3.BÖLÜM

2 Aralık 1853 günü; Ta’if İstanbul’a ulaşmış ve Sinop faciasının haberini vermişti. Durum Padişah Abdülmecid’e arz edilirken Dolmabahçe Sarayından penceresinden Ta’if buharlı gemisini seyreden padişah; “Keşke o da gelmeseydi, Sinop’ta dövüşerek batsaydı.” Diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir. Daha sonra Arap Yahya Bey Divan-ı Harbe verildi ve askerlikten atıldı.

Savaştan sonra Müşavir Paşa üzüntüsünü şu sözlerle ifade edip gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştu.

“…Kaptan-ı Derya Mahmut Paşa’nın, birinci sınıf savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkmasını İngiliz elçisinin önlediği beyanını inanmadan dinlemiştim, fakat mavi kitap tarafından doğrulandı”.  

Mavi kitap, İngiliz parlamentosu tarafından yayınlanan Parlamento tutanakları ve diğer devlet yazışmalarının yer aldığı kitap.

Bu kitap yayınlandığı zaman Lort Stratford de Redciliffe kendini mazur göstermek için, bu gemilerin hareketini İngiliz Amiral Dundas ile Fransız Amiral Hamelin’in tavsiyeleri üzerine veto ettiğini söyledi. Buna karşı hayretle böyle bir konuda yerel koşulları ve durumu bilmeyen adamların sözüne neden güvendiği sorulduğunda, bana da, bu zatlara hükümetleri tarafından verilmiş olan rütbeler ve komuta yetkisinin kendisine başka seçenek bırakmadığı cevabını verdi.  

Sinop’tan gelen bu açı habere en çok sevinen, İngiliz elçi Lort Stratford de Redcliffe olmuştu. Çünkü bu savaşın baş mimarıydı.

İşin başından beri anlaşma sağlanmaması için her türlü entrikayı çevirmişti. Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa’nın da içinde yer aldığı savaşın planlarını yapmaya başlamıştı. İşte o günlerde Karadeniz’e bir filonun gönderileceği haberini almış, o da Osmanlı devlet adamları yanında ki itibarı sayesinde birinci sınıf gemilerden oluşan filo yerine hafif teknelerden oluşan bir filo gönderilmesini sağlamıştı. Amacı; bu hafif filonun, üstün Rus gemileri karşısında alacağı muhtemel bir yenilgiyi gerekçe olarak kullanıp İngiltere ve Fransa’nın da savaşa girmelerine zemin hazırlamaktı. Amcası Navarin Baskını ve Yunan Devletinin kurulmasını sağlarken, Osmanlı Devleti içindeki İngilizler ve İngiltere devleti lehine menfaatler sağlayan Yeğen Canning 50 yıllık süre içinde Lort unvanı ile ödüllendirilmişti. Ülkesine başarıyla hizmet etmişti Navarin’de olduğu gibi burada da hatayı Osmanlı Devletine yıkmış istediğini elde etmişti. Navarin de Dünyanın üçüncü büyük donanması yok edilmiş, sonrasında Batılıların kullanabileceği bir hain hazırdı. Bu hain Balta Limanı anlaşması ile Osmanlı ekonomisi yok edilmiş, Tanzimat Fermanı dikte ettirilmiş, Mısır valisi Mehmet Ali paşanın İngiltere için tehlikesini ortadan kaldırılmıştı. Mısır sanayisi ve Avrupa standartlarında eğitilmiş kendini kanıtlamış ordusu çökertilmişti. Üstelik bunun için Osmanlı ordusu kullanılmıştı. Şimdi Doğu Akdeniz’de Rus tehlikesi başlamak üzereydi ve donanması yok edilmeliydi. Osmanlı da Rusya da ağır darbe almıştı. Böylece İngiltere amacına ulaşmış Osmanlı ve Mısır İngiltere’nin gizli sömürgesi haline dönüştürülmüştü. Doğu Akdeniz kontrol altına alınmıştı. Artık Mısır ve Hindistan yolu İngiltere için açılmıştı.

3 Kasım günlerinde; Mösyö Pizani’den aldığı Tarabya kaynaklı ve 5 Kasım da İngiliz elçisi Lort Stratford tarafından İngiltere Hariciye Nazırlığına yazılan Beyoğlu kaynaklı gönderdiği mektup metni bu anlatılanların kanıtı niteliğindedir.

Sinop faciasını duyduğunda; ”Şükürler olsun harp başlıyor.” Sözüyle sevincini belirtmişti.

Sinop Savaşı sonunda Bir Osmanlı Paşası, Müşavir Paşaya sorduğu soruya yine kendisi cevap vermişti; Müşavir Paşa anılarında bundan şöyle bahsetmiştir; Bir Paşa bana; “Türklerin gelecek yıl Petersburg’a yürümesine izin verilecek mi”?  Diye sormuştu. “Elbette” dedim. Paşa biraz düşünüp dedi ki: İşi anlıyorum; Avrupa ne Rusların İstanbul’a gelmesine, ne de Türklerin Petersburg’a girmesine izin verecektir.

17 Aralık 1853 günü; Mustafa Reşit Paşa’nın, 4 Aralık da verdiği notanın cevabı İngiltere Hariciye Nazırı tarafından cevaplanmış ve 17 Aralık günü Reşit Paşa’ya ulaşmıştır.

“İngiltere Hükümetinin, İngiliz ve Fransız elçilerinin Sinop’a gönderilmiş olan vapurlar döndükten sonra, müttefik donanmalarına Karadeniz’e çıkma talimatı vermiş olduklarından emin bulunduğunu belirtir”.

17 Aralık 1853 Günü; İngiltere Elçisi Lort Stratford de Redcliffe İngiltere Hariciye nezaretine yazdığı mektupta kabahati doğrudan doğruya Bâb-ı Âli’nin ve dolalı olarak da başkalarının üstüne atıyordu. Elçi mektubunda şöyle diyordu:

“Eğer erken davranılıp da İngiliz ve Fransız gemileri Sinop’a gönderilseydi bu kadar Türk gemisinin mahvolmamasının muhtemel bulunduğu gerçeğini kendi nefsimden de saklayamıyorum. Bununla beraber bu felaketin kabahatini Bâb-ı Âli’yle onun subaylarından başka bir tarafa yüklemek niyetinde değilim. Yalnızca

onlar, ya da onların profesyonel müşavirleri, Sinop’un kara istihkâmlarının ne kadar fena bir halde olduklarını biliyorlardı. Kendilerinden çok daha üstün güçte düşman gemilerinin hücumuna maruz bir filoyu o kadar uzun bir süre muhakkak bir tehlike içinde bırakmak gibi aşikâr bir tedbirsizlikten yalnız onlar sorumludur!”  (Müşavir Paşanın Kırım harbi Anıları, Candan Badem, 2012, İstanbul, s 178) 

İngiltere elçisi Lort Stratfortd de Redcliffe tarafından İngiltere hariciye nezaretine yazılan bu mektubun Müşavir Paşa tarafından eleştirisi:

Ekselansları bu taşları atarken kendilerinin sırça köşkte oturduklarını unutuyorlar; Fransız ve İngiliz donanmaları az çok İstanbul da ki elçilerin emirleri altındaydı ve Sinop muharebesinden önce bu elçiler tarafından herhangi bir Fransız veya İngiliz gemisinin Karadeniz’e çıkması yolunda bir arzu gösterilmemişti. Osmanlı Devleti’nin ordu ve donanma komutanlarından herhangi biriyle müşavere etmeyi lüzumsuz görerek Bâb-ı Âli’ye harekâtını dikte etme hakkını kendinde gören ve taşra limanlarındaki konsolosları ve elindeki para tahsisatı sayesinde özel istihbarat olanağına sahip olanlar, yalnız Sinop’un değil bütün imparatorluğun istihkâmlarının ne halde olduğunu pekiyi bilmeliydi! Kaptan Paşa ve Bâb-ı Âli’nin profesyonel müşaviri firkateynler ve korvetlerden oluşan bir filonun “çok daha üstün güçte düşman gemilerinin hücumuna” maruz kalma tehlikesini ortadan kaldırmak için birinci sınıf savaş gemilerinin gönderilmesini tavsiye etmişti ve Bâb-ı Âli’nin onayladığı bu tavsiye veto edildi! (Müşavir Paşanın Kırım harbi Anıları, Candan Badem, 2012, İstanbul, s 179)    

KAYIPLARIMIZ

Dört bin iki yüz kişilik filo mensubundan 2800 kişi şehit düşmüştür. (Birkaç kaynak bu rakamı verirken diğer birkaç kaynak çelişkili rakamlar vermektedir). Ağır yaralı sayısı 556 kişidir. Gemi mürettebatlarının toplam sayısı da 4258 kişi olduğunu doğrulamaktadır. Bu filoya ait olup 17 Kasım günü Rusların eline geçen Pervazı Bahri gemisinin mürettebat sayısı da eklendiğinde Toplam mürettebat 4418 kişiye ulaşmaktadır. Şehitlerin içinde; savaşın ertesi günü cesedi denizde bulunan ve başına bir gülle isabet ettiği anlaşılan Riyale Bozca Adalı Hüseyin Paşa. Nizamiye Firkateyni komutanı Ahmet Şahin Bey, Dimyat Firkateyni Komutanı Arap Kadri Bey, Navek-i Bahri Firkateyni Komutanı İmamoğlu Binbaşı Ali Bey, Feyzi Mabut Korveti komutanı Pepe Aziz Bey. On bir gemi imamından beşi şehitlerin arasında idi. İstanbul’a ulaşan yaralı gaziler; defter diye adlandırılan listeden kurtulan subayların hangi gemiye mensup oldukları, hâce efendiler, çavuşlar, bölük eminleri, onbaşılar, Topçular, ateşçiler, kömürcüler, mühendisler, hekimler, imamlar ve 628 muharip asker ki tamamı 958 kişi tutmaktadır. 13 subay 120 er Sinop’ta kalmış, 3 subay 700 er Anadolu içlerine çekilmiştir.

ŞEHİRDE MEYDANA GELEN ZARARLAR

Gemiler arasında savaş devam ederken Rus gemileri bir yandan da Sinop’u top atışına tutuyorlardı. Bu yüzden Müslümanlardan beş kişi şehit oldu. Hıristiyan Reayadan da on altısı hayatını kaybetti. Avusturya Konsolosluğu’nda görevli bir Rum hizmetkâr da atılan Rus güllesinin isabetiyle ikiye bölünerek hayatını kaybedenler arasındaydı. Osman Paşa’nın savaşı Sinop limanında yapacağını öğrenen Öküzoğlu Hüseyin Bey Yükte hafif pahada ağır değerli eşyalarını hazır edip Rus gemilerinin Limana girmesiyle atına binip mahiyeti ile birlikte Kum kapıdan çıkarak şehri terk etti. Halkın Sinop Kaimmakamı Öküzoğlu Hüseyin Bey’in peşine takılıp şehri terk etmesi Sivil kaybını azaltmıştı. Şehirde 7 mescit, 2 mektep, 170 dükkân, 247 ev, 50 Hıristiyan dükkânı, 40–50 Hıristiyan evi yanmıştır. Bu veriler Sinop Mahalli Meclisi’nin hazırlamış olduğu mazbatadan alınmıştır. Rusların şehre attığı gülleler (Lombaralar) yangına sebebiyet veriyor evler ve dükkânlar bitişik olduğundan yangın kolayca yayılıyordu. Rum Mahallesi Sinop kalesinin doğusunda yer alıyordu. Evler geniş bahçeler içinde olduğundan ancak gülle isabet eden evler harap oluyor ve yanıyordu. Eskiden Ortodoks kilisesi olan bina, cumhuriyet döneminde sinema ve günümüzde Halk Eğitim Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır. Bu kilisede isabet alıp yanmıştı. (29 Mart 1854 yılında Sinop’a tayin edilen yeni Kaimmakam İsmail Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği raporda 259 ev, 224 dükkân olarak gösterilmiştir). Bu acı olay ülkeyi mateme boğarken, her üzücü olayda olduğu gibi derhal felaketzedelerin imdadına koşuldu. Hem devlet hem de halk tarafından Nakdi olmak üzere çeşitli yardımlar yapılmıştır. Ev ve dükkânları yananlara Kastamonu mal sandığından hazineye mahsuben 400 kese akçe nakdi yardımda bulunulması emredildi. Halk tarafından da 91.733 Krş. Nakdî yardım toplanarak Sinop’a gönderilmiştir. Ayrıca üç yıllık vergi affı tutarı 119.290 krş. Padişahın da onayı ile af edilmiştir. Rus güllelerinden kısmen zarar gören 1854 yılı Mart ayında Alâeddin camiinin tamiri için 3.184 krş, tamamen yanan Rum Ortodoks kilisesinin yapımı için 15.000 Krş. devlet yardımı yapıldı. Bundan başka; şehit ailelerine ve harp malulü gazilere emekli aylığı bağlandı. Savaşta Sinop’un çok büyük tahribata uğradığı ve uzun süre eski canlılığını kazanamadığını Avrupalı yazarların yanı sıra Rus Yazarlar tarafından da itiraf edilmiştir. Örneğin; savaştan önce şehri ziyaret eden Humpary Sandwith; “Sinop’u ilk gördüğüm de modern trajedi oynanmamıştı. Diğer sefer manzara dehşet vericiydi. Yanan ve batan gemilerin enkazı hala görülüyordu” demişti.

RUSLARIN KAYIPLARI

Rusların Büyük Dük Konstantin Kalyonu ağır yara aldı ve direklerini kaybetti, Kapak Sınıfı İmparatoriçe Marya ’da ciddi hasar gördü. Tri Sviyatitel Kalyonu Çapa zinciri kesildiği için Mevkiini koruyamadı ve kıç tarafı Osmanlı kıyı (5 nolu) tabyalarına döndü kıyıdan atılan gülleler ve Türk gemilerinden atılan gülleler geminin üç direğini de budadı. Paris kalyonu da epey isabet aldı o da direklerini kaybetti. Diğer gemilerde bu kadar büyük hasar oluşmamıştı. Onlarında da armaları budanmıştı. Akşam saatlerinde gemilerini filikaların yedeğinde bugünkü Demirci Köy açıklarına çektiler Sinop kalesinden altı yedi mil uzaklaştılar. Gemileri su alıyordu. Hızla onarıma başladılar.

Rus filosu 4 Aralık günü bir bayram sevinciyle Sivastopol limanına girdi. Amiral Nakhimov daha yolda iken yazdığı mektubunda; “Ekselanslarının Karadeniz Filosuna verdiği emrin muvafakatiyle icra edildiğini, Türk filosunun imha edilerek kumandanının yaralı olarak esir alındığını belirtmiş ve savaşta; bir subay, 33 denizcinin kaybedildiğini, 230 yaralının bulunduğunu bildirmişti”.

Rus Amirali Nakhimov; baskından sonra Sinop’ta ki Avusturya Konsolosuna gönderdiği mektubun tercümesi şöyledir; “ Şahsınızı Sinop’ta murahhas üye olarak kabul ettiğimden, niyetimi aşağıda olduğu gibi anlatmak isterim. İsteklerimi uygun bulduğunuz takdirde hükümetinize ve sair konsüllere anlatmanızı da beklerim”.           

Meydana gelen çarpışmada şehrin harap olması üzüntü vericidir. Bunun ise Türklerin şiddetli savunmalarından ileri geldiğini söylemeye lüzum yoktur. Görevim Kafkasya sahillerini işgal ile Çar ve Hükümete karşı ihtilal yapan Kafkasya halkı için gönderilen harp mühimmatının sevkine mani olmak ve bu amaçla gelen donanmayı tahrip etmekten ibaretti.”

Görüldüğü gibi, Nakhimov şehrin tahrip edilmesine mazeret olarak Osmanlı Donanmasının kahramanca kendinden çok üstün bir donanmaya direnmesini gösteriyordu.

Usul gereği; yabancı konsolosların gerek şahsi ve gerekse devletlerinin güvenliklerine dikkat etmeleri amacıyla önceden uyarılmaları gerektiği halde, Visamiral Nakhimov böyle bir uyarıyı yapmadan şehri ve sivil halkı topa tuttu.

BASINDA RUSYA ALEYHİNE MÜTHİŞ BİR KAMOYU OLUŞMUŞTU

Sinop’taki felaket haberi, Avrupa’da heyecan uyandırdı. Sinop gibi açık bir şehri topa tutarak yangınlar çıkarması, devletler hukukuna aykırı kabul edilmekteydi. Asıl mesele ise, bu olay sonrasında Rusların Karadeniz’e sahip olmalarıydı. Çünkü Rusya teminatlarına karşı saldırgan hareketlere girmesi sonucu; Osmanlı sahilleri korumasız kalmıştı. Özellikle İngiliz donanması Boğaz içinde koruma görevini üstlenmiş bulunduğu sırada, Rus donanmasının İngiltere’yi hiçe sayarak Rus donanmasının Osmanlı filosuna saldırması İngilizlerin gururunu kırdı, İngiliz bayrağına yapılmış bir hakaret olarak değerlendirdiler. Birleşik donanmanın, Türk topraklarını savunmak için mevzi aldıklarını Rusya’ya bildirmiş olmalarına rağmen Rusya’nın,  Açık denizde olmayan ve bir çatışma halinde bulunmayan üstelik bir Türk limanında yatan Türk filosuna karşı girişilen saldırı, İngiliz Dışişleri Bakanı CLARENTON tarafından bir meydan okuma olarak yorumlandı. Dış işleri bakanının Saint Petersburg’a yolladığı notada şöyle diyordu.

“Sinop Limanında tecavüze uğrayan yalnız Türk filosu değildir. Sultan’a ait toprakları her türlü saldırıdan korumayı üzerimize almış bulunuyoruz ve bu vaadimizi neye mal olursa olsun yerine getirmeye kararlıyız”.

New York Daily Tribune gazetesi göstermiştir. Gazetenin başyazılarında olay çeşitli yönleriyle incelenmiş ve Rusya bu hareketinden dolayı şiddetle kınanmıştır. 9 Ocak 1854 tarihli başyazıda, Sinop olayı ile ilgili Londra çıkışlı şu habere yer vermişti;

“Amiral Nakhimov komutasında üç savaş gemisi kolu vardı. Üç adet üç Ambarlı, altı firkateyn, birçok buharlı gemi altı ya da sekiz daha küçük çaplı gemi bulunuyordu. Yani Türk filosundan en az iki ağır bir kuvvet. Ama gene de Nakhimov, üç Ambarlı üç gemi daha gelmeden saldırıya geçmedi. Hâlbuki ki bu son üç gemi dahi kahramanlık göstermek için yeterliydi. Rus Amirali, bu dengesiz üstünlükle saldırıya girişti. Sis ya da bazılarının dediğine göre İngiliz bayrağı kullanması, beş yüz yarda ’ya kadar hiç rahatsız edilmeksizin yaklaşmasını kolaylaştırdı. Sonrada savaş başladı”. Başyazının devamında taraflar arasında meydana gelen savaş anlatılmaktadır. Son kısmında ise şöyle denmektedir;

“Sinop zaferi, Ruslar için onur taşımıyor. Türkler ise hemen hemen işitilmemiş bir cesaretle dövüştüler, çarpışmalar boyunca tek gemi bile bayrağını indirmedi. Türklerin donanmalarının bu değerli parçasını yitirmeleri, bu kısa süreli işgal ve böyle bir olayın Türk halkı, ordusu ve donanması üzerinde meydana getirdiği üzüntü verici manevi sonuçlar, Türk donanmasının Sinop filosunu gözlemesini, korumasını ve limana getirmesini engelleyen Batı diplomasisinin arabuluculuğunun ürünüdür”.

Aynı gazetenin bir başka günkü yazısında Sinop faciasını; “…hain ve sinsice bir kasaplık” olarak nitelendirmiştir.

New York Daily Tribune; İngiltere’de yayınlanan bazı günlük büyük gazetelerin, konu ile ilgili yayınlarını, 27 Aralık 1853 günkü baskısında ele alarak okuyucularına aktarmıştır. Söz konusu gazetelerin, Sinop faciası ile ilgili tavırları hakkında bilgi vermek amacıyla, bu gazetenin başyazısında;

“Bizim filomuzun orada bulunuşu, hiçbir olayda, Rusların Türkiye’ye saldırısını engellemek için değil… Donanmamızın orada oluşu, Karadeniz’i bir Rus gölü olmamasını sağlamak için değil….. Donanmamızın orada bulunuşu, müttefikimize yardım için değil….. Rus Amiraller, İstanbul’a bir top atımlık uzaklıkta….. Manevra yapabilirler ama İngiltere’nin uskurları, baş uskur Lort Abardeen kadar vurdumduymaz olmaya devam edeceklerdir”.

Aynı gazetenin bir başka günkü yazısında Sinop faciasını; “…hain ve sinsice bir kasaplık” olarak nitelendirmiştir.

New York Daily Tribune; İngiltere’de yayınlanan bazı günlük büyük gazetelerin, konu ile ilgili yayınlarını, 27 Aralık 1853 günkü baskısında ele alarak okuyucularına aktarmıştır. Söz konusu gazetelerin, Sinop faciası ile ilgili tavırları hakkında bilgi vermek amacıyla, bu gazetenin başyazısında;

“Bizim filomuzun orada bulunuşu, hiçbir olayda, Rusların Türkiye’ye saldırısını engellemek için değil… Donanmamızın orada oluşu, Karadeniz’i bir Rus gölü olmamasını sağlamak için değil….. Donanmamızın orada bulunuşu, müttefikimize yardım için değil….. Rus Amiraller, İstanbul’a bir top atımlık uzaklıkta….. Manevra yapabilirler ama İngiltere’nin uskurları, baş uskur Lort Abardeen kadar vurdumduymaz olmaya devam edeceklerdir”.

The Times, Hükümetin temsilcisi olarak, Çar’ın nankörlüğüne karşı hükümetin öfkesini dile getiriyor, hatta tehdide varıyor.

The Morning Post; kuşkusuz daha savaşçı. Lord Palmerston başbakan ya da hiç değilse Dış İşleri Bakanı olsaydı, Sinop’ta görülen türde bir küstahlığa hiçbir zaman meydan verilmeyeceğini belirtiyor. Devamında şöyle diyor;

“Rusların savunma durumunda oldukları ikiyüzlülüğünden vazgeçtikleri kabul edilebilir. Tutarsız politikamızın müttefiklerimize ağır zayiatlar verecek ve hak ettiğimiz suçlamayı bize yöneltecek kadar ileri gitmiş olması son derece üzücüdür. Özel olarak o amaçla sevk edilmiş olan savaş gemilerimizin, sadece bu yardım hareketini yerine getirmediklerinden dolayı meydana gelmiş olan böyle bir felaketin ikinci defa meydana gelmesine izin verilmesi, bizim için sonsuz bir rezalet ve utanç kaynağı olacaktır”.

 Leader gazetesinin Paris muhabiri şöyle yazıyor;

“Victoria ne derse bakanları onu yapıyorlar. Kraliçe Victoria Kral Leopold da Çar Nikolay’ın talep ettiğini talep ediyor ve bundan dolayı da Nikolay fiili olarak İngiltere Kralıdır”

New York Daily Tribune gazetesi haberinde; İngiliz basını, Osmanlı devleti lehinde ve Rusya aleyhinde faaliyet göstermekte, ayrıca İngiliz hükümetini pasif davranmakla suçlayıp eleştirmektedir.

İngiliz Parlamentosunda, Şubat ayında; ordunun ve donanmanın tahmini harcamalarıyla ilgili görüşmeler sırasında Parlamento üyelerinden Austen Henry Layard’ın konuşması dikkat çekicidir. Layard; “Birleşik donanmaların amirleri faciayı önleyebilirlerdi, ya da bu facia, İngiltere hükümetinden ötürü ortaya çıkmış bir şey olmasaydı Türkler bunu savuşturabilirlerdi”. Demek suretiyle kendi devleti ve hükümetinin, Sinop faciasının meydana gelmesindeki rolünü özetlemiştir.   

Parlamento’nun bir başka üyesi Thomas Burry Horsfall da; “Rusya’nın amacı topraklarını genişletmekti. Bu olayda Rus diktatörün büyük ölçüde sahtekârca olan adımında, tüyler ürpertici Sinop katliamına kadar her şey vahşice ve sahtekâr caydı”. İfadesiyle Rusya’yı ikiyüzlülükle suçlayıp eleştiriyordu.

Sinop faciası, Fransa’da da büyük bir nefretle karşılandı. Fransız basını, faciayı başından beri yakından takip etmiş basında büyük yer bulmuştur. Faciayı bir felaket olarak tanımlayan;

Express From Paris; Olayın hükümet üyeleri ve özellikle İmparator tarafından üzüntüyle karşılandığını yazdı. Gazete İngiliz ve Fransız donanmasının bulunduğu yere yakın bir yerde böyle bir olayın meydana gelmesinin dikkat çekici olduğunu belirterek bu hareketin, Osmanlı devletinin bütünlüğünü korumaya çalışan müttefik donanmaya Rusya’nın bir cevabı olduğunu belirtmektedir.

Ceride-i Havadis Gazetesinde; verilen bir haberde faciadan sonra, Fransa’da bir kaç gazetenin Rusya lehine haberler yazdığını, ancak okuyucuların tepkisi üzerine Rusya aleyhine döndükleri kaydedilmektedir.

Fransa’da meydana gelen gelişmelerle ilgili olarak Paris Sefiri Veliyüddin Rıfat Bey, 19 Aralık 1853 tarihinde Sadaret Madam’ına bir arz tezkiresi yazmıştır.

Türk denizcilerinin bu savaşta büyük bir kahramanlık örneği sergilediği yerli ve yabancı eserlerde dile getirilmiş, Kinglake; “Türkler Ümitsizce ama kahramanca ve yiğitçe dövüştüler. Teslim olmayı reddettiler. Zaten teslim olmak için bayrak çekseler bile Rus Amirali görmezlikten gelecekti.” Demiştir.

Sinop Limanında gemileri yakılan İngiliz denizcileri de; “Türk’leri gayretle, fedakârca çarpıştıklarını ve gemilerini düşmana teslim etmemek için şehit oluncaya kadar savaştıklarını” anlatmışlardı.

Ubicini’de şunları yazmıştı;

“Osmanlı donanması hakkında, kara ordusu kadar terakki kaydetmemiş, çok geride kalmış demekte başka söylenecek bir şey bulamıyorum. Tecrübeli kaptanlara ve denizcilere sahip değil. Fakat yiğitlik ve fedakârlıkta ordudan aşağı kalmıyor. Sinop’ta gördük. O korkunç faciada hayatını kaybeden nice yiğitlerin adını torunları ve nice kuşaklar asla bilmeyecekler. Hayatta kalan biriyle tanıştım. Osman Paşa firkateyninde topçu olarak hizmet görüyormuş. Cenk sırasında bir gülle sağ kolunu koparmış. Fitili sol eliyle kavramış ve nişan almaya devam etmiş. O kolu da bir gülleyle uçmuş. Acıdan ve kan kaybından düşmüş, cerrahlar koşmuşlar, karşı gelmiş, dişlerimle diye haykırmış. Bereket versin bir senkop gelmiş (Bayılmış) de, çekip götürebilmişler.”  

BATAN VE KARAYA VURAN GEMİ ENKAZLARININ SÖKÜLMESİ

Batan Osmanlı gemileri, öncelikle Osmanlı donanması tarafından söküm işlemine tabi tutulmuştu. Bu gemilerin enkazları sökülmesi sonucu çıkan ahşaplar Sinop iskelesine yığılmıştı. Yine İnce Burun ormanlarından kesilen ve Sinop AK liman odun iskelesine yığılan odunlar, enkazdan elde edilen ahşaplarla birlikte, toplamı yirmi bin çeki Kırım da bulunan askerlerin yakacak odun ihtiyacını karşılamak amacıyla Sivastopol’e, Osmanlı ordusuna gönderilmiştir. (Bir çeki=225,80kg)

Kalan enkaz 1950’lı yılların başında bir gemi söküm firmasına ihale yoluyla satılmıştı. Bu firma Sinop limanı ve çevresinde bulunan batıkları dinamitle parçalamak suretiyle tamamen yok edilmesine sebep olmuştur. Sonraki yıllarda Üzerine dalga kıran, iskele yapılmış ve karaya vurdukları yer olan eski tersane (cezaevi) surlarının önünde adeta bir gemi mezarlığını andıran bu bölgedeki kalıntıların üzerine toprak dolgu yapılmıştır.

ŞEHİTLİK

Şehitlik, müzenin yanında ve Adliye binasının arkasında yer almaktadır. Şehitlik yol üzerinde olduğundan çiğnenmemesi için etrafının duvar ya da parmaklıkla çevrilmesi düşünülmüş ve taş duvar örülmesine karar verilmiştir. 1857 Yılında etrafı bir buçuk zırra (yaklaşık 120 cm) yüksekliğinde duvarla çevrilmiştir. Duvarın maliyeti olan on bin kuruşun da Sinop emvalinden karşılanması uygun bulunmuştur.

Şehitliğin ve Şehitler çeşmesi için kullanılacak olan mermerlerin ve kurşunların İstanbul’dan Sinop’a gönderilmesi devlete ait posta vapuru ile ve Padişahın emri ile de nakliye ücreti ödenmeden sağlanmıştır.                                                                                                    

Anıtın üzerinde; “1853 SİNOP DENİZ SAVAŞINDAKİ YÜCE ÖLÜLERİMİZİN SAYGI ANGISI” yazılmıştır.

Şehitliğin temel atma töreni Temmuz 1923 yılında bir kurban bayramında Mutasarrıf Hüsnü Bey zamanında kalabalık bir halk önünde yapılmıştır. Şehitler anıtı ise, 1933 Cumhuriyetin onuncu yılında Vali Abdülhak SAVAŞ tarafından açıldı. Masrafları Özel İdare tarafından karşılanan bu anıtın altında bulunan odaya şehitlerin kemikleri konulmuştur.

Riyale Bozcaadalı Hüseyin Paşa, Seyit Bilal Türbesi’nin bahçesindeki şehitliğe defnedilmiştir.   Mezar taşında hadiseyi anlatan kitabe bulunmaktadır.

ŞEHİTLER ÇEŞMESİ

Sinop Deniz Savaşı’nda şehit düşenlerin ruhlarını şad etmek amacıyla, sahilde günümüzde Tersane semti içinde büyük ve güzel bir çeşme yaptırılması için Sultan Abdülmecit Han tarafından Kastamonu Sancağına ve Sinop’ta bulunan Hasan Paşa’ya, 18 Mart 1854 tarihli bir belge gönderilmiştir. Bu belge ile deniz kenarında yer belirlenerek büyük bir çeşmenin yapılmasının kararlaştırıldığı belirtilmekte, çeşme için getirilecek suyun kaç saat mesafede bulunduğu ve masrafının ne kadar olacağı keşfinin yapılarak İstanbul’a bildirilmesi istenmektedir.

Bu yardımların kayıtlı olduğu defterde Padişahın elli bin, diğerlerinin de Elli yedi bin olmak üzere toplam yüz yedi bin kuruş yardımda bulundukları açıklanmaktadır.

Tevfik Bey’in hazırladığı rapora uygun olarak inşa edilen bu çeşme, kubbeli ve dört köşeli olup üç tarafında su musluğu bulunmaktadır. Kuzey ve güney cephelerinde kitabe mevcut olup güney (deniz) cephesindeki ön yüzünde sağ ve sol tarafında Sultan Abdülmecit’in tuğraları bulunmaktadır. Buradaki kitabe metni şöyledir;

            “Uğûr-ı mükâfat mevfûr din ü devlet-i ‘âliyyede garîk-ı deryâya rahmet

              Ve câm-ı nûş-ı Kevser-i şehâdet olan şühedâ-yı benâmın tervîc-ı rûh-ı

                                Latîfleri içün sâye-i ihsan-mâye-i hazret-i şâhânede cânib-i                                            

                                 Eshâb-ı hayrâtdan inşâ kılınan çeşme-sâr teberrük âsârdır.

                                                                                                                Sene 1274”                                                                                                                     

Çeşmenin kuzey cephesinde ki kitabenin sağında ve solunda Sultan Abdülmecit’in tuğrası bulunmadığı gibi, ilaveten en alt satırda, “Ketebe hu Mehmet Zeki, sene 1274, el Mevla gaferelehü” tabiri kullanılmaktadır.

SONUÇ

Osmanlı Devletinin Avrupa’da ki sanayi devriminin çok gerisinde kalmış fabrikalarda seri üretim yerine el emeği çok zaman alan ve az üretim yapan zanaatkârların el işçiliği ile ürettiği ürünler Avrupa ürünleri karşısında hem ham madde sıkıntısından, işçilik ve benzeri nedenlerden ötürü fiyatları yüksek ve kalite yönüyle de zayıf kalıyordu.

Avrupa devletleri Buhar gücünün sağladığı imkânlar doğrultusunda üretimlerini standartlar altında ve yüksek kalite ile imal ederken Osmanlı toplumu bunun acısını her sektörde yaşıyordu. Özellikle savaş meydanlarında silah sanayinde ve modern savaş sanatlarından uzak kalmasının bedelini ağır ödüyordu. Her ne kadar Avrupa standartlarını yakalamak istese bile Avrupalılar Türklerin elline bu güçlü silahları vermiyordu. Avrupa Paixhans toplarını geliştirdiği yıllarda Osmanlı hala Bronz top namluları, çakmaklı misket tüfekleri kullanıyordu. Çelik top namluları ya satın alma yoluyla ya da savaş ganimeti olarak elde edilmekteydi. Osmanlı devleti sanayileşme için çalışsa da Avrupa seviyesine çıkmayı başaramamıştı. Kırım savaşının başlaması Osmanlı Devletinin Büyük bir borç yükü altında kalmasına neden oldu. Sonuçta; savaşın kazananı İngiltere oldu. Bu şekilde bir politika izlemesi, üç ana başlıkta anlatılabilir;

Birincisi; Karadeniz’de gittikçe güçlenen ve sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirmeyi hedefleyen Rusya’ya önemli bir darbe indirerek Ülkesinin doğu Akdeniz’deki emniyetini sağlamak ve üstünlüğünü korumak.

İkincisi: Mısır’ın güçlü lideri, Mehmed Ali Paşa’nın gücü elinden alınarak, sözde Osmanlıya yardım görüntüsü altında Doğu Akdeniz’de İngilizlerin önünü kesebilecek bir gücün engellenmesi İngiliz siyasetinin başarısıydı.

Üçüncüsü; Osmanlı’dan sonra ikinci büyük Türk devleti olan Hindistan’da ki Babür İmparatorluğu’nu yıkmak Hindistan’ı sömürge haline getirmekti. Bu arada Osmanlı devletini savaşla meşgul etmek, yapacağı yardımlarla kendisine minnettar bırakmak ve vereceği borçlarla ekonomik yönden bağımlı hale getirmekti. Osmanlı devletinin parçalanması İngiltere’nin büyük bir Pazar kaybetmesine ve Rusların Sıcak denizlere inmesini engelleyecek bir tamponun yok olması demekti. Bu nedenlerden ötürü Osmanlı Devletini kontrol altında tutmak için ne yıkılmasına nede güçlenmesine izin verecek bir politika izliyordu. Günümüzde de bu politika ABD ve AB tarafından uygulanmaya çalışılıyor.

ABD ve İngiliz siyasetini bir hikâye ile pekiştirelim: “batılı siyasetçilerin toplandığı bir yemekte İngiliz siyaset adamı diğer devletlerin siyaset adamlarına bir köşede miskin miskin oturan köpeği göstererek “bu köpeğe hardal yedirebilir misiniz diye sorar”. Bunun üzerine siyaset adamları çeşitli yollar dener lezzetli etlere sürdükleri hardalın kokusunu alan köpek hiç birini yemez. İngiliz siyasetçi mağrur bir o kadar kendinden emin parmağını hardal kabına daldırır ve köpeğin başını okşarken hardalı aniden köpeğin anüsüne sürer canı yanan köpek bu açıdan kurtulmak için anüsünü yalayarak temizler, İngiliz siyasetçi biryandan da köpeğin başını okşayarak ona sevgi gösterisini sürdürür”.  

Osmanlı Devleti, İşgal altındaki Tuna Prensliklerini kurtardıktan sonra savunmada kalmayı benimsemişse de, İngiltere Savaşı Kırım sahasına yaymıştı. Sonucunda Rus Karadeniz donanması imha edilmiş, Sivastopol Limanı tahrip edilmiş, başta Çar I. Nikola olmak üzere Rusya’nın Değerli komutanları ve bahriye personeli hayatlarını kaybetmişti. Kırım savaşı Osmanlı devletinin her açıdan kaybettiği bir savaş oldu. Savaş sırasında müttefik askerleri girdikleri her köy kasaba ve şehirlerde hiçbir şeyin bedelini ödemeden el koyuyor tacizlerde bulunuyordu. Bu konuda Osmanlı subayların şikâyetlerini de savaştayız biz girdiğimiz hiçbir yerde ücret ödemeyiz diyerek geçiştiriyorlardı. Osmanlı donanmasının Şeyh Şamil’e verilmek üzere taşıdığı silah ve malzemenin Kafkasya sahillerine gönderilmesini engellemeleri Rus kuvvetlerinin işine yaramış Kafkasya savunmasız kalmış neticesinde Rus kuvvetleri Kars’ı işgal etmişti. Müşavir Paşanın ismini vermediği paşanın tahmin ettiği gibi Osmanlı ordusu Petersburg’a gidemedi, Kırımı geri alamadı, üstelik oradaki Kırım Türkleri bu savaşta Osmanlının sözde müttefiklerinden büyük zarar gördü. Kırım Kıpçak Türklerine savaştan sonra Rus baskısı daha da arttı. Kırım’dan sürülmesi, Kafkasya’daki Balkanlar’daki toprak kayıpları, buna bağlı göçler demografik yapının değişmesi Osmanlı Devleti’nin iç ve dış borç yükü, asker kaybı ve Osmanlı devleti içindeki misyoner faaliyetleri ile gizli sömürgeleştirme çalışmaları devam edip gitmişti.

Kırım savaşı esnasında İstanbul’a gelen müttefik askerleri Osmanlı askerlerinin kışlalarına yerleşmiş hastane olabilecek her binayı adeta işgal etmiş, Gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarından bir ordu kurma teşebbüsünde bulunmuşlarsa da Osmanlı devleti buna sıcak bakmamış ve savsaklayarak geçiştirmişti. Bu yabancı askerlerin tutum ve davranışları başta İstanbul da yaşayan Türkler arasında tedirginliğe ve işgal endişelerine sebep olmuştu.

Kırım savaşı, savaş sanatında yeni çığır açmış, savaş muhabirlerinin fotoğrafladığı görüntüler basın yoluyla kamuoyuna sunulmuş, telgraf sayesinde haberler hızla kamuoyuna ulaştırılmıştı.

1853 Ekim’inde başlayan ve gelecekteki savaşların hangi boyutlarda nasıl bir teknolojiyle yürütüleceğinin ilk örneklerini veren bu savaşta; (telgraf, askerî amaçlı demiryolları, buharlı ve zırhlı gemiler, on binlerce asker ve muazzam miktardaki mühimmat ve malzemenin binlerce kilometre mesafeden taşınması) Modern savaş teknik ve teknolojisinin başlangıcı oldu. Baltık ve Pasifik’teki Rus limanlarının topa tutulması ve abluka altına alınması sebebiyle yalnızca ana savaş bölgesiyle tanımlanmayacak ölçüde genişlik kazanan Kırım savaşını sona erdiren Paris Antlaşması sadece Osmanlı tarihi açısından değil Avrupa’daki siyasî gelişmeler açısından da büyük önem taşır.

Önemli bir gelişme Yelkenli dönem bitmiş, yerini Buhar ve yelkenle birlikte kullanılan, makineli, pervaneli ve Zırhlı gemiler inşasına yönelmişti; Ahşap gemilerin bordalarının zırh ile kaplanmasının en önemli nedeni Sinop deniz savaşında Rusların kullandığı mühimmatın yıkıcı etkisiydi. Yeni inşa edilen buhar gücüyle çalışan ve yüksek tahrip gücüne karşı yeni tip gemiler geliştirildi. Yatay atış yapan topların tahribatları zırh sayesinde minimuma düşürülmüştü bu nedenle Gemilere Humbara (havan) topu yerleştirilmişti. Bu atılan gülleler güvertelerin üstüne düştüğünde gemiye hasar verebiliyordu; çünkü gemilerin güverteleri hala ahşaptı.       

Hindistan’a gelince XIX. Y. Yılın başlarında bu ülkede nüfusunu artıran İngiltere; 1813, 1833 ve 1853 Yıllarında hazırladığı kanunlarla hâkimiyetini tam tesise çalışıyordu. Kırım savaşından sonra 1857 yılında II. Bahadır Şah’ı esir ederek Babür İmparatorluğuna son verdiler. Babür soyundan gelen Türk’leri idam ettirdiler.

Sinop faciası, İngiltere’nin rakibi Rusya’ya karşı askeri ve ekonomik üstünlük sağlaması; Hindistan’ın yanı sıra Orta Doğu’da hâkimiyet kurma hedefine varması açısından bir fırsat olmuştur. Osmanlı Devleti ise İngiltere’nin bu çok yönlü çıkarlarına alet edilmiş, savaş sırasında aldığı borçlarla ekonomik çöküntüye sürüklenmiştir. Kâğıt üzerinde, savaşın galiplerinden olan Osmanlı Devleti, aslında savaştan çok büyük zarar alarak çıkmıştır. Çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için Osmanlı devleti, ödeme yeteneğinin çok üstünde borç almıştır. Sanayi devrimini kaçırdığı için ekonomisi çağdışı kalmış olan devlet, bu borçların altından kalkamayacak ve 1881 yılında II. Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye idaresinin kurulmasıyla, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip, ekonomik bağımsızlığını resmen kaybedecektir.

PARİS BARIŞ ANTLAŞMASI

1853 Ekiminde başlayan ve gelecekteki savaşların hangi boyutlarda nasıl bir teknolojiyle yürütüleceğinin ilk örneklerini veren bu savaşta; (telgraf, askerî amaçlı demiryolları, buharlı ve zırhlı gemiler, on binlerce asker ve muazzam miktardaki mühimmat ve malzemenin binlerce kilometre mesafeden taşınması) Modern savaş teknik ve teknolojisinin başlangıcı oldu. Aynı zamanda yelkenli gemilerinde son savaşıydı. Baltık ve Pasifik’teki Rus limanlarının topa tutulması ve abluka altına alınması sebebiyle yalnızca ana savaş bölgesiyle tanımlanmayacak ölçüde genişlik kazanan Kırım savaşını sona erdiren Paris Antlaşması sadece Osmanlı tarihi açısından değil Avrupa’daki siyasî gelişmeler açısından da büyük önem taşır.

Avrupa’da üstünlük oluşturup hâkimiyet kuran Rusya’nın yok edilmek istenmesinin önemli rol oynadığı, Şark’ta başlayan çekişmenin bunun için bir fırsat olarak görüldüğü ve özellikle İngiltere’nin İstanbul’daki kıdemli elçisi Lort Stratford de Redcliffe tarafından Kırım savaşının mimarlığına varacak derecelerde istismar edildiği de görülmektedir. 4 Ekim 1853’te Osmanlı Devleti’nin, 27 ve 28 Mart 1854’te İngiltere ve Fransa’nın Rusya’ya savaş ilânı gerçekleştiğinde 1856 senesine kadar sürecek büyük bir Avrupa savaşına girişilmiş olduğuna başlangıçta herhalde pek ihtimal verilmemiştir.

24-28 Temmuz 1855’te Viyana’da, savaşa fiilen katılmamış olmakla beraber askerî tehdidiyle Rusya’yı savaşın başında işgal ettiği Memleketeyn’i (Romanya) tahliye etmek mecburiyetinde bırakan Avusturya’nın Hariciye nâzırı Kont Boul’ün başkanlığında İngiltere, Fransa ve Prusya elçilerinin iştirakiyle yapılan toplantıda barışın şu dört madde esas alınmak üzere yapılacağı ilke olarak benimsendi:

1. Memleketeyn (Romanya) üzerindeki Rus himaye hakkına son verilmesi ve Osmanlı Devleti’nin tanımış olduğu imtiyazların Avrupa ortak garantisine dönüştürülmesi.

2. Tuna nehrinde seyrüsefer serbestisi.

3. Karadeniz’in tarafsız ve silâhsız bir hale getirilmesi.

4. Osmanlı Devleti’nde yaşayan Hıristiyan ahalinin siyasî ve dinî haklarının temini.

 Bu son madde Rusya’nın Osmanlı Devleti’ndeki Ortodokslar üzerindeki himaye hakkından vazgeçmesini, 3. madde ise 1841 Londra Boğazlar antlaşmasının Avrupa güçler dengesi doğrultusunda değiştirilmesini öngörmekteydi. Bu kararlar, yine Viyana’da Boul ve Fransa Hariciye Nâzırı Drouyn de Lhuys arasında kararlaştırılan (23 Temmuz 1854), ardından İngiltere Hariciye Nâzırı Lort Clarendon tarafından kabul edilen (8 Ağustos 1854) dört maddelik programla tamamen örtüşmekteydi.  

Bu kongreye kadar yalnız Hıristiyan devletlerle sınırlandırılmış olan Avrupa sistemi şeklen de olsa Hristiyan topluluğun sınırları dışına taşındı. Böylelikle dünya siyasetinde ve uluslararası ilişkilerde yeni bir dönem başladı. Müttefikeler savaş alanında gösterdiği birliği barış masasında koruyamadı. Her devlet barışı kendi çıkarlarına göre kurmak istedi. Osmanlı ile İngiltere, Rusya’ya ağır koşullar ileri sürülmesini istedi. Fransa ise Osmanlı’nın İngiltere ile yakınlaşmasından ve Avusturya ile Prusya’nın da beraberce hareket etmelerinden rahatsızlık duyarak Rusya’ya gelecekte bir Fransız–Rus antlaşmasının mümkün olduğunu duyurmayı destekleyen tutum sergiledi.

Rusya o güne kadar Osmanlı’dan elde ettiği ayrıcalıkların bir bölümünü kurtarmaya çalıştı. Paris Kongresi bu atmosfer içinde çalışmalarını sürdürdü.

Eylül 1854’te müttefik kuvvetlerin Kırım’a çıkartma yapmalarıyla savaşın sonunu belirleyecek ana cephe ortaya çıkmış oldu. Buradaki çarpışmalar ağır kayıplarla geçti, uzun bir kuşatma neticesinde özellikle Sivastopol’ün düşmesi (8 Eylül 1855) nihayet tarafları barışa yanaştırdı. İtalya ve Polonya meselelerinin kamuoyunda daha fazla yer edinmeye başladığı Fransa’da özellikle ağır kayıplarla geçen savaşın sona ermesi eğilimi ağırlık kazanmaktaydı. Rus ileri harekâtı ise Sivastopol’ün düşmesine rağmen Kafkas cephesinde devam etmekteydi. Rusya’nın burada da yenilmesi, Kafkasya üzerindeki nüfuzunun kırılması, Orta Asya yönünde ilerlemesinin engellenmesi, böylece İngiltere’nin Hindistan politikasının güvenliğinin temini açısından önemliydi ve bu yüzden ötürü savaşın devamına taraftardı. Kars Kalesi’nin savunması sürmekle birlikte havalinin Rusların eline geçmesi önlenemedi (26 Kasım 1855). Bu gelişmeler ve savaşın 1856 yılında devam etmesi halinde, Özi Kırı (Besarabya) ve Galiçya cephelerinin açılması ihtimali Avusturya’yı barışa giden yolda acilen ara buluculuk yapmaya sevk etti. Böyle bir durumda diğer Alman devletlerinin de tarafsız kalması beklenemezdi. İtalya ve Polonya sorunları ise Viyana hükümeti için ciddi bir endişe kaynağıydı. Fransa’nın savaş yorgunluğu içinde olması İngiltere’ye rağmen iki devletin bu konuda iş birliği yapmasını imkân dâhiline sokmaktaydı. Boul, Temmuz 1855’te dört madde halinde ana ilkeleri belirlenen barış planının ilk iki maddesini daha da sertleştirilmiş bir şekilde yeniden gündeme getirdi. Buna göre Tuna prenslikleri bir dizi müstahkem mevkiiyle Rusya’ya karşı bir güvenlik kordonu içine alınacak ve Tuna’nın sol sahilinden uzak tutulması amacıyla Rusya Besarabya’nın bir kısmını terk edecekti. Bu suretle Avusturya’nın ekonomik ve siyasal çıkarlarının daha iyi korunacağı düşünülüyordu. Karadeniz’in kayıtsız şartsız tarafsızlaştırılması ve silâhlardan arındırılması öngörülmekteydi. Şark meselesinin çıkış sebebini teşkil etmiş olan sultanın idaresindeki Hıristiyanların durumu ise Batılı devletlerin temsilcileriyle Bâb-ı Âli arasında yapılacak görüşmeler sonucunda belirlenecekti. Bu şartlar Boul ve Fransa’nın Viyana elçisi Bourqueney arasında imzalanmış olarak İngiliz hükümetine iletildi (18 Kasım 1855). İngiltere o sırada savaşın devamına odaklanmış olmakla beraber III. Napolyon’dan gelen, savaşa yalnız devam edebileceği uyarısı üzerine barışçıl bir tutum içine girmek zorunda kaldı. Bununla birlikte Londra, Kafkasların Rus nüfuzundan arındırılması ve burada bağımsız veya özerk devletlerin kurulması, özellikle Çerkezlere bağımsızlık verilmesi, Karadeniz’deki Rus limanlarında konsolosluk bulundurma hakkı ve Baltık’ta Aland adalarının silahsızlandırılmasının teminini istemekteydi. Bunların barış şartları arasına alınması talebi kabul görmedi ve barış planı kesinleşmiş biçimde 28 Aralık’ta Rus hükümetine verildi.

1855 yılı sonlarından itibaren siyaseten tamamen izole edilmiş bir duruma düşen Rusya, içinde bulunduğu kötü askerî ve malî şartlar dâhilinde yapılan teklifi kabul etmek zorunda kaldı (16 Ocak 1856). Avusturya’nın 18 Ocak tarihine kadar şartların kabul edilmemesi halinde siyasî münasebetleri resmen keseceğini bildirmiş olması bu kararın alınmasını kolaylaştırdı. Ancak Rusya’da hâlâ Osmanlı Devleti’ne herhangi bir toprak parçasının verilmesine kesinlikle karşı çıkılmakta ve bu bir şeref meselesi olarak görülmekteydi. İngiltere’de ise Rus genişleme hırsının ve Kafkaslardaki nüfuzunun tamamen kırılmamış ve Baltık’taki Rus deniz gücünün tamamen imha edilmemiş olmasından ötürü barış memnuniyetle karşılanmamıştı. Osmanlı tarafı da zaferin kazanılmasında daha az bir payı olduğu ve Kırım’daki askerî gelişmelere yeterince iştirak etmemiş olmanın bilinci içinde herhangi bir toprak kazancı düşünmemekteydi. Rusya’nın Hıristiyan tebaa üzerindeki himaye iddiası ve bunun büyük devletlerin ortak garantisi altına alınmak istenmesi, dolayısıyla Mençikov’un 1853’te dile getirdiği taleplerin akamete uğramasının asıl sebebi şimdi yapılacak barışın temel meselesi olarak algılanmaktaydı. Bundan ötürü Bâb-ı Âli müttefiklere ihtiyatla yaklaşmakta, özellikle Müslüman olmayan halkın siyasî ve dinî haklarının Avrupa ortak garantisi altına sokulmak istenmesini tepkiyle karşılamaktaydı. 1856 yılı başlarına kadar bu tutumunu korumuş ve Viyana’daki temsilcisini böyle bir girişimin kabul edilemeyeceğini bildirmekle vazifelendirmişti. Bu durumda 1853 senesindeki tutumuna geri dönmekte, din ve ırk farkı gözetmeden bütün Osmanlı vatandaşları için eşitlik ilân edilmesini öngörmekteydi. Ancak müttefikler kendilerini dışlayacak böyle bir düzenlemeye seyirci kalmak niyetinde değildi. 1856 yılı Ocak ve Şubat aylarında İstanbul’daki elçilerle (Stratford de Redcliffe, Thouvenel ve Prokesch von Osten) Ali ve Fuad Paşalar arasında yapılan bir dizi görüşme sonucunda Hıristiyan halkın siyasî ve dinî haklarını yeniden düzenleyen ve garanti altına alındı. Müslüman ve Hıristiyan eşitliğini getirerek vatandaşlık haklarının kullanımı açısından gayri Müslimleri İslâm hukukunun “kısıtlı olma” hali içinden çıkartıldı. Her yönden Müslümanlara denk ve Avrupa kavramında çağdaş birer fert haline getiren ve devletin gayrimüslimlerle ilgili şerri anayasal tatbikatını yürürlükten kaldıran bir ferman metni üzerinde mutabakata varıldı (18 Şubat 1856). Bu bağlamda İngiltere elçisi Stratford’un ısrarı neticesinde İslâm dininden çıkmanın ölümle cezalandırılmasına son verildiğine dair bir hükme de fermanda yer verildi.

Paris’te yapılacak barış görüşmeleri 25 Şubat’ta resmen başladı. Hükümetler genelde dönemin Hariciye nâzırlarının birinci, Paris veya Şark meselesiyle ilgili başka bir merkezde vazife görmekte olan elçilerin de ikinci delege olarak katılmaları ilkesini takip etmişti. Görüşmeler şu delegeler tarafından sürdürüldü: Fransa: Kont Florian Colonna Walewsky ve Baron Bourqueney;  İngiltere: Lort Georg Clarendon ve Lort Cowley; Avusturya: Kont Boul ve Josef Alexander Hübner; Sardinye: Kont Cavour ve Marki Villamarina; Prusya: Manteuffel ve Hatzfeldt; Rusya: Kont Aleksej F. Orlow ve Baron Filipp I. Brunnov; Osmanlı Devleti: Sadrazam Mehmed Emin Ali Paşa, Paris sefiri ve Reşid Paşanın oğlu Mehmed Cemil Bey. Kongrenin başkanlığına Kont Walewsky getirildi. 21 Şubat’ta İngiltere, Fransa ve Avusturya temsilcileri arasında yapılan ön görüşmede Rusya’nın itiraz ettiği hususlar ele alındı. Fransa’nın rıza göstermek eğiliminde olduğu bir konu olan Rusya’nın Kars’ı Besarabyanın bir kısmı karşılığında iade etmesi görüşü kabul edildi ve müttefiklerin kendi aralarında mutabık olmadıkları herhangi bir hususta Rusya’ya taviz verilmemesi kararlaştırıldı. İngiltere’nin Çerkezistanın bağımsızlığını istemesi destek bulmadı. Viyana’da kararlaştırılan dört madde burada barışın ön şartı olarak ilân edildi ve askerî birliklerin konumunu muhafaza etmesi şartıyla görüşmeler 5 Mart’a kadar uzatıldı. 16 Nisan’a kadar yirmi bir oturum yapıldı. İlk on dokuz oturum Şark meselesine ayrıldı. Antlaşma otuz dört madde halinde 30 Mart’ta imzalandı ve 27 Nisan’da tasdiknameler temsilciler aralarında birbirlerine takdim edildi

Toprak meseleleri doğal olarak görüşmelerin en zorlu konusuydu. Rusya’nın Besarabya’da bir kısım araziyi terk etmesini isteyen Avusturya, Kars’ın iadesiyle bu mesele arasında bir irtibat kurulmuş olarak Fransa’nın desteğini alan Rusya ile uzlaşmak zorunda kaldı. Önemli bir müstahkem mevki olan Hotin Kalesi ve doğrudan Tuna’ya giriş imkânı sağlayan Bolgrad (Bohlgrad) üzerinden Jalpuch gölüne uzanan bölge Rusya’ya bırakıldı. Karadeniz’in doğu sahillerine uzanan yerlerdeki Rus hâkimiyetine karşı çıkan İngiltere’nin itirazı, bu toprakların Osmanlı Devleti ile yapılan 1829 Edirne Antlaşması’nda da Rusya’ya bırakıldığının teyidiyle giderildi. İsveç’in kendisine verilmesini talep ettiği Aland adaları konusu buranın silahsızlandırılmasına karar verilerek halledildi. Toprak talepleriyle ilgili meselelerin çözümü tarafların diğer meselelerde daha rahat bir şekilde uzlaşmasını temin etti. Karadeniz’in tarafsızlaştırılması ve silâhtan arındırılması böylece kabul edildi. Burada bulundurulması gerekli olan gemilerin sayısı, evsafı ve diğer ayrıntılar Rusya ile Osmanlı Devleti arasında daha sonra tespit edilecekti. Tuna prensliklerinin tek bir devlet halinde birleştirilmesiyle ilgili olarak Fransa’nın yaptığı teklif Osmanlı ve Avusturya tarafından şiddetle reddedildi. Memleketeyn, Bâb-ı Âli tarafından verilmiş olan imtiyazlar çerçevesinde iki prenslik olarak eski haliyle kaldı ve Avrupa’nın garantörlüğüne zayıf bir gönderme yapıldı. Tuna nehrinin milletlerarası bir statü içine sokulması Avusturya’nın başlangıçtaki şiddetli itirazına rağmen gerçekleştirildi. Bu nehirdeki gemi işletmeciliğinin serbestçe yapılması, kıyı devletlerinin temsilcilerinden oluşan daimî bir komisyonun sorumluluğuna bırakıldı. Son önemli konuyu Osmanlı Devleti’ndeki gayri Müslimlerin hukukî durumuyla ilgili yeni düzenlemeler teşkil etti. 18 Şubat tarihli ferman buna bir cevap vermekle beraber bunun antlaşma metninde yer alması özellikle Rusya’nın ısrar ettiği bir konu oldu. Kongrenin fermanı “senet ittihaz etmesi” anlamındaki bir tanımlamayla antlaşma metnine almak istemesi tartışmaya yol açtı. Bu tanımlama, vaktiyle Rusya’ya vermediğinden ötürü bir savaşı göze aldığı böyle bir senedi şimdi bütün Avrupa’ya vermek istemediğini ifade eden Abdülmecid’in de itirazına uğradı. Bâb-ı Âli, fermanın antlaşma metninde herhangi bir şekilde yer alması veya atıfta bulunmasına padişahın hükümdarlık haklarına halel getireceği gerekçesiyle karşı çıkmakla beraber ancak değinme ifadesini değiştirmeye muvaffak oldu. Ferman varılan uzlaşma sonucunda antlaşma metninde (madde 9), “Yüksek değeri takdir edilmektedir” şeklinde geçti.

Islahat Fermanı’nın gayrimüslim tebaası ile ilgili hakların Paris Antlaşması’nda yer alması ve Avrupa Devletleri’nin gayrimüslim tebaa üzerinde bir nevi hak sahibi olmaları o ana kadar her devletin çıkarları doğrultusunda ayrı ayrı uyguladıkları Osmanlı Devleti’ni parçalama siyaseti olan Şark Meselesini müşterek bir müdahale haline getirmiştir.

Paris Antlaşması neticesinde Osmanlı Devleti kâğıt üzerinde sözde Avrupa devletler sisteminin eşit bir üyesi olarak kabul edildi ve Avrupa hukukundan istifadesi sağlandı. Ancak Ali Paşa’nın 25 Mart’ta gündeme getirmiş olduğu ve birtakım destek vaatleri almakla yetinmek zorunda kaldığı kapitülasyonlar kaldırılamadı. Antlaşmayı imzalayan devletler, Bâb-ı Âli’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün garantisini genel menfaatlerin ayrılmaz bir parçası olarak gördüklerini ilân ettiler. Bu husus, bütün Avrupa’da Rusya’nın II. Katharina’dan beri devam etmekte olan Osmanlı topraklarına doğru genişleme politikasına bir set çekildiği şeklinde yorumlandı. Gerçekten antlaşma 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nı yürürlükten kaldırmaktaydı. Antlaşma neticeleri itibariyle Rusya’da ağır bir hakaret olarak algılandı. Bu büyük savaşın yol açtığı askerî, sosyal ve malî krizler Rusya’da köklü reformlara gidilmesi sonucunu verdi ve Batıcılar ile Slav yanlıları arasında Büyük Petro zamanından beri devam etmekte olan mücadele Slavlar lehine gelişti.

1774 Küçük Kaynarca, 1826 Ak Kirman, 1829 Edirne antlaşmalarının Rusya’ya tanıdığı üstün duruma son veren, 13 Temmuz 1841 Boğazlar antlaşamasın değiştiren, Osmanlı Devleti’nin Avrupa ailesi camiasına dâhil edildiğini ilân eden ve onu siyasî yönden yeni bir döneme sokan Paris Antlaşması; devletin özellikle Islahat Fermanı sebebiyle önemli bir anayasal değişikliğin içine girmesine de yol açtı. Fermanın uygulanması esnasında meydana gelen toplumsal kavga ve kargaşa, millet sisteminin yeniden düzenlenmesinin sıkıntıları daha sonraki döneme damgasını vurdu. Devlet savaşın yol açtığı büyük bir borç batağının içine düştü. Devletin İslâmî yapısına rağmen yeni zamanlara ayak uydurabileceğinin ispatını kanıtlamış olduğuna dair yapılan tespitler (Rosen, II, 248) zamanın icraatını yücelten erken değerlendirmeler olarak kaldı. Antlaşmanın uygulanmasının beklenenin aksine daha soğukkanlı ve gerçek politika uyarınca gerçekleştiği, verilen söz ve garantilerin işlemediği kısa zamanda görüldü. Paris Antlaşması, Fransa’nın 1870-1871 Prusya/Alman savaşındaki ağır yenilgisiyle tarihe karıştı ve Rusya daha bu savaş sona ermeden özellikle Karadeniz’le ilgili maddeye artık uyulmayacağını ilân etti. Bu ise yakın zamanda patlak verecek olan büyük bir Osmanlı-Rus savaşının ilk işareti oldu. Paris Antlaşması’nın ardından toprak bütünlüğünün garanti edilmiş olmasının bir şey ifade etmediği 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında görüldü ve Rus savaşı sonundaki büyük parçalanmayı engelleyemedi. Avrupa hukukundan istifadenin ne anlama geldiği ise Bismarck’ın Berlin Kongresi (1878) esnasında bu hukuktan faydalanmak üzere devletin hakkını savunmaya kalkışan Osmanlı delegelerini, “O hukuk size göre değil” diyerek azarlamasıyla daha iyi anlaşıldı.

İngiliz Deniz Teğmen O’Reilly tarafından yapılan bu tablonun orijinali Londra’da Ulusal Denizcilik müzesindedir. Fotoğraf İsmet Ülgen tarafından sulu boya ile renklendirilmiştir.

İngiliz Firkateyni Retrebütion’da ki bir ressam Teğmen O’Reilly 4 Aralık 1853 günü savaştan sonraki dehşet verici görüntüyü yaptığı tablo ile ölümsüzleştirdi. Fotoğraf,  Dr. Rıza Nur tarafından Londra’daki Denizcilik müzesinde o günün teknolojisi ile çekilmiş Gümüş Negatif siyah beyaz bir fotoğraftır. Sinop’un en eski fotoğrafçısı olan ve üç nesildir sürdürülen Ay Yıldız stüdyosunda Atilla Ayyıldız’a kadar ulaşmıştır. Günümüzde Dr. Rıza Nur’un Kütüphane binasında yer alan özel odasında ilk siyah beyaz baskısı muhafaza edilmektedir.