İnsanoğlunun yeryüzündeki serüveni, yalnızca maddi bir varoluş değil; aynı zamanda anlam, adalet ve merhamet arayışının da tarihidir. Hz. Âdem’in yeryüzüne ilk adımını attığı andan itibaren karşısında uzanan uçsuz bucaksız denizler, yemyeşil ovalar, heybetli dağlar; dallarda salınan meyveler, toprağın bereketinden fışkıran sebzeler; ötüşüyle insanın ruhunu okşayan bülbüller, çevresinde dolaşan sığırlar… Hiçbiri onun için bir anlam ifade etmiyordu. Kendini bilmez, şaşkın, yersiz yurtsuz bir yolcu gibi dolaştı durdu kâinatta. Ta ki hayat arkadaşı Havva’ya kavuşuncaya dek…

İşte o andan itibaren hayat bir anlam kazandı. Beraberce geleceğe dair hayaller kurdular, çocukları oldu. Böylece sevinç ve hüzün, merhamet ve kıskançlık gibi insana dair duygular ilk kez onların yüreğinde hayat buldu. Fakat bu yeni başlangıç sadece sevgi ve huzurla değil; aynı zamanda kıskançlıkla, öfkeyle, hırsla da yoğruldu. Kardeş kardeşe düşman oldu, kan döküldü. İnsan, nefsin gölgesinde sınanır oldu. Toprağa düşen ilk kurbanla birlikte insanlık, hem yaşamı hem ölümü öğrendi.

Zaman aktı, nesiller çoğaldı. Şehirler kuruldu, medeniyetler doğdu. Fakat insanın özü değişmedi. Hırsla aradı; ne aradığını bilemedi, bulamadı, hakikati unuttu. Nefsin ayartıcı sesi her çağda başka bir kılığa bürünerek insanı yoldan çıkardı: Bazen güç, bazen servet, bazen şehvet, bazen de putlar… İnsan, kendi elleriyle yaptığı tanrılara secde eder hâle geldi.

İnsanlığın ikinci atası, hakikatin peşinde yürüyen büyük arayıcı Hz. İbrahim, aileyi yeniden inşa etti. O da çocuklarıyla sınandı. Hz. Âdem ile başlayan insanlık yolculuğu, Hz. İbrahim’le bir yön kazandı. Kardeşlik yeniden tanımlandı, adaletin temeli atıldı. Fakat zaman yine insana ağır geldi; ahlâk bozuldu, zulüm kol gezdi. Peygamberlerin izleri silinmeye, sözleri çarpıtılmaya başlandı. Vicdanlar karardı, kalpler taşa döndü.

İbrahim’in duası, insanlığın feryadı, yerin ve göğün bekleyişi; Hz. Muhammed’le cevabını buldu. Yetim doğdu, emin yaşadı, karanlık çağları aydınlattı. Sevgiyle, adaletle, hikmetle yeniden bir insanlık haritası çizdi. Zengini fakirle, köleyi efendiyle, kadını erkekle eşit kıldı. Zulmü reddetti, merhameti yüceltti.

Ve ondan bugüne… Asırlar geçti. Lakin insan yine aynı sınavın içinde: Adaletle mi yürüyecek, yoksa hırsla mı yıkacak? Merhametle mi yaklaşacak, yoksa menfaatle mi hükmedecek? O günden bugüne insan, hâlâ aynı soruları soruyor:

Ben kimim? Nereden geldim, nereye gidiyorum?

Bugün, insanlık aynı sınavı farklı coğrafyalarda tekrar tekrar yaşıyor. Savaşlar, işgaller, açlık, yoksulluk ve göç; sadece istatistiklerden ibaret değil, aynı zamanda ahlaki çöküşün ve vicdanların suskunluğunun bir göstergesi.

Gelin, bu yıkım haritasının günümüzdeki bazı duraklarına yakından bakalım:

Ukrayna

2022’de başlayan Rus işgali sadece bir toprak meselesi değil; aynı zamanda sivil hayatın topyekûn yıkımıdır. Milyonlarca mülteci, harabeye dönen şehirler, çöken sağlık ve eğitim sistemi…

Suriye

2011’de başlayan iç savaş, büyük güçlerin vekâlet çatışmasına dönüştü. Şehirler harap oldu. Milyonlarca insan yerinden edildi. Bir nesil kaybedildi.

Yemen

Dünyanın en büyük insani felaketi yaşanıyor. Açlık, kolera salgını, çökmüş sağlık altyapısı ve özellikle çocuk ölümleri dramatik seviyeye ulaştı.

Afganistan

Taliban rejimiyle birlikte kadınların ve çocukların temel hakları gasp edildi. Kız çocuklarının eğitim hakkı ellerinden alındı. Yoksulluk derinleşti, gelecek umudu silindi.

Myanmar

Rohingya halkına yönelik etnik temizlik iddiaları, askeri darbenin ardından gelen baskılar ve katliamlar… İnsanlık burada da sustu.

Sudan, Kongo, Etiyopya, Haiti

İç savaşlar, etnik çatışmalar, sağlık krizleri, çocuk askerler, kadınlara yönelik cinsel şiddet, açlık ve yoksulluk… Dünya kamuoyu ya sessiz kaldı ya da bir sonraki krize kadar unuttu.

Gazze: Vicdanın En Derin Yarası

2023 sonbaharında başlayan İsrail-Gazze savaşı, zaten uzun süredir abluka altında yaşayan bu küçük coğrafyada benzeri görülmemiş bir insani felakete dönüştü.

Gazze bir açık hava hapishanesi. Kara, deniz ve havadan abluka altında. Elektrik yok, su yok, ilaç yok. Okullar, hastaneler, mülteci kampları bombalandı.

Birleşmiş Milletler’e göre nüfusun %90’ı yerinden edildi. On binlerce insan hayatını kaybetti; ölenlerin büyük kısmı çocuk ve kadın.

UNICEF, Dünya Sağlık Örgütü, BM – hiçbiri yardım edemiyor. Yardımlar durdu. Açlık, hastalık ve umutsuzluk kol geziyor.

Bu bir savaş değil; bu bir insanlık sınavıdır.

Gazze’nin elektrik santralleri, su tesisleri, kanalizasyon sistemleri tahrip oldu. Gıda krizi, içme suyu eksikliği ve hastalıklar yayılıyor.

Gazze’de yaşananlar, yalnızca siyasi-askeri bir kriz değil; aynı zamanda ahlaki çöküşün ve küresel adaletsizliğin aynasıdır.

Büyük devletler nerede? Uluslararası örgütler nerede? İnanç temsilcileri, üniversiteler, zenginler, işçiler, kanaat önderleri nerede?

İnsanlığın Aynasında Kendimize Bakmak

İnsanoğlu, Hz. Âdem’den bugüne hakikatin izini sürdü. Kimi zaman karanlığa gömüldü, kimi zaman bir peygamberin ışığıyla yolunu buldu. Fakat bugün geldiğimiz noktada yine aynı sorularla baş başayız:

İnsanlık nerede? Adalet nerede? Merhamet nerede?

Silah üretimi, savunma bütçeleri, güvenlik ittifakları artarken; açlık, yoksulluk ve zulüm de aynı hızla büyüyor.

Dünya bir cehenneme dönüştüyse, bunun sorumlusu teknoloji değil; vicdanını yitirmiş insandır.

“Eşref-i mahlûkat” olarak yaratılan insan, bu sıfatın gereğini ne kadar yerine getiriyor.

Yoksa artık “eşref” değil, “esfel-i sâfilîn” e mi daha yakınız?