Bazı tarihlerin takvimdeki yeri birdir, ama anlamı çağlar boyunca sürer.

29 Ekim 1923, işte o tarihlerden biridir.

Bir milletin küllerinden yeniden doğduğu, “artık kendi kaderimi kendim çizeceğim” dediği gündür.

Cumhuriyet, bir yönetim biçiminden çok daha fazlasıdır — o, bir irade beyanıdır.

Bugün 29 Ekim’i kutlarken, aslında yalnızca bir rejimi değil, bir ruhu, bir bilinci, bir cesareti anıyoruz.

O gün, Anadolu’nun her köşesinde yoksulluk vardı belki, ama yüreklerde de sonsuz bir umut vardı.

O umut, bir ulusu ayağa kaldıran Mustafa Kemal Atatürk’ün sesiyle vücut buldu:

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”

Bu cümle, yalnızca bir ilke değil, bir devrimdir.

Yüzyıllardır yönetilen bir halk, o günden sonra kendi geleceğini belirleyen bir millet haline geldi.

Artık kararları saraylar değil, halkın iradesi verecekti.

Ve o irade, bir ulusun alın yazısını değiştirdi.

Cumhuriyet, sadece geçmişin değil, geleceğin de projesidir.

Atatürk, Cumhuriyet’i yalnızca bir siyasi sistem olarak değil, bir çağdaşlaşma hamlesi olarak kurdu.

Kadınların eşit yurttaş olduğu, bilimin rehber kabul edildiği, eğitimin, aydınlanmanın temeli sayıldığı bir düzen hedefledi.

O yüzden Cumhuriyet, yalnızca “nasıl yönetileceğiz” sorusuna değil, “nasıl insan olacağız” sorusuna da cevaptır.

Bugün hâlâ her ilerleme, her reform, her özgürlük talebi o büyük mirasın devamıdır.
Cumhuriyet, geçmişin gölgesinde değil, geleceğin ışığında yürüyebilme cesaretidir.

Cumhuriyet’in isimsiz kahramanları: Tıbbiyeliler

Cumhuriyet mücadelesinin sessiz kahramanlarından biri de tıbbiyelilerdir.

Henüz yirmili yaşlarında, beyaz önlüklerini çıkarıp cepheye koşan, kalem yerine tüfek tutan genç doktor adayları…

Onlar, yalnızca bedenleriyle değil, idealleriyle savaştılar.

Birçoğu mezun olamadan, tıp fakültesinin sıralarından cepheye gitti.

Kurtuluş Savaşı bittiğinde geriye neredeyse mezun verecek kadar öğrenci kalmamıştı.
Ama onların bıraktığı miras, bir neslin vicdanına kazındı.

Çünkü o tıbbiyeliler, “vatanı yaşatmak, insanı yaşatmaktır” diyerek cepheye yürüdüler.

Savaştan sonra Cumhuriyet’in ilk doktorları, hem ülkenin yaralarını sardı, hem de bilimin ışığını Anadolu’nun dört bir yanına taşıdı.

Bugün her 29 Ekim’de, bir millet yalnızca kurucu liderini değil, adı anılmayan o genç yürekleri de şükranla hatırlamalıdır.

Tıbbiyeliler, bir milletin kalbini kurtarmak için kendi kalbinden vazgeçen gençlerdi.
Cumhuriyet’in en temiz nabzı, hâlâ onların yitirdiği gençlikte atıyor.

Atatürk, bir milletin yalnızca sınırlarını değil, ufkunu da yeniden çizdi.

O’nun vizyonu, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünde saklıdır.

O, kalıcı olanın kişi değil, ilke olduğunu bilirdi.

Bu yüzden Cumhuriyet’in temeline adaleti, bilimi, vicdanı ve özgürlüğü koydu.

Cumhuriyet’i kuranlar karanlığın içinden bir ışık yaktılar ve o ışık, bugün hâlâ bu ülkenin pusulasıdır.

29 Ekim, sadece bir bayram değil; bir hatırlatma günüdür.

Bir kez daha düşünmek için:
Özgürlük nedir? Bağımsızlık nedir?
Cumhuriyet bize ne kazandırdı, biz ona ne borçluyuz?

Cumhuriyet, eleştirebilme, sorgulayabilme, değiştirebilme hakkını bize verdi.

Cumhuriyet, bir kez doğduktan sonra bir daha ölmez.

Bugün sokaklarda dalgalanan her bayrak, o büyük mücadelenin hatırasıdır.

O bayrak, yalnızca rüzgârla değil, şehitlerin nefesiyle, halkın inancıyla dalgalanır.
Ve her 29 Ekim’de, bir millet yeniden söz verir:
Bu ülke, bir daha asla esir olmayacak.

Cumhuriyet, sadece bir yönetim değil, bir karakterdir.
O karakterin adı: onur, özgürlük, eşitlik ve insanlık.
Ve o karakterin mimarı: Mustafa Kemal Atatürk.

Bugün 102 yıl sonra hâlâ aynı inançla söylüyoruz:

Yaşasın Cumhuriyet.
Sonsuza dek!

Prof.Dr. İbrahim BAŞAĞAOĞLU

İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi E. Öğretim Üyesi

Türk Tıp Tarihi Kurumu Eski Başkanı