Hindistan’da filleri eğitmek için daha yavruyken ayağından kalın bir zincirle kazığa bağlarlarmış. Yavru fil, ayağındaki zincirden kurtulmak için tüm gücüyle didinir, uğraşır, özgür kalmayı defalarca “dener” ama buna gücü yetmezmiş.

Geçen yıllar boyunca büyüyen filin gücü,  bağlı olduğu zincirden onlarca kat daha kavi zincirleri kırmaya yeter hale gelse de devasa fil, zincirlerini kırmayı “denemiyormuş” bile, çünkü asla özgür olamayacağına “inandırılmış.”[i] 

Kırılamayan filin zinciri değil inancıymış artık!

Psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” denilen bu durum, bilgi kirliliğinin kuşattığı salgın sürecindeki “dayatmalar” karşısında toplumsal paradigmayı kurmuş gibi.

Bazı şeylerin sorgulanması o kadar  “itibarsızlaştırılıyor” ki kimse bunu denemeyi düşünemiyor bile…

Bilim “sorgulama” ve merakla beslenip, bilimsel düşünce yeniliklere, farklı fikirlere açık olmayı, hiçbir tek ve zorunlu çözümü benimsememeyi gerektirirken  “sunulan çözümü tek ve mutlak doğru kabul etmeyenleri” bilimsel yönteme tümden karşıymış gibi afişe etmenin anlaşılır bir tarafı da yok, etik tarafı da.

İnsanın biyolojik sınırlarını esnetme uğraşındaki transhümanizm hareketinin altın çağını yaşadığı ve  Elon Musk’ın yapay zekayı beynimize eklemleme, Google’ın yaşlanma sorununu çözme hedefiyle  biyoteknoloji yatırımları yaptığını “açıkladığı” bir dünyada[ii]aşı ile hepimize chip takacaklar fikri mi daha komik yoksa olup bitenlere şüpheci yaklaşanları hala bu kadar “marjinal” karşılamak mı?

Hepimizi “eşit” derecede ilgilendiren sağlık gibi konularda, her iki duruşa da “eşit” ve temkinli bir tutumla yaklaşabilseydik keşke…

Komplekssiz ve “çıkarsız” konuşabilseydik kutuplaşmak yerine…

Bugün Dünya Sağlık Örgütü dâhil bu sürecin otoritelerinin çelişkili açıklamalarına rastlasak da, birçok şey “net ve kesin olmasa da” toplumdan beklenen: çözüm adıyla sunulan hiçbir şeyin sorgulanmaması, hatta o çözüm, sağlığımızla ilgili riskler içerse bile bunun göze alınması.

Oysa sorgulamak itaatsizlik ya da tümden reddetmek değil daha çok sahip çıkmaktır geleceğe.

Elbette yasaklara ve kurallara riayet etmek konusunda bir sorgulamadan bahsetmiyoruz; ancak insanın bedenine ait kararların iradesi dışında alınması ihtimali bile distopik hikayelerdeki “vahşeti” çağrıştırıyor.

Buzdağının görünmeyen tarafı hakkında kesin iddialarda bulunmak “hiç kimse için” tam anlamıyla mümkün değil; ancak insanların çekincelerini anlamak makul ve mümkün.

İnsanlar kendilerine “enjekte edilmek istenilen” her şeyi sorgulayabilmelidir hatta sorgulamalıdır.

İnsanı “insan” yapan, zincirlerini kıran güç kendine sunulanları/dayatılanları sorgulayabilmesi ve kendi hayatıyla ilgili kararlarda irade gösterebilmesidir.

Bilgi çağının sürekli görsele ve enformasyona maruz bıraktığı toplum giderek daha evrensel bir görüş kazanmış olsa da maalesef “fail statümüz”  buna eşlik etmiyor.

Her geçen gün dünyaya dair daha fazla şey bilmemize rağmen bir şeyler yapma konusundaki aczimiz sürekli olarak artıyor.[i]

 Toplumu sürekli istediği oranda bilgilendiren güç, aynı zamanda bize “çaresizliği” de öğretiyor, güvensizliği de hissettiriyor ve bazı şeylerin sorgulanmasını engelliyor ya da sorgulayanı itibarsızlaştırıyor.

Toplum sağlığı ve geleceğine dair olağanüstü salgın zamanlarında gelenekçi ve modern olarak tanımlanan, farklı düşünen uzmanların bütün alternatifleri özgürce tartışabilecekleri, birbirlerini ötekileştirmek yerine daha fazla işbirliği yapabilecekleri platformlar olmalı bu ülkede.

Bir şeylere doğrudur ya da yanlıştır demek bu yazının sınırlarını aşar; ancak  “bütün alternatifler” önyargısız ve özgürce konuşulabilseydi keşke…

Çok uzun zamandır “denemekten” vazgeçmiş olsak bile…

 

[i] James Bridle, “Yeni Karanlık Çağ”,Çeviri: Kemal Güleç,Metis Yayınları,İstanbul, 2020

 

[i] http:/derinwebbilgiler.blogspot.com.

[ii] Mark O’Connell , “Makine Olmak”,Çeviri:Öznur Karataş, Domingo,İstanbul, 2018