Dijital Devrim ve İnsanlık

İnsanlık, son çeyrek yüzyılda tarihinin en büyük dönüşümlerinden birini yaşamaktadır. İnternetin yaygınlaşması, mobil teknolojilerin gelişimi ve sosyal medya platformlarının hayatın merkezine yerleşmesiyle birlikte bireyler artık zamandan ve mekândan bağımsız bir iletişim ağının parçası hâline gelmiştir. Bilgiye erişim hızlanmış, etkileşim kolaylaşmış ve dijital dünya, insan deneyiminin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Ne var ki bu büyük dönüşüme insanlık, toplumsal, psikolojik ve etik altyapısını yeterince hazırlayamadan yakalanmıştır.

Bu yenidünyada en çok yıpranan değerlerden biri de mahremiyet olmuştur. Bireyin özel alanı, sınırları ve “ben” duygusu; paylaşım, teşhir ve görünürlük arzusunun baskısı altında erozyona uğramaktadır. Üstelik bu süreç, yalnızca bireyin iç dünyasını değil, toplumun genel ruh hâlini de şekillendirmekte ve modern çağın görünmez mahkûmiyetlerini doğurmaktadır.

Mahremiyetin Anatomisi: Ne Kaybettik?

Mahremiyet, yalnızca bireyin özel hayatını gizli tutma hakkı değil; aynı zamanda kişiliğin gelişimi, içsel bütünlük ve psikolojik güvenlik için de vazgeçilmez bir alandır. Tarih boyunca kültürler, bu alana saygı göstermiş; mimariden giyime, edebiyattan aile ilişkilerine kadar pek çok alanda mahremiyetin korunduğu bir denge gözetilmiştir.

Ancak dijital çağda bu denge bozulmuştur. Sosyal medya platformları, bireyleri “gönüllü teşhire” teşvik etmekte; fotoğraflar, konum bilgileri, duygusal durumlar ve özel anılar hiç düşünülmeden paylaşılmaktadır. Bu durum, yalnızca bireysel bir tercih meselesi değil, aynı zamanda veri toplama ve analiz yoluyla işleyen küresel gözetim ekonomi sermayesinin bir parçasıdır. Kullanıcıların verileri birer meta olarak işlenmekte, mahremiyet ise sistematik biçimde aşındırılmaktadır. Verinin sermaye olduğu bir çağda, insan davranışlarını izlemeyi, analiz etmeyi ve bunların üzerinden servet edinmeyi hedefleyen küresel çapta ekonomi hareketi. Kişisel verilerimiz, konum bilgilerimiz, internet alışverişlerimiz, arama geçmişimiz ürünleriyle hayatlarımızı kolaylaştırmaları karşılığında yaşamlarımızın tüm detaylarını teslim ettiğimiz bu şirketler, bu verileri reklam gelirine çevirerek muazzam gelirler elde ediyor. Üstelik bununla yetinmiyor ve bu gücü kitleler üzerinde kontrol mekanizmasına dönüştüren altyapıları da inşa edip geliştiriyorlar.

Mahkûmiyetin Yeni Biçimi: Beğeniye Bağımlılık ve Kimlik İnşası

Sosyal medya yalnızca iletişim aracı değil, aynı zamanda kimlik inşa sahnesidir. Bireyler burada nasıl algılandıklarını kontrol etmek ister; daha çok beğenilmek, daha çok takip edilmek, daha çok “görünmek” ister. Bu görünürlük arzusu zamanla bir bağımlılığa dönüşür. Artık kişi, gerçek kimliğini değil, platformda kabul gören kimliği yaşar.

Bu durumun psikolojik yansımaları ciddi boyutlardadır. Sahte mutluluk imgeleri, kusursuz hayatlar ve başarı hikâyeleriyle dolu sosyal medya akışı, kullanıcıyı gerçek hayatından soğutabilir. Özellikle gençler arasında “FOMO” (Fear of Missing Out) yani “bir şeyleri kaçırma korkusu”, kaygı, özgüven eksikliği ve depresyon gibi sorunlara yol açmaktadır. Böylece birey, dijital bir illüzyonun içinde kendi varoluşunu ararken görünmeyen bir mahkûmiyetin içine düşmektedir.

Sosyal Medya ve Toplumsal Algının Dönüşümü

Sosyal medyanın birey üzerindeki etkisi kadar toplumsal düzeyde de dönüştürücü bir gücü vardır. Toplumsal olaylara bakış, algılar, kanaatler artık çoğu zaman sosyal medya üzerinden şekillenmektedir.

Ancak bu alan, çoğu zaman manipülasyon, dezenformasyon ve toplumsal kutuplaşma üretme kapasitesine de sahiptir.

Sosyal medya, seçmenlerin siyasal tercihlerini etkilemede güçlü bir araçtır. Özellikle algoritmalar sayesinde kullanıcıların daha önce benimsediği görüşlere benzer içeriklerle karşılaşması, “tıklama odaları” (echo chambers) ve onay balonları (confirmation bias) oluşturur. Bu da seçmenlerin farklı görüşlerle karşılaşmasını zorlaştırır, kutuplaşmayı artırır.

Sosyal medya, bilgi kadar yanlış bilginin (dezenformasyon) de hızla yayıldığı bir alandır. Seçim dönemlerinde özellikle bot hesaplar, trol orduları ve deepfake videolar yoluyla seçmenlerin kararları yönlendirilmeye çalışılmaktadır.

Sosyal medyanın seçim süreçlerinde manipülasyona açık olması, birçok ülkede etik ve hukuki düzenleme ihtiyacını gündeme getirmiştir. Seçim dönemlerinde sosyal medya reklamlarının denetlenmesi, yalan haberlerin yayılmasını önlemek için platformlara yükümlülükler verilmesi tartışılmaktadır.

Sosyal medya, artık seçim sonuçlarını belirleyebilecek kadar güçlü bir mecra haline gelmiştir. Ancak bu gücün sorumlu, şeffaf ve adil şekilde kullanılmaması, demokratik süreçleri tehdit etme potansiyeli taşır. Bu nedenle dijital siyasal kampanyalar, sadece stratejik değil, aynı zamanda etik bir sorumluluk alanı olarak da değerlendirilmelidir.

Dijital linç, itibar suikastı ve ifşa kültürü, bireyleri bir anda kalabalıkların hedefi hâline getirebilmekte; dijital platformlarda mahkemeler kurulmakta, infazlar yapılmaktadır. Bu tür linç mekanizmaları, bireylerin ifade özgürlüğünü bastırmakta ve sosyal medya kullanıcılarını otosansüre zorlamaktadır. Böylece mahremiyetin yanında bir diğer kayıp da düşünce özgürlüğü olmaktadır.

Mahremiyet ve Ahlaki Sınırlar: Yeni Etik Arayışlar

Yeni dijital çağ, beraberinde yeni sorular da getirmektedir: Sosyal medya platformları etik bir sorumluluk taşır mı? Kullanıcı verilerini nasıl kullanmalıdırlar? Çocuklar ve kırılgan gruplar nasıl korunmalıdır? Bu sorular, dijital etik adı altında giderek daha fazla tartışılmaktadır.

Bireysel olarak da dijital davranışlarımızın ahlaki boyutlarını sorgulamak zorundayız. Aile içi özel anların ifşası, çocukların mahremiyetinin ihlali, başkalarının izni olmadan yapılan paylaşımlar; sadece hukukun konusu değil, aynı zamanda mahremiyetin ve ahlakın da konusudur.

Çıkış Yolları: Dijital Bilinç, Farkındalık ve Hukuki Düzenlemeler

Bu görünmez mahkûmiyet zincirlerinden kurtulmanın ilk yolu dijital bilinç geliştirmektir. Sosyal medya okuryazarlığı, bireylerin bu platformlarda nasıl var olduklarını sorgulamalarını sağlar. Neyi, neden ve kimin için paylaştığımızı düşünmek, dijital farkındalığın temelidir.

Hukuki alanda da önemli adımlar atılmaktadır. Avrupa’daki GDPR ve Türkiye’deki KVKK gibi yasalar kişisel verilerin korunması açısından önemli çerçeveler sunmaktadır. Ancak bu yasalar, bireyin bilinçli tercihleriyle desteklenmedikçe etkili olamaz. Ayrıca “dijital detoks” gibi bireysel uygulamalarla teknolojiyi hayatımızdan tamamen çıkarmadan, ona mesafeli yaklaşarak daha sağlıklı bir ilişki kurmak mümkündür.

Mahremiyetin İade-i İtibarı

Sosyal medya, insanlık için büyük bir imkândır; ama aynı zamanda ciddi bir sınavdır. Mahremiyetin ve özgürlüğün yitirilmeden dijital dünyada var olabilmesi, ancak etik, bilinçli ve dengeli bir kullanım ile mümkündür. Bu nedenle bireyler olarak dijital davranışlarımızı gözden geçirmeli; mahremiyeti yalnızca korunması gereken bir hak değil, aynı zamanda yeniden inşa edilmesi gereken bir değer olarak görmeliyiz. Dijital mahkûmiyet çağında özgürlük, ekranın ötesine bakabilme cesaretini gösterebilmektir.

Mehmet Düğmeci Haziran 2025