Milletin örgütlü hali devlet olarak tanımlanır. İlk çağlarda insanlık aşiret kuralları, milletlerde töre, gelenek ve göreneklerle yönetildi. Son yüz yılda milletler mücadelesi farklı bir yöne evrildi. Ulusal ve uluslararası örgütler insanlık aleminde kurallar koyarken, milletler de bilim ve teknoloji ile iletişim avantajlarını kullanarak kendi iç ve dış tehditlerini etkisizleştirmek için gelecekleri adına vizyon ve stratejiler uygulamaktadırlar. Ayrıca, gelişmemiş ülkelere dönük sömürme amaçlı örgütsel yapılar meydana getirmektedirler. Bu kurumlar, ileri gitmiş ülkelerde en az yüz yıllık hedeflere hizmet etmektedirler. Siyonist ideolojiler, tarikat ve cemaat yapılanmaları binlerce yıllık hedefler koymaktadır. Taraftarlar yüzlerce, binlerce yıllık hedeflere hizmet ettiklerinin farkında bile olmazlar, çünkü sistemin bir parçası olurlar.
Sistemini koruyan ve yenileyen ülkeler, milletler mücadelesinde etkili olma hakkına sahip olurlar. Bunlar genelde bağımsız, ileri gitmiş ülkelerdir. Saddam gibi, Esed gibi, Kaddafi gibi şahsın irade ve kapasitesi ile yönetilen ülkeler, ileri gitmiş bir ülkenin dümen suyunda varlığını devam ettirebilir. Liderciklerin kutsandığı ülkeleri yönetenler, emperyalist efendilerinin müsaade ettiği kadar başkandır, müsaade ettiği kadar halkına hizmet eder. Emperyalizm girdiği ülkelerde görevlendirdiği uşaklar vasıtasıyla önce sistemlerini, sonra kurumlarını, töresini, örf, adet, gelenek ve göreneklerini yıkmak ister. Bu isteğini cahil ya da ideolojik kitle tarafından kutsanan liderciklerine ödev olarak verirler.
Kendi ülkesini sömürtme rahatlığını oluşturan uşaklar, ajandalarında olanın dışına çıkamazlar. Periyodik olarak farklı maskelerle göreve gelirler ve giderler. Ülkenin yönetim sistemi bu gelgitlere müsait hale gelmesi emperyal arzuların isteğiyle olur. Her göreve getirilen kukla lidercik, devletin önemli kurumlarını ve halkın benimsediği kuralları yıkmaya çalışmak zorundadır. Emperyalizm hedef ülkelerde problemli insanları parlatır, dini ve siyasi lidercikler meydana getirir. Bunlar aslında birbirine hasım değil, aynı yerden emir alan hısımlardır. Toplumu gerebildiği kadar germe, gerilim stratejisini uygulatma görevleri vardır. Gergin insanlar sağlıklı düşünemez, şartlanmaya müsait hale gelirler.
Seçim sistemi, Devlet Planlama Teşkilatı, Millî Eğitim Şûrası gibi akla dayalı, geleceğe hitap eden hedef koyabilen kurumlara düşmanlık ederler. Çünkü efendilerinin yüz yıllık, bin yıllık hedeflerine engel uygulamalar olabilmektedir. Milletler mücadelesinin yarışma stratejisini bir örnekle somutlaştırayım: ABD kurulalı 249 yıl olmuş. Amerika, Lozan Anlaşması'nı tanımayan tek ülkedir. Lozan Antlaşması olalı yüz küsur yıl olmuştu. 1927 yılında ABD ile Türkiye ilişkisi başlamış. Bu süre içinde güya müttefik olmuşuz. Çarlık Rusyası, İngiliz iş birliği ile Kürt isyanları, Ermeni ayaklanması, Karaçay-Çerkez sürgünleri, Kabardey-Çerkez sürgünleri, Gürcistan-Acara bölgesi sürgünleri, Çeçenistan ve Azerbaycan istilası ile özü inancı bir olan Osmanlı tebaalarını parçalayarak dağıttılar, imparatorluğun yıkılışını hızlandırdılar. Buralardan kopup sığınanlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni vatan yaptılar. Ama bu kardeşlerimizi emperyal güçler ülke birliğini bozacak iç tehdit olarak kullanma sinsi planlarını sürdürmektedir. Kürt sorunu da bu emperyal projelerden biridir.
Amerika’nın Lozan’ı tanımama iradesi, Avrupa’nın Türk milletine olan husumeti, Çarlık Rusya döneminden kalma sıcak denizlere inme hevesi hiç eksilmedi. Bu husumet sarmalları, Türkiye’nin birlik ve dirliğini hâlâ tehdit etmektedir. Atatürk'ün imparatorluk küllerinden kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti, yasama, yürütme, yargı, planlama ve şûralarla yönetilen, vekil belirlemede üye ya da delegenin yani milletin söz söyleyip karar verdiği, beş bin yıllık Türk ordusunun tecrübesine güvenilen bir sistemler bütünü olarak kurulmuştur ve milletler mücadelesinde tam bağımsızlık iddiasıyla yüz yıl önce var olma startı verilmiştir. Atatürk’ten sonra, Marshall yardımları ve NATO bahanesiyle yavaş yavaş ABD ve Avrupa'nın emperyal dişlilerine ülke yönetimleri terk edildi. İstiklal Savaşı’na muhalefet eden, Atatürk’ün vatandaşlıktan çıkardığı 150’likler tekrar vatandaş yapıldı, uçak ve silah fabrikalarımız kapatıldı. Cumhuriyeti kuran CHP, rayından çıkarılıp bölücüleri kucaklayan çizgiye oturtuldu, Bilderberg’de zengin Yahudi kulübüne üye olmak için Türk milliyetçiliği mahkemeye verilerek beynelmilelcilik anlayışına dönüştürüldü. Türk ordusunu NATO’nun oyuncağı yapma görevi bu ailelerin nesline verildi. Türkiye’nin en kritik yerlerinde, en üst düzeylerde görev yapma, cumhuriyetle ya da Atatürk’le sorunu olan dönmeler ile 150’lik ailelerin nesline verilmiş. Bunu yıllar sonra anlayabildik. Bunlar ya sıkı Atatürkçü, ya halkçı, ya milliyetçi ya da Müslüman maskesiyle bu ülkenin kaderinde söz söylediler.
Gelinen nokta, Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan İngiliz ve Yahudi dostu İdris-i Bitlisi’nin saçtığı güneydoğudaki Kürt fitnesi, Kürtlerden kurulmuş Hamidiye Alayları’na Ermeni vatandaşlarımızı katlettirmiştir. Eşarî anlayış yaygınlaştırılarak İslam’ın içine Türk düşmanlığı monte edilmiştir. Bu çatışmalar, Osmanlı’nın yıkılmasında rol oynamıştır. İstiklal Savaşı’nda Kürt ayaklanması, emperyalist istilaya davetiye çıkarmıştır. Türk devleti ve milletinin istiklaline tasallut eden Kürt kartı, ABD ve Avrupa tarafından hep kullanılmış ve gene sahneye konulmuştur. ABD ve Avrupa’nın kurduğu ateist PKK üzerinden yeni oyunlar sahneye konulmaktadır. Kürtler, Yavuz Sultan Selim’den beri oyuncak olmaktan kurtulamadılar. Bu cehalet, Türkiye’nin hep yumuşak karnı oldu. Türkiye, PKK yüzünden binlerce şehit, trilyonlarca dolar maddi zarara uğradı. MHP ve ülkücü camia ile elli bin şehidimizin onurunun kırılmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti devleti yine iyi niyetini gösterdi. Ancak sonuç büyük risk taşımaktadır. Çünkü Kürt sorunu, emperyalizmin Türkiye üzerinde kullandığı sis bombasıdır. Kürt oyunu şimdi de Lozan’a uzandı. Türk milletinin bağımsızlığına dil uzatmaya kadar sinsice gündem oldular. Siyonist güdümlü –Dio Kurd– Kürt örgütü, “Kürtler Lozan’da asimile edildi” diyerek İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açtı. Çok önceleri bu dava reddedilmişken, şimdi kabul edildi. “Yaşasın Türk-Kürt kardeşliği” diyerek ortak anayasa mı önerecekler? İktidarlar da “biz bir şey yapmadık, Birleşmiş Milletler önerdi” diyerek milleti aptal yerine koymaya devam mı edecekler? Bunu ilerleyen zaman içinde göreceğiz.
Güneydoğuda Kürt adıyla siyonizmin uydu devleti kurulana kadar, Fırat ve Dicle nehrinin su çıkış kontrolü içinde olan Güneydoğu, emperyalizmin husumet tohumları saçacağı coğrafya olmaya devam edecektir. Fitne başarırsa, ikinci aşamada referandumla Güneydoğu Türkiye’den kopmaya hazır hale gelecektir. Bu amaca hizmet eden, iktidara talip uşaklık yarışı devam edecektir.
Sonuç olarak: Tek çıkar yol, lidercikleri kutsama yerine İstiklal Savaşı’nı yapan Gazi Meclis’in itibarını yükseltmek, cumhuriyet bilincini yaygınlaştırarak cumhuriyete sahip çıkmaktır. Bunun da tek ve ilk şartı, milletvekili adayı belirleme sisteminin hâkim kontrolünde yazılan partili üyeler ile olmasıdır. Yani seçim yasasını değiştirerek işe başlanmalıdır. Çünkü yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığına halkın iradesinden süzülüp gelen vekiller sahip çıkabilir. Liderciklerin belirlediği vekil adayları ya da karanlık odakların parlatıp para bastırarak seçilecek yerlerden gelen milletvekilleri bu sistematik değerlere sahip çıkamazlar.
Anlattıklarım ülke için sistemdir. Atatürk döneminde kodları ve fabrika ayarları belirlenmiş sistemimiz vardı. Bugün Gazi Meclis’in etki ve yetkisi sınırlanmış, meclis iç tüzüğü nedeniyle vekiller liderin çizdiği rota dışında konuşamaz durumdadırlar. Ülkenin aort damarı özelliği taşıyan kurumlar kaldırıldı. Millî Güvenlik Akademisi kaldırıldı. 2011 yılında kaldırılan Devlet Planlama Teşkilatı tekrar hayata geçirilmelidir. Yerlere düşen eğitim sistemini düzeltmek için kaldırılan Millî Eğitim Şûrası geleneğimiz yeniden uygulanmalıdır. Satılan Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifi tekrar çiftçiye geri verilmelidir. Kara buğday, şeker pancarı ve hayvancılık gibi stratejik önemi olan ürünler merkantilist politikalarla korunmalıdır. Şirketler, holdingler değil, küçük çiftçiler esas alınmalıdır.
Sonuç olarak hedeflere ve kurumlara değil, lidercik odaklı siyaseti alkışlarsanız, kapatılan DPT’nin yani plansızlığın zararını ödersiniz. 2001’de DPT kapatıldığında 1.500 lira olan dolar, bugün 7.925 liraya fırladı. Aradaki dolar kur farkı seni ve çocuğunu otururken borçlandırdı. Atatürk döneminde 1 dolar 1,28 TL idi. O yıllarda Türkiye Cumhuriyeti devletinin sistemi ve stratejik üretken kurumları vardı. İleri ülkeler sistemlerine ve kurumlarına sahip çıkıp sistemlerini yenilerken, Türk halkı sistem ve kurumların önemini kavrayamadı. Bedevi ülkeleri gibi, Afrika ülkeleri gibi liderciklerin arkasına düşmüş şuursuz insan kitlelerinin oluştuğunu görmekteyiz.
Yönetim sisteminize, seçim sisteminize, yasama, yürütme ve yargınızın bağımsızlığına, ülke yönetiminde şûra geleneğimize, millî güvenliği yürütecek Millî Güvenlik Akademisi gibi kurumların mezunlarına sahip çıkma şuuru, emperyalizme geçit vermeyecektir. Eğer lidercikleri alkışlamaya devam eder, ülkenin yönetim sistemine ve kurumlarına sahip çıkmaz iseniz, DPT’siz plansız harcamanın dolar farkı borçlarını çocuklarınıza devretmeye devam edersiniz. Türkiye Cumhuriyeti geleneksel şûra kararlarının kaldırılmasına ses çıkarmazsanız, ölü yatırımlara, Türkiye gerçeklerinden uzak iktidar uygulamalarına, yerlerde sürünen eğitim-öğretimin menfi sonuçlarından 50 yıl kurtulamazsınız. Stratejik makamların kadroları millî hedefler için özel eğitimden geçirilmezse, oturduğu makamı ticarethane sanıp küpüne sağan cehaleti ülkenin başına bela edersiniz.