Yaşadığımız çağda dünya yeniden şekilleniyor. Bu şekillenme ne yazık ki çoğu zaman bir masa etrafında, karşılıklı diplomasiyle değil; cephelerde, ekranlarda ve ekonomik göstergelerde yaşanıyor.

Artık barış sadece diplomasi masalarında değil; aynı zamanda teknolojide, medyada, enerji hatlarında ve toplumsal dengelerde yazılıyor.

Rusya-Ukrayna savaşı üçüncü yılını geride bırakırken hâlâ “kazanan kim?” sorusuna net bir yanıt verilemiyor.

Ukrayna topraklarının bir kısmını kaybetti, Rusya ise uluslararası arenada büyük ölçüde yalnızlaştı. Her iki taraf da hem insan kaybı hem ekonomik yıkım açısından ağır bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor. Şu ana kadar kazanan yok; ama kayıplar çok.

Diğer yandan, İsrail ile İran arasında uzun süredir tırmanan gerilim, 2025 itibarıyla artık doğrudan çatışmalarla hissedilir hâle geldi.

Bu savaş da tıpkı diğerleri gibi net bir galip çıkarmıyor. Çünkü artık savaşlar, eski zamanlardaki gibi “al bayrağı, dik kaleye” mantığıyla yürümüyor.

Tarafların yanı sıra üçüncü, dördüncü hatta beşinci aktörler de sahada. Kimi doğrudan, kimi vekil güçleriyle etkide bulunuyor.

Sonuç ise değişmiyor: Kan, gözyaşı, yıkım ve daha da derinleşen nefret duvarları…

Öte yandan, Hindistan-Pakistan cephesinde barış rüzgârları esmeye başladı.

Yıllardır Keşmir üzerinden süregelen gerilim, Hindistan'ın Pakistan’a düzenlediği hava saldırısının ardından belki de ilk kez bu kadar gerçek bir barış ihtimaline yaklaştı.

Fakat bu barış da "şimdilik" geçerli. Zira iki nükleer güç arasında oluşan sükûnet, sadece diplomatik akılla değil; aynı zamanda ekonomik zorunluluklar ve küresel aktörlerin gölgesinde şekilleniyor.

Peki, tüm bu tablo bize ne anlatıyor?

Şunu net bir şekilde görüyoruz: 21. yüzyıl sürprizlere açık, ama hazırlıksızlara kapalı bir çağdır.

Devletlerin kaderi artık sadece doğal kaynakları, askerî güçleri ya da ekonomik büyüklükleriyle değil; aynı zamanda öngörü, hazırlık, stratejik esneklik ve en önemlisi toplumsal dayanıklılıkla belirlenecek.

Bugün Gazze bir kez daha oluk oluk akan kan ve gözyaşına sahne oluyor. Dünya ise sadece izliyor…

Ortadoğu’da savaş, kronikleşmiş bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Suriye, Lübnan, Irak, Yemen… Listede yıllardır değişmeyen isimler var.

Her yeni çatışma dalgası, bir öncekinden daha karmaşık hâle geliyor. Çünkü artık sadece iki taraf yok; aynı anda beş-altı farklı güç, aynı topraklar için savaşıyor. Libya bunun en çarpıcı örneklerinden biri.

Kimse tam anlamıyla kazanamıyor; ama halklar kaybediyor... Çocuklar ölüyor, hafızalar kararıyor, şehirler yıkılıyor, ekonomiler çöküyor.

Ortadoğu’da barış gelir mi? Elbette bir gün gelir. Ancak bunun için önce, savaşın maddi getirilerinden beslenen küresel sistemin değişmesi gerekiyor.

Silah endüstrisinin kazanmadığı bir barış, gerçekten barış olabilir mi? Bu soru, cevabı kadar acı bir gerçeği de içinde barındırıyor.

Asya kıtası da giderek daha fazla odakta.

Güneyde Çin-Hindistan sınırında zaman zaman alevlenen çatışma riski, kuzeyde Kore Yarımadası'nda nükleer gölgeler eşliğinde büyüyor. Tayvan üzerindeki Çin-Amerika gerilimi, yalnızca iki ülkenin değil; tüm bölgenin geleceğini etkiliyor.

Asya artık sadece bir üretim üssü değil; aynı zamanda çatışma senaryolarının merkezinde yer alan bir satranç tahtası.

İşte tam da bu yüzden diyoruz ki:
21. yüzyılın kaybedenleri, hazırlıksız yakalanan devletler olacaktır.

Hazırlık yalnızca askerî anlamda değil; siber güvenlikte, gıda arz zincirinde, enerjide, diplomaside ve en önemlisi toplumsal dirençte kendini gösterir.

Türkiye gibi stratejik bir konuma sahip ülkeler için bu, bir tercih değil; bir zorunluluktur.

Bugün dünyayı doğru okuyamayan, kendini yenileyemeyen, reflekslerini yitiren devletler, bir sabah sınırlarının dışında değil; tam da içinde savaşla uyanabilir.

Çünkü tehditler artık sınırları aşarak geliyor; bazen sosyal medya üzerinden, bazen bir enerji kriziyle, bazen de büyük bir göç dalgasıyla...

Barış için güçlü olmak şart; ancak bu güç sadece silahla değil, bilgiyle, ekonomiyle, diplomasiyle ve toplumla inşa edilmelidir.

Aksi hâlde yalnızca bir kurban değil, aynı zamanda bir piyona dönüşme riski hepimizin kapısında bekliyor.

Dünya değişiyor. Ayakta kalabilmek için, illa kazanmak için değil, mutlaka hazırlıklı olmak gerekiyor.