Geçtiğimiz günlerde “robot anneler” konulu bir yazı, okurlarımız arasında ilginç bir tartışma başlattı. Bazıları konuyu ilgiyle karşıladı, bazıları ise karşı çıktı.
Karşı çıkanların temel gerekçesi, “Robotların doğum yapması ve bir çocuk dünyaya getirmesi mümkün değildir; bu, Cenabı Hakk’ın yaratılış kaidelerine aykırıdır.” cümlesinde özetleniyordu.
Haklılık payı elbette var. Teknolojinin sınırları her geçen gün genişlese de, biyolojik yaratılışın yerini tamamen yapay bir mekanizmanın alması bugün için hem bilimsel hem de dini açıdan ciddi soru işaretleri taşıyor.
Ancak burada asıl dikkatimi çeken, okurumuzun konuyu farklı bir bakış açısıyla ele alması oldu.
Okurumuz şöyle diyordu:
“Benim değinmek istediğim nokta günümüz annelerinin robotlaşması. Çocuklarını kendi elleriyle yetiştirmektense bir bakıcıya bırakıyorlar ya da başkaları aracılığıyla büyütüyorlar. Oysa bir annenin en önemli görevi çocuğunu yetiştirip faydalı bir insan haline getirmektir.”
Bu tespit, üzerinde uzun uzun düşünülmeyi hak ediyor. Zira bugün toplumda gördüğümüz pek çok sorun, köklerini çocuklukta alıyor.
Çocuğun ruhunu şekillendirecek en önemli dönem, hayatının ilk yıllarıdır. O yıllarda annenin şefkati, babanın ilgisi ve aile içindeki sevgi atmosferi çocuğun karakterini belirler. Fakat modern hayatın koşuşturması, ekonomik kaygılar, sosyal baskılar ve “zaman yok” bahanesi, bu temel görevi gölgelemeye başladı.
Bugün pek çok çocuk, sevgiyi bir ekran ışığında, ilgiyi sosyal medyadaki beğeni sayılarında arıyor.
Sorumluluk bilinci verilmemiş, empati duygusu gelişmemiş, sabırla tanışmamış bir nesil büyüyor.
Bu çocuklar, çoğu zaman tüketmeyi üretmeye, eğlenmeyi öğrenmeye tercih ediyor. Sosyal medyaya bağımlı, dijital dünyada var olan ama gerçek hayatta iletişim kurmakta zorlanan, empatisiz ve vurdumduymaz bireyler haline geliyorlar.
Burada asıl tehlike, “robot anne” değil; “robotlaşmış anne.” Yani bedenen orada ama ruhen çocuğunun yanında olmayan, sevgiyi hissettirmeyen, sorumluluk vermeyen, çocuğunu hayata hazırlamak yerine sadece onun maddi ihtiyaçlarını karşılayan anne. Çünkü anne sadece doğuran değil; aynı zamanda yetiştirendir.
Bir çocuğa karakter kazandırmak, onu hayata hazırlamak, vicdanını beslemek, merhamet tohumlarını ekmek en kutsal görevdir.
Bunu yapmadığımızda ortaya çıkan tablo karanlık: Hissiz, sevgisiz, bencil, tüketmeye odaklı, acımasız bir nesil. Bu neslin içinde ne toplumsal dayanışma kalır ne de vicdan. Çünkü hissiz yetişen insan, başkasının acısına da, sevincine de kördür.
Elbette tüm anneleri aynı kefeye koymak doğru değil. Evladına tüm sevgisini, ilgisini veren, onun ruhunu besleyen, sorumluluk aşılayan anneler hâlâ çoğunlukta. Ancak modern yaşamın getirdiği “mekanikleşme” tehlikesi, hepimizin kapısında.
Belki de meseleye şöyle bakmalıyız: Robotlar annelik yapabilir mi sorusundan önce, biz anneliği ne hale getirdik sorusunu sormalıyız.
Çocuğuna ruh veren, onu hayata hazırlayan, vicdanıyla besleyen anne mi olacağız; yoksa sadece “bakım” sağlayan, sevgiyi ihmal eden, duygusal bağı zayıf bir figür mü?
Gelecek nesillerin kaderi, bu soruya vereceğimiz cevaba bağlı.
