklı, en gür sesli, en diri çağı. Her toplumun ona yüklediği bir anlam, her çağın ondan beklediği bir hayal
olmuştur. Kimileri için gençlik, delikanlılık demektir: cesaretle riskin,
isyanla umudun buluştuğu o kıpır kıpır dönem. Kimilerine göre ise
gençlik, aklın ve ruhun aynı anda kanatlandığı; insanın kendini,
toplumunu ve dünyayı keşfe çıktığı kutsal bir eşiktir.
Peki, “ideal gençlik” dediğimizde neyi kastederiz? Belki dürüstlüğün, adaletin, merhametin ete kemiğe bürünmesini… Belki cesaretin, üretkenliğin, vizyonun aynı gövdede can bulmasını… Belki
de geçmişin kökleriyle geleceğin ufuklarını bir arada taşıyan bir insan
tasavvurunu. İnsanlık tarihi boyunca bu soruya verilen cevaplar çeşitlenmiş,
fakat özünde hep aynı damarda birleşmiştir: Platon’un ideal devletinde
erdemli ve bilgili genç; Konfüçyüs’ün saygılı, bilge evladı; Gazali’nin
terbiye edilmiş ruhu; Rousseau’nun doğaya en yakın çocuğu;
Mevlana’nın sevgiyi yücelten saf enerjisi; Mandela’nın özgürlük
savaşçısı… Hepsi farklı kültürlerin sesiyle konuşur, fakat gençliği bir
umut, bir dirilik kaynağı olarak görme konusunda ortak düşüncede birleşirler. Bizim dünyamızda da farklı yankıları var bu sesin. İslam kültüründe genç, iman ve iradenin en güçlü, heyecanın en yoğun olduğu dönemin temsilcisidir. Türk kültüründe ise genç, alp’tir, yiğit,
töreye sadık, cömerttir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında gençlik, milletin geleceğe yürüyen umudu oldu. Atatürk, “Ey Türk Gençliği!” diye seslenirken yalnızca bir kuşağa değil, aslında zamana meydan
okuyordu. Mehmet Akif imanla, Ziya Gökalp kültürle, Ali Fuad Başgil ise ilim ve ahlakla yoğrulmuş bir gençliği hayal etti. Bütün bu düşüncelerin ortak paydası açıktı: Genç, pasif, hayata bir seyircolamaz; aksiyonun, üretimin ve sorumluluğun merkezinde yer almalıdır.
Bugün ise mesele daha da genişledi. Dijital çağın gençlerinden beklenen, sadece yerel değil, küresel bir duyarlılıktır. Çevre krizleri, adaletsizlik, savaşlar, hızlı gelişen teknoloji… Hepsi gençliğin önünde hem aşılması gereken engeller, hem de yükselebilecekleri yeni alanlar ve fırsatlar olarak duruyor. Artık “ideal gençlik” sadece kendi mahallesine değil, dünyanın öteki ucundaki sorunlara da kulak vermek zorundadır. Ama unutmamak gerekir: gençlik dediğimiz şey, yalnızca toplumsal bir proje değil; aynı zamanda bireyin kendi yolculuğudur. İçimizdeki merak ve arayışlarla, düşüp yeniden kalkışlarla yoğrulan bir dönemdir. Bazen cesurca haykırmak, bazen sessizce direnmek, bazen de bütün dünyanın yükünü sırtlayacakmış gibi yürümek demektir. Benim gözümde ideal gençlik, kökleriyle barışık ama ufku açık gençliktir. Tarihinden güç alır, çağını tanır, geleceğe doğru yürür. Ne sadece geleneğin gölgesinde kalır, ne de yalnızca yeniliğin büyüsüne kapılır.
Yerelden evrensele bir köprü kurar; kendini geliştirirken hem milletine, hem insanlığa hizmet eder.
Kısacası, ideal gençlik; bir milletin hafızasıyla insanlığın vicdanı arasında kurulmuş o ince ama bir o kadar da güçlü köprüdür. Milletin hafızası demek; tarihin, kültürün, inançların, hatıraların ve değerlerin toplamı demektir. İnsanlığın vicdanı ise adaletin, merhametin, doğruluğun ve evrensel iyilik anlayışının yansımasıdır. İdeal genç, işte bu iki kaynağı birbirine bağlayarak geçmişten aldığı mirası geleceğe taşır, fakat bunu yaparken sadece kendi milletine değil, tüm insanlığa karşı da sorumluluk hisseder. Çünkü bu gençlik, dar bir milliyetçiliğin
ya da yalnızca bireysel çıkarların değil, aynı zamanda evrensel bir ahlaki duruşun temsilcisidir. Dolayısıyla bizler, bu köprüden geçecek gençlere destek olmakla sorumluyuz. Hafızası güçlü ama vicdanı diri bir gençlik, hem milletinigeleceğini inşa eder hem de insanlığın ortak değerlerine katkı sunar. İşte ideal gençlik, bu ikisinin dengesi üzerinde yükselmelidir