Derleyen: RASİM YAŞAR TARAKÇI Em. Öğr. Gör.

30 KASIM 1853 OSMANLI-RUS SİNOP DENİZ SAVAŞI  (1. BÖLÜM)

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN AVUSTURYA VE RUSYA İLİŞKİLERİ

XVII. ve XVIII Y.Y. boyunca İç isyanlarla uğraşan, Almanlarla ve Ruslarla savaşan Osmanlı İmparatorluğu sanayi devriminde gecikmişti. Nüfusunun büyük bölümüyle birlikte toprak kaybetmeye başlamıştı. 1768 yılından itibaren Avusturya Kraliçesi’nin kızı olan Alman asıllı Rusya İmparatoriçesi Helen hayranıydı bu nedenle de Osmanlı devletini yıkmayı İstanbul’u ele geçirip Bizans İmparatorluğunu yeniden kurma hayalleri kuruyordu Kafkasya’yı bir kale gibi kuşatmıştı. Kırım hanlarını siz Türk değilsiniz Tatarsınız Osmanlılar yüzünden bizimle savaşıyorsunuz bizimle dost olursanız barış ve refah içinde yaşarsınız yalanları ile Kırım Hanını Osmanlıya karşı kışkırttı ve emeline ulaşınca da Kırımı ilhak ederek Türkçe yerleşim isimlerini Yunanca ile değiştirdi. Rus Baltık donanmasını Akdeniz’e indirdi. Rus donanmasının başında Kont Aleksy Orlov ile Kardeşi Amiral Spiridov olmakla beraber, aslında Rus donanmasını İskoçyalı Amiral Elphinton, Gregg ve Dugdale adlı İngilizler yönetiyordu.  Donanma birinci sınıf 24 savaş gemisinden ve birçok yardımcı gemiden oluşuyordu. 5 Temmuz 1770 Koyun Adaları, 7 Temmuz 1770 Çeşme baskını yaşandı.

Osmanlı Devleti’nin 1453 yılından beri dünyada tek süper güç olarak iktidarını devam ettirmesi, bundan sonra meydana gelecek olaylarla sona erdi.

(1787-1792) OSMANLI, RUSYA VE AVUSTURYA SAVAŞLARI

Bu savaşta İngiltere ve Fransa Osmanlıyı destekliyordu fakat savaşa katılmamışlardı. Karadeniz’de Cezayirli Hasan Paşa’nın Kıl buruna geldiğinde karşısında sözde Osmanlıyı destekleyen İngiltere’nin Amirali Paul Jones ve Nassau-Siegen Prensi komutası altında çok büyük bir Rus donanması vardı. Avusturya’nın da dâhil olduğu savaş Zitvatorak anlaşması ile bitti ardından 1792 yılında Rusya ile yapılan Yaş anlaşması ile Dinyester Nehri sınır kabul edildi.

1789 yılında; III Selim Taht a çıktı Ordu içinde Islahat hareketleri başladı. Nizamı Cedit ordusunu kurdu, donanmaya büyük önem verdi.

1797 yılında; Campo Formio Antlaşması ile Yunan adaları ile Arnavutluk’u elde eden Fransa’nın fetih planı, Osmanlı İmparatorluğu tarafından merakla beklenmekteydi. Osmanlı, kendisine komşu olan Fransa’nın fetih planından endişe duymaktaydı. Endişesini haklı çıkaracak bilgileri, Rusya elçisinden aldı. Uzun zamandır düşmanı olan Rusya, elçisi aracılığıyla Osmanlı İmparatorluğu’na Fransa’nın Mora adasını fetih için hazırlık yaptığından ve alınması gereken tedbirlerden söz etti. Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na yardım etmesinin gerisinde yatan neden, kendisinin Yunan adalarına yerleşme ve Mora’da Yunan milliyetçiliğini körükleme planıdır ki Fransa da bunu uygulamaktadır. Rusya, Doğu Akdeniz’deki çıkarlarının tehlikeye düşmesini istememektedir. Ayrıca, çöküşe yüz tutan Osmanlı İmparatorluğu’na yakın bir sahada, “...Fransa gibi kudretli bir devletin yerleşmeğe başlaması Rus Çarı nazarında ‘Karadeniz sahillerinin dahi tehdit edilmesine yol açacaktı.”

2Temmuz 1798 günü; Mısır’a asker çıkarıp İskenderiye’yi işgal etmesiyle Osmanlı Fransa ilişkileri bozulmuştu. Fransızların Mısır’ı işgal etmeleri İngiltere’nin çıkarları ile çatıştı Hindistan yolu Fransızların eline geçti. İngilizler Osmanlının yanında yer aldılar Napolyon Akka önlerinde Cezzar Ahmet Paşaya yenildi.

25 Haziran 1802 günü; Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa arasında imzalanan Paris Barış Antlaşması ise nihai antlaşma niteliğindeydi. Bu şekilde Karadeniz’de Fransız konsolosluklarının tesis edilmesi için de gerekli zemin hazırlanmıştı.

1804 Yılında Sırp isyanı; Osmanlı devletinin XVIII. Yüzyılda geri çekilmesiyle Sırbistan ya da eski adıyla Semendire Sancağı Avusturya ile sınır olan bir serhat eyaletine dönüştü. Osmanlı İmparatorluğu bu isyanı bastırdı.

1805 yılında Napolyon’un, Rus ve Avusturya ordularını (Osterliç) Austerlitz’te yenmesi ve dört hafta sonra imzalanan Pressburg (Bratislava) antlaşması ile Avusturya hâkimiyetin de ki İstriya, Dalmaçya ve Venedik’in Fransa güdümündeki İtalya Krallığı’na bırakılması, Adriyatik ve Balkanlardaki dengeyi bozdu. Bunun üzerine Ruslar, İyon adalarında ki güçlerini artırmak için Ocak 1806 sonunda 15 kalyon, 6 firkateyn ve 15 bin asker yığdılar. Fransızların Dalmaçya ya yerleşip Ragusa’yı işgal etmeleri sonucunda Karadağ Prensliği Rus Çar’ına bağlılığını bildirdi. Böylece Ruslar Kotor ağzına yerleşerek Fransızlar ile birçok sonuçsuz savaşa girdiler. Bu arada İngilizler, Fransızlar ve Ruslar İstanbul’da nüfus mücadelesine girmişlerdi. Osmanlı devleti ile Fransa arasında gelişen bu dostluktan endişelenen İngiltere ve Rusya hükümetlerinin siyasi ve diplomatik oyunları III. Selim'i kararından döndüremedi.  Rusya, Osmanlı devletine karşı yeni bir savaş başlattı. Bu savaşta İngiltere de kısmen Rusya’nın yanında yer aldı.

1806-1812 Osmanlı-Rus/İngiliz Savaşı başlamış oldu. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi derhal İstanbul’u terk etti. Bozcaada önlerinde demirli bulunan Amiral Sır John Thomas Duckworth komutasındaki İngiliz Donanması’na katıldı. İngiliz donanması Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul önlerine geldiler fakat kara ordusu olmadan bir başarı sağlayamayacaklarını anladılar geri dönüşte Çanakkale boğaz tabyalarının yoğun atışı ile karşılaştılar.

17 Mart 1807 günü; Rus kuvvetleri Bozcaada’ya çıktılar.

22 Mart günü; adadaki Osmanlı garnizonu teslim oldu. Böylelikle Ruslar Çanakkale boğazını abluka altına aldılar.

29 Mayıs 1807 günü; Kabakçı Mustafa önderliğinde Nizam-ı cedidin kaldırılmasını isteyen yeniçeriler isyan çıkarıp IV. Mustafa’yı tahta çıkartıp III. Selim’i devirmişlerdi. Nizam-ı Cedit askerleri katledilmişti. İstanbul’dan sağ kurtulup kaçabilen Nizamı Cedit askerleri Yenilikçi ve III. Selim taraftarı olan Ruscuk Ayanı, Alemdar Mustafa Paşa’nın yanına sığınmışlardı. Büyük emeklerle meydana getirilen bu yenilikler sekteye uğramıştı.

29 Ekim 1808 günü; Sultan II. Mahmut tahta çıktığında, Alemdar Mustafa Paşa’ya geniş yetkiler vererek iç karışıklıklara Kabakçı Mustafa ile ilişkili görülenler cezalandırıldı. Ruscuk ileri gelenlerine önemli görevler verdi. Daha sonra devlet otoritesinin zayıflamasına sebep olan ayanlar meselesinin çözülmesini istedi. Bunun üzerine 29 Ekim’de İstanbul’da toplanan ayanlar ile hükümetin emirlerinin yerine getirileceğine dair Sened-i İttifak’ı imzaladı. Bu durum Padişahın ayanlar karşısında aciz kaldığı izlenimi yarattığı için bu belgeler kısa süre sonra yok edildi.

8 Eylül 1812 günü; Ruslarla Bükreş antlaşması yapıldı. 28 Mayıs 1812 de İmzalanan Bükreş sözleşmesi 8 Eylülde İmzalanan antlaşma ile sonuçlandı Buna göre Rusya, Eflak ve Boğdan ile işgal ettiği topraklardan çekilecek Baserabya bölgesi ise Ruslarda kalacaktı.

1816 Sırp ayaklanması; Sırplar Rus kışkırtmaları ve kötü yönetildiklerini öne sürerek her fırsatta ayaklanmaya başlıyorlardı. 1816 da Sırp isteklerinin bazılarının kendilerine verilmesi ile isyan bir kez daha bastırıldı.

TÜRK – AMERİKAN İLİŞKİLERİ Osmanlı dönemi Türk Amerikan ilişkilerini sadece ekonomik boyutta ele almak, siyaset dışı ilişkiler olarak nitelemek ve ABD’nin Osmanlı coğrafyası (Orta Doğu, Asya ve Türkiye) üzerindeki siyasi faaliyetlerini ve emellerini görmezden gelmek bir yanılgı olacaktır. Geçmişte böyle bir yanılgı; 1784 yılından günümüze uzanan “misyonerlik faaliyetleri”, “Ermeni meselesi”, ”suçluların iadesi” gibi günümüze değin uzanıp gelen sorunlarda olduğu gibi; ABD’nin Orta Doğu, Türkistan, Asya ve Türkiye politikalarının da arka planını görmeyi zorlaştıracaktır.

1820 yılında; (ABCFM) Amerikan Board of Commissioners for Foreing Missions Amerikalı misyonerlerden oluşan ilk Protestan misyonerlerden Fisk ve Parsons İzmir’e ayak bastıklarında; “bir gün Anadolu’nun Hıristiyan olacağını umutla söylüyorlardı”. 1810 yılında Amerika’nın Boston kentinde ABCFM Misyoner örgütü kurulmuştu. 1830 yılında Amerika ile imzalanan Ticaret anlaşması sonucu Amerikan vatandaşlarına dokunulmazlık verildi. Günümüzde devamlı tartışılan Ermeni sorununun kaynağı bu anlaşmadır. Örgüt Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermeni ve Rum tebaa içinde misyonerlik faaliyetleri serbest bırakıldı. Misyoner faaliyetlerin arkasında Hıristiyanlığın ideoloğu olan Pavlus’un Anadolulu olması, İncil’de Anadolu’nun İncil ülkesi olarak tanımlanması ve yedi Kilisenin de Anadolu da bulunması misyonerler için başka bir nedendi.  

1820 Mart ayında; Markos BOTSARİS idaresinde Yunan Ayaklanması Denizde başladı.

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşanın sanayi devrimi yapması, ordusunu Batının modern orduları gibi eğitmesi 1821 de Başlayan Mora isyanı Rusların Ortodoks halkın hamiliğine soyunması, diğer Kuzey Afrika milletlerini egemenliği altına alma cabaları    

Batının Doğu Akdeniz politikası XIX Y.Y. Rus Çarlığının Osmanlıyı ortadan kaldırma yönelik cabaları Batılı devletlerin çıkarları ile çatışıyordu.

6 Mart 1821 günü; Çar Aleksander’ın cesur çocuk dediği Aleksandros İpsalantis, üç bin askeri ile Boğdan’a girdi. “Elenler, saat çalmıştır. Dinimizin ve vatanımızın intikam zamanı gelmiştir ileri, çok güçlü bir devletin halkımızı koruduğunu göreceksiniz”… Söylevi ile isyanı başlatmıştı. İsyanı buradan başlatmasının en önemli nedeni bölgenin Rusya ile sınır olmasıydı. Fakat İpsalantis’in Rusya’dan beklediği destek verilmedi.

Sultan II. Mahmut bu ayaklanmada parmağı olanların tespiti için Benderli Ali Paşa’yı görevlendirildi. Paşa yaptığı tahkikatlarla Fener Rum Patriği V. Grogorius’un ayaklanmayla olan ilişkisini açığa çıkardı. İsyanla ilgili ve Rus Çar’ı Aleksandr’a yazdığı Türkleri yok etme planı ile ilgili mektuplar ortaya çıkartıldı. Patrik derhal yargılandı.

21 Nisan 1821 günü; İnfaz Patrikhanenin kapısı önünde, gerçekleştirildi. Patriğin boynuna asılan yaftada şunlar yazılı idi;

“Bu devlet Osman Gazi’nin kurduğu devlet değildir, bu devlet Devlet-Î Âliyye-Î Osmaniyye değildir. Bu devlet Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz ’in Medine’de kurduğu devletin devamıdır. Bu devlet, Devlet-Î Âliyye Muhammediyye’dir. Böyle bir devlete ihanetin cezası elbette idam olmak lazım gelir. Zira Hakayık’ki Muhammed’in galiben kıyamete kadar devam edebilmesi böyle bir devletin varlığına bağlıdır. Böyle bir devlete ihanetin bedeli ölümdür, idamdır”.

İsyancılar; Mizistre, Levendar, Fenar ve Bardine gibi yerlerden kaçıp Tropoliçe’ye saklanan 10 bin Müslüman’ı iki gün içinde öldürdü ve cumhuriyet ilan etti! Kalamata gibi Türk şehirleri yakıldı. Tarihçi George Castellan “Balkan Tarihi” kitabına göre 40 bin; tarihçi Barbara Jelavic’in aynı isimli “Balkan Tarihi” kitabına göre 15 bin Türk öldürüldü. 13 Ocak 1822 yılı içinde, Türk, Arnavut, Musevi 50 bin Osmanlı vatandaşı katledildi...

1804 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa ayak oyunları ile Mısır Valiliğini elde etti. Vali olur olmaz ciddi ve radikal işlere teşebbüs eden Mehmet Ali Paşa, Mısır'da nüfuz sahibi Kölemenleri ortadan kaldırdı. Avrupa’dan getirttiği askeri danışmanlarla güçlü bir ordu kurdu. 1811 yılında, yönetimde halen etkili durumda bulunan Memluk Beylerine karşı harekete geçerek Mısır'daki Memluk egemenliğine kesin olarak son verdi. Daha sonra 1811-1818 yılları arasında orduları Osmanlı Sultanı adına Arabistan Yarımadasında Vahabilere karşı savaştı. Medine’yi Vahabilerin elinden alarak şöhretini her tarafa yaydı. 1815 yılında Kahire'de bulunan Arnavut askerleri kısa süreli bir ayaklanma çıkardılar. Kavalalı, başını ağrıtabileceğini düşündüğü 25.000 Arnavut askerini Sudan’ın fethi için 1821 yılında Sudan’daki Func Devletinin üzerine göndererek Sudan’ı, Mısır’ın kontrolü altına aldı.

1824 Ocak ayında Rusya’nın İngiltere’ye verdiği, Rus planını Canning diplomatik bir kurnazlıkla açıkladı. Bu plana göre; Ruslar, Yunanlıların bağımsızlığını istemiyordu. Üç prenslik kurulmasından yanaydı, buna göre; Teselya ve Attika Yarımadası birinci, Epir ve çevresi ikinci, Mora ve Girit üçüncü prensliği meydana getireceklerdi. Bu üç prenslik özerk olarak Osmanlı İmparatorluğuna bağlı kalacaklardı.

9 Temmuz 1824 günü; Osmanlı İmparatorluğu’nun bu isteği üzerine Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa 60 gemi on altı bin askerden oluşan bir kuvveti Rodos Adası üzerinden Girit Adasına çıktı. İsyanın bastırılması uzunca bir zaman aldı.

Bu arada, Yunan Ayaklanmasına soğuk bakan İngiltere Dış işleri Bakanı R.S.V. Castlereagh intihar etti. Yerine George Canning geldi. Yeni Dışişleri Bakanı, Yunanlılara sempati duyuyordu. Ayrıca Rus nüfusunun Rumlar üzerinde üstünlük kurmasının Doğu Akdeniz’de İngiliz çıkarlarını olumsuz etkileyeceğini düşünüyordu. Doğu Akdeniz’de güçlü bir Mısır Paşası veya güçlü bir Rusya yerine, zayıf bir Osmanlı Devleti ile küçük bir Yunanistan’ın bulunması İngiliz çıkarlarına daha uygundu. Canning isyancılara destek verilmesini savundu.

26 Şubat 1825 Günü; Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın Mora’ya çıkması ile Dramalı Mahmut Paşa ve Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki askerler isyanları bastırdı.

7 Nisan 1825 günü; Fransa, Avusturya ve Rusya, St. Petesburg’ta yan yana gelip Yunanlılara  “özerklik” verilmesini Osmanlı’dan talep ettiler. Osmanlı bu teklifi kabul etmedi.

25 Mayıs 1825 günü; Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması için 17 yıldır uğraş veren Sultan II. Mahmut Yunan isyanlarının bastırılması ile rahatlamıştı. Bu düşüncesini uygulamak için harekete geçti.

1826 yılında Mora İsyanı; Yunan tarafının tüm çabalarına rağmen, Avrupa hükümetleri Mora isyanı karşısında uzun süre sessiz kalmışlardı.

Rusya’yı Akdeniz’den uzak tutmayı isteyen İngilizler de Osmanlı Devletinin bu kadar zayıflamasını yararlı bulmuyorlardı. Bu durumun farkında olan Osmanlı devleti de bir an önce isyanı bastırmaya uğraşıyordu. Yine de Durumun ciddiyetini göz önüne alan İngiltere, Wellington Dükünü St. Petrsburg’a gönderdi.

17 Mart 1826 günü; I.Nikolay Yunanlıların yenilgisi üzerine hamiliğe soyunduğu Ortodoks Yunan halkına destek sağlayabilmek amacındaydı. Yunan Devletinin kurulması yönünde verdiği mücadeleyi kaybetmek üzere olduğunu anlamıştı. Akkerman’da görüşme teklif etti. Çarın niyetini anlayan Osmanlı devleti, onun Mora isyanına karışmasını tehlikeli bulduğundan teklifi kabul etti. Çünkü Yeniçeri meselesi ile uğraşan Osmanlı Devleti, Rusya ile savaşacak durumda değildi.

4 Nisan 1826 günü; Rusya ile imzalanan mutabakata göre İngiltere, Yunanlılar ve Türkler arasında aracı olacak özerk bir Yunan Devletinin kurulmasını sağlayacaktı.

6 Haziran 1827 günü; Rusya, Fransa ve İngiltere Londra’da bir antlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre her üç devlette özerk bir Yunan Devleti kurulması için İbrahim Paşa ikna edilecek duruma göre gerekirse zorla razı edilmesi konusunda mutabık kaldılar. Bunun için üç devlet birer filo ile katılacaklar Filolar bir İngiliz Amiralin komutasında hareket edecekti. Bu durum Sultana bildirildi.

9 Haziran günü; Sultan II. Mahmud, kendisinin meşru bir hükümdar olduğunu, Yunanlıların ise yasal hükümdarlarına karşı isyan ettiklerini bildiriyor, onlarla bir anlaşma yapmayacağını ilan ediyordu.  

16 Haziran 1827 günü; Fransa Cezayir’e savaş ilan etti.

1827 yılında; İbrahim Paşa Atina'ya da girerek isyanı bastırdı.

4 Ağustos 1827 günü; Londra’da yeniden bir araya gelen İngiliz, Fransız ve Rus üçlüsü Osmanlı özerklik teklifini kabul etmezse donanmalarını Akdeniz’e gönderecekleri notasını verdiler ve on beş günlük bir düşünme süresi tanıdılar.

George CANNİNG Yunan çatışmasında Avrupa müdahalesini başlattı

31 Ağustos 1827 Tarihinde; Bu kez üç ülke birden nota verdi. Fakat Osmanlı devleti yine taviz vermedi. Bu nedenle Müttefikler baskılarını arttırdılar. Donanmalarını Akdeniz’e gönderdiler.

George CANNİNG 1822-27 yılları arasında İngiltere dış işleri bakanı olduğu dönemde Yunan ayaklanmasında Avrupa’nın müdahalesini sağlamıştı. Aynı zamanda 1827 Nisan-Ağustos ayları arasında Başbakanlığı döneminde Londra Antlaşması’nın mimarı oldu. Bağımsız bir Yunanistan Devleti’nin kurulmasını öngören bu anlaşma metni, Osmanlı Devleti tarafından reddedildi. 

İngiltere ve Fransa’nın da değişen tavrıyla Avrupa’da Yunan isyanı basında geniş yer almaya başladı.

Ardı ardına dostluk dernekleri kuruluyordu. Rusya ve İngiltere’nin aralarında anlaşmasıyla “Mora, Osmanlı Devletine yılda bir buçuk milyon kuruş vergi ile bağlı iç işlerinde serbest başında Hıristiyan bir kral bulunan ve adı Yunanistan olan özerk devlet olacaktı. Müslümanlar bu bölgeden çıkarılacak ve malları yöre halkına satılacaktı. İki güçlü devlet aldıkları kararı açıkladılar. Rusya bu defa maslahatgüzar aracılığı ile Osmanlı Devletine bir nota verdi.  

8 Ekim günü; Osmanlılar Navarin’e geri dönüş yolunda iken, müşterek Avrupa donanması toplanmaya başladı. İngiliz filosu Fransız filosunu karşıladı.

13 Ekim günü Rus filosu da İngiliz ve Fransız donanmasına katıldı.       

20 Ekim 1827 yılında; Birleşik donanma, Navarin Limanına girerken Liman ağzındaki bataryalar ateş açmamıştı. Bunun sebebi bu üç ülkeyle Osmanlı Devleti arasında savaş ilanı yoktu. Dahası uluslararası denizcilik kuralları gereği limana yaklaşırken savaş sancaklarını çekmemişlerdi ve top lombarları kapalıydı. Limana misafir statüsünde hava şartlarından korunmak amacıyla giriş yapmak istediklerini bildirmişlerdi.

Amaç baskına dönüştürmek olduğu için bir bahane arayan birleşik filo bahaneyi yarattı. Ateş gemisi üzerine gönderilen filikalardaki personelle çatışma çıktı ve Dartmounth firkateyni toplarını ateşledi. Ardından Fransız Amiral De Rigny bütün gemilere ateş emri verdi. Aslında Fransızlar ateş açmasaydı bile, Asia (Asya) Kalyonu aynı dakikalarda hazır ol işaretini veriyordu. Yalnızca birkaç dakika fark edecekti. Savaş bütün şiddetiyle devam etti ateşi ilk açan birleşik filo avantaj sağlamıştı. Saat 17.20 de güneşin batmasıyla savaşa son verildi.

İngiliz elçi, Stratford Canning, Osmanlı devletinin parçalanmasının zorunlu bir hal aldığını hiç çekinmeden uluorta söyleyip duruyordu.

George Canning’in yeğeni, İngiltere’nin İstanbul elçisi Stratford Canning; “ilk defa Türklerin 20 Ekim’de ateşe başladıklarını öğrendiğimiz zaman içimiz biraz rahatladı…” diye yazıyordu. Aslında ne olursa olsun savaşın sorumluluğu Türklere yüklenilmeye çalışılıyordu.  

1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı; Rus, İngiliz ve Fransız Donanma’sının Navarine yaptığı baskını protesto amacıyla Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ile yapılmış olan Akkerman antlaşmasını iptal ederek boğazları Rus gemilerine kapattı.

29 Ağustos 1828 günü; Osmanlı Rusya ile savaşırken; İngiltere, Fransa ve Rusya anlaşarak, Fransa’nın Mora’ya asker sevk etmesine karar verdi. İbrahim Paşanın birlikleri arasında huzursuzluk çıkması da savaşın gidişatını değiştirdi Mehmet Ali Paşa Fransızlarla anlaştı kiraladığı gemiler ile tahliye işlemine başladılar.

1828 yılında İran ile Rusya Türkmen Çay anlaşmasını imzaladılar; 1826 Yılında; Ruslar İran ile savaş halinde bulunuyorlardı. Rus generali Graf Paskyeviç Erivansky Komutasındaki Rus ordusu, Revan, Tebriz, Erdebil ve Urumiye’yi alıp Tahran’ı tehdit etmeye başladı. Bu durum karşısında İran barış istemek zorunda kaldı. Ruslar gittikçe gerginleşen Osmanlı–Rus ilişkileri karşısında bu barışı kabul etmek zorunda kaldılar. 1828 yılında yapılan Türkmen Çay antlaşması sonucunda Aras Irmağının sol tarafı tamamen Ruslara terk edildi. Anlaşmada isteyen Ermenilerin Rusya’ya göç etmesine izin verildi. Revan hanlığı, Nahcivan hanlığı ve Talış hanlığı, Ruslara bırakıldı. Rus Çarı I. Nikolay’ın emriyle, Revan hanlığı ve Nahcıvan hanlığının birleştirilmesi ile oluşturulan Rusya’ya bağlı Ermeni vilayetine başlangıçta İran’dan kırk bin Ermeni göç etti ve yerleştirilerek bir uydu Ermeni devletinin temelleri atıldı. Daha sonra Kafkaslardan, Osmanlı topraklarından getirilen Ermeniler önce bu Türk hanlıklarında yaşayan Türkleri ve Müslüman halkları katlettiler. Daha sonra Türkmenistan’da Azerbaycan’da ve Anadolu da vahşetlerini sergilemeye devam edeceklerdi. Revan hanlığına ait Revan adını Ermeniler, Erivan olarak değiştirdiler.

22 Mart 1829 günü; Fransız filosu 60 savaş gemisi ve 10 bin piyade 800 süvariden oluşan kuvvetleriyle Mora’ya çıktı. Adalar Denizinde ki Rodos dâhil on iki adayı da işgal ettiler.

15 Ağustos 1829 günü; Osmanlı Devleti, Londra protokolünü kabul etti. Yunanistan’a Özerklik verildi ama mesele kapanmadı… Üç devletin asıl amacı Yunanistan’ı bağımsız yapmaktı. Artık Osmanlı’nın buna karşı çıkacak gücünün de kalmadığını anlamışlardı

02 Eylül 1829 günü; Sultan II. Mahmud barış istemek zorunda kaldı.

14 Eylül 1829 günü; Edirne Antlaşması yapıldı.

24 Nisan 1830 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı İmparatorluğuna verdikleri nota ile Yunan devletinin tanınmasını kabul ettirdiler.

1830 Yılında; Fransızlar Cezayir’i işgal ettiler.

7 Mayıs 1830 günü; “Türk-Amerikan Dostluk, Ticaret ve Seyrüseferin Anlaşması”  imzalandı.

29 Ağustos 1830 günü; Sırbistan’a özerklik verildi.  

1831 yılında; Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa zorla ya da pazarlıkla Suriye’yi işgale başladı.

27 Mayıs 1832 günü; Mısır donanmasının denizden kuşattığı Akka teslim oldu.

1832 yılında; Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Adana’yı işgal etti. Ardından Konya üzerine yürüdü. İstanbul’u ve Osmanlı Hanedanlığını tehdit etmesi durumun sıradan bir olay olmasını ortadan kaldırmış ve bütün Avrupa devletlerini ilgilendiren bir duruma sokmuştu. Çünkü böyle bir gücün varlığı zayıflatılmış Osmanlı Devletinin tekrar ayağa kalkma endişesini taşıyordu.

10 Aralık 1832 günü; Sisam (Samos) Adası’na özerklik verildi.

1832 Yılında; Yunanlıların hamisi Rusya, Fransa ve İngiltere Yunanistan’a son şeklini veren bir antlaşma daha yaptılar. Bununla birlikte Yunanistan’ın kuzey sınırı olarak “Arta-Vola Hattı” kabul edildi. Böylece Yunanistan’a Attik ve Mora yarım adaları bırakılmış oldu. Ayrıca bu yarım adalar çevresindeki tüm adalar ile kuzey Sporadlar, Ege’nin ikinci büyük adası Eğriboz dâhil olmak üzere yüzlerce ada Yunanistan’a bağlanmış oldu. Kurulan Yunan Krallığına da Bavyera Kralı Louis’in oğlu Otto seçildi.

15 Haziran 1832 günü; İbrahim Paşa Şam’a girdi.

21 Aralık 1832 günü; Veziriazam Reşit Paşa komutasındaki son Osmanlı ordusunu da Konya’da yenerek Kütahya’ya ulaştı.

8 Temmuz 1833 günü İngiltere ve Fransa’yı yanına çekmeyi başaramayan Osmanlı İmparatorluğu, bu fırsatı kaçırmayan Rusya’nın yardım teklifini kabul etti. Bu nedenle Rusya, gemilerinin Boğaz’a girmesini engelleyebilecek bir uzlaşmanın olgunlaşmasına fırsat ve meydan vermeden sekiz parçalık bir Rus filosunu Karadeniz Boğazı’ndan geçirerek Büyükdere önlerine demirletti. (20 Şubat 1883)

Mısır ve bütün Suriye vilâyetlerinin, diğer bir ifadeyle I. Selim’in 1516 Mercidâbık ve 1517 Ridâniye zaferleriyle ele geçen bütün yerlerin, Mehmed Ali Paşa’ya terkiyle varılan uzlaşma neticesinde Mısır meselesinin birinci safhası sona erdi.

8 Temmuz Hünkâr İskelesi Antlaşması; Adını Rus kuvvetlerinin karargâh kurduğu yer olan Beykoz Hünkâr İskelesi’nden alan bu savunma antlaşması sekiz yıl için geçerli olmak kaydıyla biri gizli yedi maddeden ibarettir.

18 Eylül 1833 günü; Münchengratz Anlaşması; Çar I. Nikola, kendini Osmanlı’nın koruyucusu olarak görüyor ve Hindistan yolu üzerindeki Mısır meselesinde söz sahibi olmak istiyordu. Bu nedenle Avusturya şark meselesi ile ilgili olarak bu anlaşmayı imzaladı. Fransa, Osmanlı’ya karşı üstünlük sağlayan Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile ilişkilerini geliştirmesi İngiltere ile arasının açılmasına neden oldu. Bu durumu fırsat bilen Çar I. Nikola Şark meselesi konusunda İngiltere ile anlaşabileceğini umut ediyordu. Üstelik İngiltere Başkanı Lort PALMERSTON bir ara Rusya’ya yaklaşır gibi oldu.

17 Ocak 1834 günü; Rusya ile imzalanan dostluk antlaşmasının önemli payı olmuştu. Böylece Silistre’nin işgalden kurtulması ve ayrıca 1834 antlaşması ile kalan 6 milyonluk savaş tazminatından 2 milyon indirim yapılması kararlaştırılmıştı.

1834 yılı Temmuz ayında; Mustafa Reşit Bey, daimi sefaretlerin kurulmasından sonra fevkalâde orta elçi olarak Paris’e gönderildi.

1837 yılında; Mustafa Reşit Bey, müşir rütbesi verilerek ilk Hariciye nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı) ataması yapıldı. İstanbul’a gelişinden üç ay kadar sonra, büyükelçilikle tekrar Paris’e, sonra Eylül 1836’da, Londra Büyükelçiliğine nakledildi ve Dışişleri müsteşarlığı yetkisi verildi. Londra’da sefirliği sırasında Stratford Canning ve Lord Rading ile dostluk kurup, mason locasına girdi.

1837 yılında; Mustafa Reşit Bey, müşir rütbesi verilerek ilk Hariciye nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı) ataması yapıldı. Hariciye Nazırlığı sırasında, Sultan İkinci Mahmut Han’a, Avrupa tarzda ıslahatlar yapılması teklifin de bulundu. Batılıların, Osmanlı Devletine, bilhassa Müslüman ve Hıristiyan tebaa arasında eşitlik gözetilmediği için düşman olduğunu, Müslüman ve Hıristiyan halk arasında ki ayrılığının kaldırılması gerektiğini, bu hususlarla ilgili yapılacak ıslahatı, bir hatt-ı hümayunla ilan etmesini teklif etti. Hazırladığı lâyihada bu ıslahatın esaslarını padişaha arz etti. Ancak, Mustafa Reşit Beyin anlattıklarının İngiliz isteklerinin aynısı olduğunu bilen Sultan II. Mahmut Han, bunu reddetti.

İngilizler, “Yed-i vahit” (tekel) sistemin kaldırılması için 1833’ten itibaren meşhur hariciye nazırları Palmerston aracılığıyla baskı kurmaya başladılar. 1836 yılında yapılan müzakerelerde Osmanlı heyeti başkanı gümrük emini Tahir Efendi, İngilizlerin istedikleri tavizleri vermeyince, 1837’de İngiliz sempatizanı Mustafa Reşid bey İngilizlerin, baskısı ile Londra büyükelçiliğinden hariciye nazırlığına getirildi.

16 Ağustos 1838 günü; BALTALİMANI semtinde, İngilizlerle ticaret anlaşmasının imzalandığı Sır Stratfort Canning arasında dört gün süren pazarlıklar sonucunda, Osmanlı–İngiliz ticaret anlaşmasını imzalandı. Anlaşma, 8 Ekim 1838’de Kraliçe Victoria ve bir ay sonra da Sultan II. Mahmud tarafından tasdik olundu. Balta Limanı Antlaşmasının imzalanmasıyla, Osmanlı Devletiyle İngiltere arasında anlaşmazlığa yol açan hususlar, İngiltere’nin lehine çözülmüş oldu. 

Görüldüğü gibi 1838 Anlaşması İngilizler için İngiltere Dışişleri Bakanı Henry Palmerston’un ifade ettiği gibi gerçekten “Capo d’Opera=Şaheser”dir. Türkiye artık 1929 yılına kadar, gümrük özgürlüğüne sahip olamayacaktı.

Daha sonra bu anlaşmaya Fransa ve isteyen bütün devletler katıldı.

Mustafa Reşit Paşa, 1838 Ağustos sonunda hariciye nazırlığı bünyesinde kalmak üzere Londra büyükelçiliğine tayin edilerek, İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Mustafa Reşit Paşa İngiltere’ye gittiğinde bu defa da “…Türkiye için en büyük iş, reaya meselesidir. Eğer reayaya verilmesi gereken hak ve hürriyetlerden bahsetsem, ülkemde bana kötü bir Müslüman gözüyle bakılır. Hâlbuki İslâmlığın kurtuluşu reayanın hür ve mutlu olmasına bağlıdır. Bu konuda yüksek sesle konuşmak, Avrupa devletlerine düşer. İmparatorlukta (Osmanlı Devletinde), Hıristiyanlar üzerindeki baskı için sesinizi çıkaramaz mısınız? Ödeyemedikleri haraç için zavallılar horlanmakta ve ezilmektedir. Bu uygulamalar, sizin âdil bir vergi dağılımı istemenizi gerektiriyor. Reaya, haraç yüzünden isyan etmekte ve düzenli vergi istemektedir. Vergi sistemi, Hıristiyanlar için yerleşirse, Müslümanlara da bunu kabul ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır”. Diyerek batılı devletleri Osmanlı Devletine müdahaleye çağırıyordu.

Mustafa Reşit Paşa, ayrıca, kendisinin ve reformlarının, Osmanlı Devletindeki başarısının Mısır hidivi Mehmet Ali Paşanın başarısızlığı nispetinde olacağını biliyordu. Çünkü Mehmet Ali Paşa, Mısır’da başarılı reformlar yapmış, batıya yanaşmadan da güçlü bir idarenin kurulabileceğini göstermişti. Reşit Paşa ise, imparatorluktaki Batılılaşmanın sembolü durumundaydı. Mehmet Ali Paşa, mağlup edilmediği takdirde, Suriye’ye de hâkim olacak, devlet içindeki tesir ve nüfuzu artacaktı. Bu durumun ise kendi siyasi hayatının sonunu getireceğini düşünen Reşit Paşa, büyük tavizler verme pahasına da olsa Mısır meselesine Avrupa devletlerinin müdahalesini istedi. Onun bu tutumu, Sultan İkinci Mahmut Han’ın, onu İstanbul’a çağırtmasına ve idamına ferman çıkarmasına sebep oldu. Fakat İstanbul’daki dostları sayesinde, Paris’e geldiğinde idam edileceği haberini alınca İstanbul’a dönmekten vazgeçti.

24 Haziran 1839 günü; Nizip savaşı; Osmanlı ordusu bir bahane ile Suriye’ye girerek savaşı başlattı. Osmanlı Ordusu ile İbrahim Paşa komutasındaki Mısır Ordusu Nizip’te karşılaştılar. Osmanlı ordusuna danışmanlık yapan Prusyalı kurmay subaylar, Osmanlı Ordusunun Mısır ordusunu yenebileceği bir durumda iken, hemen hücuma kalkmasını tavsiye ettiler. Fakat ordu içinde bulunan ulema Cuma günü hücum edilmesinin dine uygun olmadığını savunarak hücuma engel oldular. Ertesi günü Prusyalı subaylar bir gece baskını yapılmasını tavsiye ettiler. Ulema bu defa da gece baskını yapılmasının Padişahın şanına yakışmayacağını söylediler. Bu sırada Mısır ordusu Osmanlı ordusunun kanatlarını kuşattı Prusyalı subaylardan Helmut Von Moltke, Hafız paşaya Birecik üzerinden geri çekilip kuşatmadan kurtulmasını tavsiye etti. Hafız Paşa geri çekilmeyi şerefsizlik saydığından tavsiyeye uymadı. Mısır ordusu dört saat içinde Osmanlı ordusunu yok etti.

30 Haziran 1839 günü; II. Mahmut 54 yaşında öldü.                                                                                            

1 Temmuz 1839 günü; Sultan Abdülmecid; II. Mahmud’un büyük oğlu 16,5 yaşında tahta çıktı.

2 Temmuz 1839 günü; Yenilgiden haberi olmayan Sultan Abdülmecit; Mehmet Ali Paşa ile olan sorunları çözmek üzere orduya ve donanmaya harekâtın durdurulması emrini vermişti.

3 Temmuz 1839 günü; Bu gelişmeler karşısında, Rusya’nın Hünkâr iskelesi anlaşmasından yararlanarak İstanbul üzerinde etkili olmasından çekinen İngiltere ve Fransa, sorunu bir Avrupa sorunu haline getirme kararı aldı. Bu sıralarda İngiltere ile çatışmayı göze alamayan Rusya, bu karara katılmak zorunda kaldı.

AVRUPA KAMUOYUNUN OSMANLIYA BAKIŞ AÇISI

Fransa’da, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra, özellikle 1830’larda liberallerin körüklediği Türk düşmanlığı yatışmış görünmekteydi. Fakat Mehmet Ali Paşa’nın Fransa ile ekonomik, askeri, teknik vb. gibi işbirliği sonucunda ona duyulan hayranlık oldukça artmış bulunuyordu. 1839 yılının bunalımlı aylarında Fransız kamuoyunda Türklere karşı pek şiddetli saldırılara rastlanmıyordu. Osmanlı’da Tanzimat’ın ilanı, Fransız kamuoyunda çok olumlu karşılandı. Hattı Hümayun un Fransızca çevirisi Takvim-i vekayi’de yayınlandı. Fransız gazetelerinde de çevirinin yer aldığı görülmekte, Tanzimat’ın Avrupai bir devrim “meşruti bir ferman”, olarak algılandığı ve yorumlandığı anlaşılmaktadır. Hele Bâb-ı Âli’nin Kapitülasyonlara dokunmayacağının anlaşılması Fransa’da ki havayı büsbütün yumuşatmıştır. Özellikle II. Mahmud‘un Müslümanlarla Gayrimüslimler arasındaki eşitliğe önem vermesi çok olumlu karşılanmıştı.

Osmanlının çok geniş ölçüde Fransa’da, sonra bütün Avrupa’da tanınmasında Fransız gazeteci, yazar ve tarihçi J.H. ABDOLONYME UBİCİNİ çok büyük rol oynadı. Ubicini 1847 Eylülünde İstanbul’a geldi Türkçeyi çok iyi biliyordu. Türklerle, özellikle dönemin belli başlı yüksek düzeyde devlet adamlarıyla iletişim kurdu. Paris’te görev yapan Türk Diplomatlarını da yakından tanıyordu. Onlara bilgi alışverişinde bulunmuştu. Türklerle ilgili gözlemlerini 1850 Mart’ından başlamak üzere, mektuplar halinde yayınlamaya başladı. Bu mektuplar, Tanzimat’ın uygulandığı dönemin çok ilgi çekici belgeleri olarak görülmektedir. Ubicini, İstanbul’da bulunduğu sırada Eflak ve Boğdan’da çıkan olaylar üzerine oraya da gitti. Yeniden İstanbul’a döndü.

Ubicini, Avrupa’nın nabzını da tutuyordu. Öyle ki kırım savaşından önce, Rusya ile olası bir çatışmada, Avrupa devletlerinin Türkleri yalnız bırakmayacağı kanısına varmıştı. Yorga bu konuda şunları yazmaktadır. ”O vakit Fransızlar arasında Türkiye’yi en iyi tanıyan Ubicini, kehanette bulunurcasına şöyle yazıyordu: Eğer Abdülmecid’in modernleştirilmiş Osmanlı Devleti, günün birinde kendini müdafaa etmek için yeni bir istilaya karşı savaşmak zorunda olursa harp sahnelerinde tek başına kalmayacaktır.”   

MACAR MİLLİYETÇİLERİ MESELESİ

1848 Yılında; Macarlar Layoş Kossoth adında bir Macar milliyetçisinin önderliğinde, yeni bir anayasa istediler. 50.000 kişilik bir kuvvetle istiklallerini ilan ettiler. Layoş Kossoth Cumhurbaşkanlığına getirildi.

Avusturya İmparatoru Francois Joseph Macarlarla başa çıkamayacağını anlamış ve Rus Çar’ından yardım istemişti. 13 Ağustos 1849 Çar Nikola; Paskiewitch komutasında 80.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. Rus Ordusu Karpatları aşarak Macaristan’a girdi. Macar orduları art arda uğradıkları yenilgiler sonucunda 23.000 kişi Vilogost’ta teslim oldu.

Macar milliyetçileri, Avusturyalıların; kitle halinde Macar milliyetçilerini kurşuna dizdiklerini ve yaptıkları zulümleri medeni dünyaya duyurmaya çalışmışlarsa da en küçük bir yardım dahi almadılar

Avrupa yapılan vahşeti görmüyor, duymuyor ve konuşmuyordu.

Avusturya, Macar milliyetçilerinin iadesi için Osmanlı İmparatorluğu’na şiddetli bir protesto gönderdi. Fakat Mustafa Reşit Paşa bu protestoya aldırmadı. Avusturya Hükümeti, Belgrad antlaşmasının 18. Maddesini ileri sürerek asi ve haydutların iadesini talep etmekte ısrar ediyordu. Diğer yandan Ruslar kendi tebaası olan Leh milliyetçilerinin taraflarına verilmesini istiyordu. Fakat her iki tarafında istekleri olumsuz karşılandı. Çünkü bunları teslimi İmparatorluk görkemine yani; “şan-ı şükuh-ı velinimete ve namus-ı celil-i askeriyeye uygun olmayacaktır.” Mültecilerin sayısı günden güne artıyordu.                                                                                                                              

Osmanlı İmparatorluğu, mültecilere karşı göstermek mecburiyetinde kaldığı insani muameleyi ve bu yüzden Rusya ve Avusturya’ya karşı gösterdiği direnişi bir rapor halinde Bütün Avrupa devletlerine gönderdi. Bu rapor, Avrupa hükümet merkezlerinde büyük heyecan ve kamuoyu yarattı. Hatta Londra’da İngiliz gençleri, Arabasıyla yoldan geçmekte olan Rum asıllı Osmanlı elçisi Kostaki MUZURUS Paşa’nın arabasını çeken atları serbest bırakarak arabayı kendileri çekip götürmek gibi Fevkalade büyük bir saygı gösterisi yaptılar. Avrupa’da heyecan o kadar artmış, Kamunun baskısı altında İngiltere eğer mülteciler meselesi yüzünden Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve Avusturya ile savaşa girerse donanması ile derhal yardıma geleceğini bildirmişti. Bunun üzerine Fransa’da Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında yer alacağını bildirdi. Aslında; Avrupa’da Ubicini tarafından oluşturulan kamuoyunun doruğa çıktığı anlardı.

Osmanlı İmparatorluğu Tanzimat’ın ıslahat hareketleriyle ordusunu gün geçtikçe daha kuvvetli ve düzenli bir hale getirmeye başlamıştı. Tüm bu gelişmeler Rus Çar’ı Nikolay’ı rahatsız ediyordu. Çünkü; “Hasta adam” dediği bu ülkeye karşı pek yakında öleceğini tahmin ve temenni ederek hazırlık yapıyordu.

Çar I. Nikolay ilk defa parçalama ve dünya haritasından silmek istediği Türkleri, Hıristiyan Avrupa’nın kendisine karşı tuttuğunu görerek müthiş bir öfkeye kapıldı. Fakat bütün Avrupa’ya karşı savaşmayı da göze alamadı. Antlaşmaya varıldı, elçiler tekrar İstanbul’a döndüler.  

Rusya, II. Mahmud zamanında akdettiği “Hünkâr İskelesi” antlaşmasıyla Osmanlı Devletini adeta himayesi altına almıştı. Rusya’nın şarkta böyle imtiyazlı ve kudretli bir duruma yükselmesi İngiltere’yi harekete geçirmekte gecikmedi. Vaktiyle Napolyon, şimdi ise İngiltere, Rusya’nın korkunç ihtirasına karşı gelmekteydiler. 

Çar I. Nikolay Başka yoldan Osmanlı devletini yok etmeyi düşünüyordu. Buna göre antlaşmalarla kademe kademe Osmanlı İmparatorluğunda ki Ortodoks tebaanın hamiliğini üzerine almak istiyor, bu suretle zamanla Osmanlı’yı da Lehistan gibi tam hâkimiyeti altına sokmayı planlıyordu.

Rusya, Avrupa Devletlerinin karşı koyması sonucu; “Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın” devam etmeyeceğini görmüştü. Son yıllarda ise Bâb-ı Âli İngiltere ile dost kalmasının kendi çıkarlarına daha uygun düştüğünü anlamıştı. Böylece İngiltere elçisi Sir Stratford Canning İstanbul’da büyük bir nüfusa sahip oldu.

MÜBAREK YERLER (MAKAMAT-I MÜBAREKE) MESELESİ

Hıristiyan dünyası için kutsal sayılan Hz. İsa’nın doğup büyüdüğü, çarmıha gerilerek öldürüldüğü yerler Kudüs ve civarında bulunuyordu. Bu yüzden sonradan buralarda çok büyük kiliseler yapılmış, ziyaret ve ayin yerleri meydana getirilmişti.  Hıristiyanlarca mukaddes sayılan bu ayin ve ziyaret yerlerinin tamirine ait işlerle, anahtarlarına sahip olmağa Katolik ve Ortodoks papazları fazla önem verirler ve bu yüzden aralarında yüzyıllardır zaman zaman kanlı savaşlar oluyordu.

Kanuni Sultan Süleyman Tarafından verilen Kapitülasyonlarla mukaddes yerlere ait imtiyazlar da Katolik Papazlara verilmiş ve sonradan 1740 Kapitülasyonları ile bu imtiyazlar daha da genişletilmiştir. Siyasi nedenlerle Osmanlı ile Fransa arasındaki gerginliği değerlendiren Ortodoks papazları Katolik imtiyazlarını ihlal ederek Rum Patrikhanesi’nin de yardım ve aracılığı ile Bâb-ı Âli’den bir kısım imtiyazlar ve beratlar alınmıştır.   

1 Kasım 1847 günü; ayin sırasında ortaya çıkan bir olay iki mezhep arasındaki çekişme ve gerginliği son derece arttırdı.                                

Hz. İsa’nın doğduğu mağara olarak kabul edilen Beytüllahm’da eskiden Katoliklere ait iken sonradan Ortodokslar tarafından zapt edildi. Mevlidi İsa Mağarası’nda, üzerinde “hic de virgine Maria Jesus Christus notus est Latince yazılı efsaneye göre üç kralı temsil eden, Hz. İsa’nın beşiğine ait olduğu söylenen gümüş bir yıldız kaybolmuştu.                          

Bu nedenle Katolikler Ortodoksları, Ortodokslar da Katolikleri sorumlu tutuyorlardı. İki taraf arasındaki gerginliği ortadan kaldırmak ve uzlaştırmak için Osmanlı Devleti bir yıldız yaptırıp koymak istedi ise de bu gerginliği önleyemedi. Katolik Papazlar, doğuda Katoliklerin koruyucusu rolünü üstlenen Fransa’ya şikâyette bulundular.

1848 ihtilali sonunda Fransa Cumhurbaşkanı olan Louis Napolyon, İmparatorluğunu ilan etmek istemekte bu nedenle de Fransa’da ki Katolik Rahiplerini ve kamuoyunu memnun etmek amacıyla renkli iddialarla kararlı görünme çabası içindeydi.  Bu iddialar doğrultusunda İstanbul ‘da ki Fransa Elçisi, Mübarek Yerlerdeki Katolik Menfaatleri konusunda Bâb-ı Âli’ye baskıya başladı. Fransız elçi vermiş olduğu notanın bir an önce cevabını istiyordu. O sırada Sadrazam olan Mustafa Reşit Paşa ile Hariciye Nazırı Ali Paşa’lar Hükümetin cevabi notasını                                                                                                

22 Aralık 1851 günü; “Bütün çeşitli mezheplere mensup Hıristiyanlar, Kudüs’te ve mukaddes yerlerde bulunan ziyaret yerlerinden hissedardırlar. Bunların hepsinin ellerinde fermanlar ve kadim senetleri mevcuttur. Bu senetler karma bir komisyon tarafından incelenmedikçe Bâb-ı Âli tarafından bu mesele hakkında bir yorumda bulunulmayacağı” bildirildi.    

  1851 Mayıs ayında Fransa Cumhurbaşkanı ile Papa IX. Pi tarafından yazılmış olan iki mektupla İstanbul’a yeni Fransız elçisi geldi. Bu mektuplarla Katoliklerin sözde kaybolmuş haklarının iadesini talep etmekteydi. Aslında bu mesele ile ilgili renkli iddialar ortaya atan, Fransa Cumhurbaşkanı Louis Napolyon Mübarek yerler hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildi. Bu yüzden oldukça komik duruma düşmüştü. Diğer Avrupa liderleri durumu, “Avrupa’nın siyasi komedisi” olarak nitelendiriliyorlardı.

  Katoliklerin bu iddiaları karşısında Ortodoks ruhani Patrikhanesi de Rusya’ya müracaat etmişti. Böylece Çar I. Nikolay’ın eline Osmanlı’nın iç işlerine karışması için yeni bir fırsat geçmişti. Rusya da 1774 Antlaşmasının hükümlerine saygı gösterilmesi için Osmanlı devletine başvurdu. Artık Katolik ve Ortodoks çatışması halini alan mesele Avrupa meselesi olup çıkmıştı. Karma komisyonun raporlarını hazırlaması ile Ortodoksların haklı olduğu ortaya çıktı. Bu durum üzerine Çar I. Nikola elçi yollayarak statükonun korunmasını istedi. Bâb-ı Âli karma görevine son vererek, yalnız Müslümanlardan oluşan yeni bir komisyon kurdu. Bu komisyon Rus Çar’ını Memnun edecek küçük bazı değişikliklerle hazırladığı notasını Fransa elçiliğine bildirdi.

Fransa Hükümeti, Rusya’nın gittikçe sertleştiği görüşü ile bu notayı, hafif bir protesto ile geçiştirdi. Bu sırada Louis Napolyon İmparatorluğunu ilan etmiş olduğu için artık mübarek yerlerinde bir önemi kalmamıştı. Fakat yine de kendi lehlerine sonuçlandırılmışçasına coşkulu ve abartılı bir şekilde gösterilerde bulunmaya başlamışlardı. Bunun sonucu olarak Ortodoksların haklarının tamamen Katoliklere verildiği görüşü uyandığı için Rusya ve Çar çileden çıkıyordu.

Bu sırada İstanbul’daki İngiliz elçisi Stratford Canning 1808 den 1858’e kadar yarım asırlık bir zaman dilimi içinde çeşitli aralıklarla İstanbul’da İngiliz elçisi olarak görev almıştı. Son kez 1842’de atanan Canning üstün hizmetlerinden ötürü 1852 yılında Lort unvanı verilerek Lort Stratford de Redcliffe adını almıştır.   

Artık Osmanlı’yı parçalama ve paylaşma arzuları ile tutuşan Çar;         

9 Ocak 1853 günü; Petersburg kışlık sarayında verdiği baloda düşüncelerini İngiliz elçisi Sır Hamilton Seymour’a açtı;  Çar I. Nikola; İngiltere için beslediğim duyguları bilirsiniz. Bence iki hükümetin, yani İngiliz hükümeti ile hükümetimin anlaşması esastır. Biz anlaştıktan sonra, Batı Avrupa Devletleri umurumda değil. Ne düşünürlerse düşünsünler… Osmanlı büyük bir bunalım içindedir bize de fazlası ile sıkıntı verebilir. Kollarımızın arasında ağırca hasta bir adam var. Size açıkça söylemeliyim, gerekeni yapmadan önce ansızın ölürse bu büyük bir felaket olur. Osmanlı ansızın ölebilir, bu takdirde üzerimize kalacaktır. Ölüleri diriltemeyiz. Osmanlı ölünce bir daha dirilmemek üzere ölecektir. İşte bunun üzerine size soruyorum; “Böyle bir olay karşısında kargaşalık,  anarşi ve hatta Avrupa savaşı karşısında kalmaktansa, önceden tedbir almak daha akıllıca bir hareket olmaz mı? ...Bu fırsatı kaçırırsak, çok yazık olur” der.                  

İngiliz Elçi Sır Hamilton Seymour bu teklife kaçamak fakat çok güzel bir cevap verir; “Zatı şahaneleri adamın hasta olduğunu beyan buyuruyorsunuz. O halde zat-ı İmparator ilerine hasta ve zayıf adamı korumak, kerim ve kavi olan komşuya bir borçtur, dememi lütfen mazur görünüz.”                                            

İngiltere elçisi Çarın gerçek düşüncesini anlamak için bundan sonra sık sık temas etti. Çar’ın gerçek düşüncesi: Fransa işe karıştırılmayacak, İngiltere; Mısır ve Girit’i alacak Rusya kendi himayesinde olmak üzere; Eflek, Boğdan, Sırbistan ve Bulgar Prensliklerini alacaktır. Bu arada İstanbul’un da Rusya hissesine düştüğünü hatırlatmaktan geri durmuyordu. İngiltere Çar’ın tekliflerine aldırış etmedi.     

RUS ELÇİSİ PRENS ALEKSANDR SERGEYEVİÇ MENÇİKOV’UN İSTANBUL’A GELİŞİ

28 Şubat 1853 günü; Rus donanmasının “Donnerer” adlı buharlı gemi ile Mençikov İstanbul’a geldi. Mençikov’un yanında, aralarında Karadeniz donanma komutanı Kornilof ’un da bulunduğu amirallerden, generallerden oluşan maiyetle elçilik heyetinden daha çok bir başkomutan ve kurmay heyetini andırıyordu. Tophane’de büyük bir gövde gösterisi ile karaya çıktığında, yerli Rumlar tarafından görülmemiş tezahüratlarla karşılandı. Çarın en yakın adamı Mençikov, İstanbul’a ayak basar basmaz siyasi nezakete uymayan kaba ve küstah hareketler sergilemeye başladı.

Müşavir Paşa hatıralarında bu konuyu açık ve net bir şekilde anlatmış. “Prens Mençikov üç gün kimseyle görüşmeksizin Pera’da üç gün boyunca dinlendi. İstanbul’da halkın duygularının ne merkezde bulunduğuna dair haberler o üç gün içinde, bir örümcek yuvasına uçan sinekler gibi onun kaldığı yere aktı. Dördüncü günü prens cenapları yuvasından dışarı çıktı; fakat bu çıkış uğursuz bir çıkış oldu. Osmanlı Devleti’nin biçimsel protokol muhiti olan Bâb-ı Âli’de kendisini ancak hükümdarlarından bir mertebe aşağı tantanalı bir kabul töreni beklediğini bildiği halde oraya günlük, nişan sız elbiseyle gitti; sadrazamla çubuk tüttürdü

….(Müşavir Paşa’nın Kırım Harbi Anıları, ç. Candan Badem, s.88)  

2 Mart günü doğrudan doğruya Padişahın eniştesi olan Sadrazam Mehmet Ali Paşa’yı alelade sivil bir elbise ile ziyarete gitmesi, Rus düşmanı olduğu herkesçe bilinen Hariciye Nazırı KEÇECİZADE Fuat Paşa’yı ziyaret etmeye gitmemesi aldığı talimata bağlıydı. Üstelik açıktan açığa onu “yalancı bir Nazır“ olarak nitelemekten de çekinmedi. Onunla görüşmek niyetinde olmadığını söyledi. Oysa Fuat Paşa Üniformasını giymiş olduğu halde kendisini makamında bekliyordu. Sebepsiz olarak ziyarete gitmeyişi üzerine Fuat Paşa derhal istifa etmiştir. Yerine Rıfat Paşa getirilmiştir. Fuat Paşa’nın söylediğine göre, Mencikov’un bu tavrı karşısında istifa etmesi gerekmezdi. Fakat Mencikov’un bu baskısı karşısında yine de azledilmesi gündeme gelebilir “ve o suret daha ziyade dokunaklı olur idi”.                                                                                 

İngiltere’de Prens Mençikov’un İstanbul’a gelişi uğursuz bir olay sayılmıştı. Bakanlar göründüklerinden çok daha endişeliydi, gazete yazarları da yazdıklarına daha büyük anlamlar, imalar yüklüyordu. Herkes o zaman izinli olarak Londra’ya gelmiş olan Lort Stratford de Redcliffe’in bu acil durumda gereken adam olduğunu düşünüyordu ve nitekim buna uygun olarak görevinin başına geri gönderildi. 

Londra’dan alelacele İstanbul’a dönen Lort Stratford de Redcliffe başrol oynamaya başladı. Onun Bâb-ı Âli’ye tavsiyelerinin Bâb-ı Âli tarafından uygulandığı anlaşılmaktadır. İstanbul’a gelir gelmez, Rıfat Paşa ile bir görüşme yapmış ona şu tavsiyelerde bulunmuştu;

(Besim Özcan, Doktora tezi, Rus Donanmasının Sinop Baskını (30 Kasım 1853) s.32, Atatürk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih A.B. Dalı Erzurum 1990.    

“Mübarek yerler Meselesini Ruslardan gelmiş, gelecek diğer tekliflerden ayrı tutmaya çalışın. Başlangıçta tuttuğunuz yol iyidir ve bu yolda hem Rusya’yı hem de Fransızları memnun edecek bir hal çaresi bulabilme olasılığı olduğunu memnuniyetle görmekteyim. Prens Mençikov karşınıza başka tekliflerle çıktığı zamanlar, bu tekliflerin niteliği, çapı ve nedenleri üzerinde detaylı bilgi verilmedikçe görüşmekten kaçınmakta serbestsiniz. İnceleme sonunda bunların, Sultan’ın egemenlik haklarını kısıtlayıcı olduğuna hükmettiğinizde yine onları ret etme hakkını elinizde tutacaksınız. Sultan için egemenlik haklarını kullanarak ortadaki haksızlıkları gidermekten ve Rusya’nın şikâyetlerini karşılamak üzere eldeki anlaşma hükümlerinin daha sıkı uygulanmasına girişmekten daha makul bir yol olamaz”. 

Mencikov, kendisi ile görüşenlere diplomasiye sığmayacak şekilde espriler yaptığını zannederek; “Padişahın kızlarından birini, Rus prenslerinden birine istemeye geldim.” Diyebilecek kadar küstahlığını ileri götürebiliyordu. Bu hoyrat davranışları diğer yabancı elçilerinde dikkatini çekiyordu.

Prens Mencikov’un Hariciye Nazırı Fuat Paşa’ya karşı yaptığı küçültücü tutum ile ilgili Müşavir Paşa’nın yorumları dikkat çekicidir: “Avrupa’nın gözü önünde bulunan bir payitaht ’ta pek uygunsuz idi. Prens amacına ulaşmıştı ama vakarı pahasına. Prens tarafından böyle hakaret gören ve Rusya Devleti’nin bir nişanına da haiz olan Hariciye Nazırı iki gün sonra istifa etti; Padişah bu istifayı kabul etmek zayıflığını gösterdi. Hâlbuki Bâb-ı Âli daha şimdiden bir karşı duruş gösterebilirdi, bu duruş da biri hariç bütün taçlı başların onayını alırdı”.

Hariciye Nazırı Fuat Paşa’nın, Kutsal yerler meselesinde iddia edildiği gibi Rusya’ya karşı bir devlet adamına yakışmayacak biçimde ikiyüzlü hareket ettiğini kabul etsek bile Prens Mençikov için tutulacak başka bir yol vardı. Prens daha İstanbul’a geldiği vakit Fuat Paşayla devlet işlerini görüşmeyeceğini Bâb-ı Âli’ye uygun bir şekilde anlatabilirdi.

Tıpkı bir zamanlar İstanbul’da İngiltere sefiri olan Vikont Ponsonby’nin o zaman ki hariciye nazırı olan Akif Efendi İngiliz Tebaasından birinin keyfi olarak hapsedilmesini bile bile tasvip ettiği için kendisiyle artık görüşmeyeceğini bir “nota” ile Bâb-ı Âli’ye bildirmiş olduğu gibi.

Ancak Prens Mencikov, padişahın nazırlarından birini pek de bariz anlaşılmayacak sebeplerle küçük görerek padişaha bir ders vermeye kalkıştığı zaman öyle bir hareket yapmıştı ki, bütün görgü kurallarını gözden kaçırmıştı. Bu tedbirsiz hareketi de siyasi rakiplerinin istifadesine hizmet edecek şahsi infialler uyandırdı. Bâb-ı Âli’yi kendisiyle yapılmakta olan görüşmelerin İngiliz ve Fransız elçiliklerine ulaşmaması konusunda uyarmak suretiyle, Doğuluların zihniyetini anlamadığını ortaya koydu. Böylelikle kendi endişesini açık etti ve amacından saptı, hâlbuki onların fikirlerine önem veriyormuş gibi yapsaydı yeni Hariciye Nazırı Rifat Paşa’nın daha dikkatli olmasını sağlayabilirdi. ...(Müşavir Paşa’nın Kırım Harbi Anıları, ç. Candan Badem, s.89- 90)

8 Mart 1853 İstanbul’a gelişinden on gün sonra Padişah tarafından kabul edildi. Bâb-ı Âli nezdinde olağanüstü elçiliğini gösteren itimatnamesini sundu.

16 Mart 1853 günü; Bâb-ı Âli’ye şifa-i bir nota verdi ve isteklerini açığa vurdu. Burada Mençikov, Bâb-Âli’nin bir yıl önce verdiği sözde durmadığı için Çarın kişisel ve dinsel duygularının yara aldığını belirtiyor, gelecek için güvence istiyordu. Bunu takiben;

19 Nisan 1853 günü; Bâb-ı Âli’ye bir nota verdi. Bu notada alışılmadık biçimde hakaret edici sözler kullanılıyordu. Mukaddes yerler meselesinin Rus arzularına göre halli konusunda bir mukavele projesi senede bağlanmasını talep ediyordu.

22 Nisan 1853 günü; de ikinci notasını verdi;

23 Nisan 1853 Günü; Bâb-ı Âli bir fermanla Fransa ve Rusya’nın memnun olacağı şekilde bazı haklar tanıdı.  

3 Mayıs 1853 günü;  Sultan çok sevdiği Annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan vefat etmişti.     

5 Mayıs 1853 günü; Bâb-ı Âli ikinci bir fermanla Rusya’nın Ortodokslar için talep ettiği bazı haklar tanıdı. Lort Stratford de Redcliffe, Osmanlı ve Fransa arasında teskin edici bir rol oynadı. Aynı zamanda Fransa’nın İstanbul sefirini Bâb-ı Âli tarafından çıkarılan iki fermana karşı hiçbir itirazda bulunmamaya ikna etti. Fransa da Mençikov’un Mübarek yerler meselesinde yalnızca tam bir memnuniyet elde etmek istediğini düşünerek, barışın korunması amacı ile Rusya’ya bazı hakların verilmesine itiraz etmedi. Bunun üzerine Bâb-ı Âli tarafından 23 Nisan ve 5 Mayıs’ta iki fermanla Rusya’nın Ortodokslar için istediği bazı imtiyazlar verildi. Bu fermanların birer kopyası, verilen imtiyazlara ilave edilerek aynı gün Fransa ve Rusya elçilerine gönderildi. Ne var ki o ana kadar olağanüstü memuriyetinin gerçek niyetini gizlemeye çalışmış olan Prens Mençikov gerçek niyetini açığa vurdu. Bâb-ı Âli’ye yeni notasını sundu;

5 Mayıs 1853 günü; üçüncü notasını verdi; O zamana kadar gizlediği görevinin gerçek niteliğini açığa vuran Mençikov, Bâb-ı Âli’ye sunduğu notayı bir ültimatom (kesin uyarı) şekline soktu. Rus Çar’ının Rum Reayası üzerindeki meşru hami sıfatının tanınması koşuluyla Rusya ile Osmanlı Devleti arasında sürekli bir ittifak önerdi. Mençikov, ültimatom ‘una bir de istediği senedin taslağını ekledi. Bunun içinde bu anlaşma taslağının Fransız ve İngiliz elçilerinden gizli tutulacağına dair Rıfat Paşa’dan teminat istemiş ve ayrıca bu Ültimatom ’un kabulü ya da retti için beş günlük süre tanıdı. Mencikov bu davranışıyla Osmanlı Devletini diğer Avrupa devletlerinin etki sahasından çıkarıp kendi etki sahasının içine çekip Osmanlı’nın sürekli hamisi olma çabasındaydı. Aynı tarihlerde de Rusya Eflak ve Boğdan sınırlarında askeri yığınak yapmaya başlamıştı.

(0 tarihte Osmanlı İmparatorluğu içinde Ortodoks nüfus 12 milyonu bulmaktaydı.)

Bu notalarda Rus Çarı özet olarak şunları istiyordu:

“Kutsal yerler meselesi bir an evvel halledilmelidir. Bâb-ı Âli Ortodoks kilisesine daha önce Osmanlı devleti tarafından verilmiş olan imtiyazların devamı hakkında bir senet vermelidir. Kudüs’e giden Rus ziyaretçilerin maruz kaldıkları fena muamelelere son verilmelidir”.

Rusya’nın Ortodoks Türk tebaası için senet istemesi İstiklal kavramı ile kabul edilebilir değildi. Görüldüğü gibi, Mençikov’un istekleri Osmanlı Devletini Rusya’nın himayesine sokacak nitelikteydi. Bu bakımdan Hünkâr iskelesi antlaşmasından daha ağır şartlar taşıyordu.

Fransızların savaş istememeleri, Mencikov’a kılıcını gösterip cevap veren Sadrazam Mehmet Ali Paşa’nın konuya daha ılımlı yaklaşmasını sağlamıştı. Bu yüzden Mencikov’un isteklerinden bir kısmına razı olmuştu. Bâb-ı Âli, Mençikov’un isteklerini Fransa ve İngiltere elçiliklerine bildirerek onların fikir ve görüşlerini aldıktan sonra. Rıfat Paşa vasıtasıyla Mençikov’a hükümeti adına sunduğu takririn Osmanlı Devleti’nin bağımsız siyaset ve egemenlik hakları ile kabulünün mümkün olmadığını belirti.

Bu yanıta rağmen Mençikov;

11 Mayıs 1853 günü: Bâb-ı Âli’ye bir ültimatom daha verdi. İsteklerinin kabul edilmemesi durumunda İlişkilerin kesileceğini bundan doğacak tüm sonuçların sorumluluğunun Osmanlı hükümeti olacağını belirten elçi, yanıt için bu defa üç günlük zaman tanıdı.  

13 Mayıs 1853 günü; Mençikov, Bâb-ı Âli’nin cevabını almak üzere Tophane Nazırı Ahmet Fethi Paşa’nın köşküne davet edildi. Fakat Rus elçisi, her zamanki davranışlarına uygun olarak davete gitmedi. Ardından Rum dostlarının kendisini yanlış bilgilendirdiği mazeretini ileri sürerek hiç bir randevu talebinde bulunmadan Sultan Abdülmecit Han’ın sarayının yolunu tuttu. Sultan çok sevdiği Annesi Bezm-i Âlem Valide Sultanın ölümünden dolayı büyük bir üzüntü içindeydi ve Cuma Namazı için camiye gitmek için hazırlanmıştı; Mençikov, kabul salonuna kadar gitmeyi başardı. Sultan Abdülmecid, sadece Nazırların ona açıklama yapmakla yetkili olduğunu söyledi ve bu birkaç saniyelik görüşmeden sonra kapılar kapandı. Cüretkâr ve bir o kadarda diplomasi yoksunu elçi yalnız kaldı.

Kendilerini aşağılanmış saydıkları için Nazırlar Mençikov’un yanına gitmeyi reddedip istifalarını sundular. Mençikov, kaygılı ve utanç içinde saraydan ayrıldı.

Aynı gün; Osmanlı kabinesinde yapılan değişiklikle, Mustafa Reşit Paşa Hariciye Nazırlığına, Mustafa Naili Paşa’da Sadaret Makamına atandılar. Bu değişikliğin asıl sebebi ise; İngiltere Elçisi;  Lort Stratford de Redcliffe’in Mübarek yerler meselesinde politik başarısıydı. Elçi her yola başvurarak Rus isteklerinin Türk’ler tarafından reddedilmesini istiyor ve hatta Sultan Abdülmecid’e, Rus isteklerini tamamen ret ettiği takdirde, Malta’da bulunan İngiliz donanmasını derhal çağıracağını vaat ediyordu. İşte bu anda Lort Stratford de Redcliffe ve Mustafa Reşit Paşa el altından bazı kimseleri Mençikov’a göndererek;                                             

  “Eğer padişah üzerine tesir edilerek Sadrazam Mehmet Ali Paşa’nın azli temin edilir ve yerine Mustafa Reşit Paşa getirilirse Rus isteklerinin tamamen yerine getirileceği fikri telkin edilir.”

Bu diplomatik oyuna gelen Mençikov, telkinlere inanarak padişah nezdinde teşebbüse girişmiş ve başarılı da olmuştu. Daha doğrusu Lort Stratford de Redcliffe’nin başarıya ulaşmasını sağlamıştı. Böylece Mehmet Ali Paşa Nazırlıktan azledilmiş ve Serasker tayin edilmişti. Yerine ateşli Rus düşmanı ve İngilizlere yakınlık duyan Mustafa Reşit Paşa Hariciye Nazırlığına ve Giritli Mustafa Naili Paşa da Sadrazamlığa getirilmişti.

15 Mayıs 1853 günü; Damat Mehmet Ali Paşa Sadrazamlıktan alındı ve yerine Mustafa Naili Paşa getirildi. Fakat bu sırada Devletin yönetimi fiilen Mustafa Reşit Paşa’nın elindeydi.

15 Mayıs 1853 günü; Mençikov bütün ilişkilerini kestiğini, ancak en kısa sürede yanıt verilmesi için biraz daha bekleyeceğini bildirdi. İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya temsilcilerinin müdahalesini amansız bir biçimde reddeden Mençikov, resmi bir senet yerine Bâb-ı Âli’den basit bir nota almayı kabul etti. Bâb-ı Âli yine tereddüt ederse, Rus elçisi ile birlikte İstanbul’u terk edeceğini bildirdi.

17 Mayıs1853 günü; Mustafa Reşit Paşa’nın başkanlığında yüksek rütbeli devlet adamları ve ulemadan oluşan 46 kişilik bir meclis oluşturuldu. Bu meclisin amacı Mençikov’a verilecek cevabı tartışmaktı. Aslında cevap toplantıdan önce belirlenmişti; meclis toplantısı sadece bir aldatmaca idi. Cevap müzakeresi sonucu üç ret oyuna karşı 43 oyla kabul edildi. Meclis dağıldıktan sonra Mustafa Reşit Paşa İngiltere Başkonsolosluğuna giderek gece yarısına kadar orada kaldı.

19 Mayıs 1853 günü; Bâb-ı Âli evvelce meclis toplantısında, verilen cevapta ısrar edilmesine karar aldığından; diyerek, aynı gün iki devlet arasındaki ilişkilerin kesildiği halka bildirildi.  

Mustafa Reşit Paşa; kendinden önce Rus isteklerinin bir kısmının kabulüne dair düzeltilmiş olan sureti hiç göz önüne almadan, Osmanlı devletinin bağımsız siyaset ve egemenlik haklarıyla bağdaşmadığı için kabul edilemeyeceğini ve bütün Rus isteklerinin toptan reddedildiğini Mençikov’a bildirdi. Bunun üzerine son açıklamasını yaptı: Patrik’e bizzat kendi tarafından bir imtiyaz belgesinin verileceğini, belirtilen vaatlere dayanarak, Rus Çar’ının dindaşlarının sadece ”ruhani imtiyazlar” değil, anılmayan ve bu yüzden tehlike altında olan başka imtiyazlara da sahip olduklarını ve bunu Rusya’ya karşı bir düşmanlık kabul ettiğini hatırlatarak İstanbul’dan ayrılacağını bildirdi.

Böyle bir sonuç beklemeyen Mençikov hiddetten ve şaşkınlıktan perişan halde; “Palto ile gelmiştim, fakat yakında gömlek ile geleceğim.” Diyerek, Büyükdere önünde kendini bekleyen buharlı Gemiye gitti fakat Mençikov İstanbul’u terk etmek istemesine rağmen fırtına yüzünden; ancak

21 Mayıs 1853 günü; İstanbul’u terk etti. Mençikov, Petersburg’a döner dönmez, İstanbul’da başından geçenleri Çar Nikolay’a anlattığında; Çar Nikolay: “Sultan Abdülmecid’den yediğim sillenin acısını tepemde ve başparmağının izini yüzümde hissediyorum.” Demişti.

         23 Ekim 1853 günü; Osmanlı Rus savaşı başladı. Daha sonra Novosilisky komutasındaki filoya yetişen Kornilof olup bitenleri Nakhimov’a anlatmasını isteyip Rotasını Sivastopol’e çevirdi. Nakhimov’la buluşan Novosilisky emrindeki iki gemiyi de ona bıraktıktan sonra kendisi de Sivastopol’e hareket etti. Ruslar, ele geçirdikleri Pervaz-ı bahri korvetine Amiral Kornilof’un şerefine “Kornilof” adını verdiler. Butakof, bu başarısından ötürü ikinci derece kaptan rütbesi ve dördüncü derece Grogory nişanıyla ödüllendirildi.

Kornilof komutasındaki Filo’nun Bir Osmanlı Vapurunu ele geçirmesini Filonun çarpışmaya katılmamış personelinin moralini yükseltmek için adeta Osmanlı Filosuna karşı kazanılmış bir zafer gibi gösterip, filodaki gemilerin resmi geçit yapmalarını istemiştir.

2 Kasım 1853 günü; daha önce Çanakkale dışında, Bozca Ada’nın karşısında bulunan Beşike Limanına demirlemiş bulunan İngiliz ve Fransız savaş gemileri Bâb-ı Âli’nin isteği üzerine İstanbul Beykoz önlerine ulaştı. Rusya bu durumu protesto etti ise de, “1841 Boğazlar Mukavelesi” barış zamanlarına ait olduğu için üzerinde durulmadı. Müşavir Paşa İngiliz ve Fransız gemilerinin gelişini şu sözlerle ifade etmişti; “Türkler bu gemileri Osmanlı Devleti uğruna savaş yapmaya gelmiş sanıyorlar.”    

Amiral Dundas Komutasında ki İngiliz filosu; iki Kalyon, dört kapak, bir firkateyn, iki padıllı vapur ve sekiz pervaneli vapurdan, Amiral Hamelin Komutasında ki Fransız filosu; üç kalyon, yedi kapak, üç birik ve üç vapurdan oluşmakta idi.

Osmanlı Devleti meydana getirilen bu güçlü donanma sayesinde Rusların Karadeniz’e çıkamayacağını düşünüyordu.

3 Kasım 1853 günü; Mösye Pisani’den, Lort Stratford de Redciliffe’e gönderilen mektup ’tan (Pera- Beyoğlu 3 Kasım 1853) “Türk donanması üç Ambarlılar müstesna olmak üzere Karadeniz’e çıkacaktır. Gemiler muhtemel Pazar günü hazır olacaktır. ’Denilmektedir. (Mavi Kitap)

5 Kasım 1853 tarihli; Tarabya kaynaklı mektup: Lort Stratford de Redcliffe tarafından İngiltere’ye Hariciye nazırına hitaben, “Bâb-ı Âli’yi şu sırada Karadeniz’e birinci sınıf harp gemileriyle Firkateynlerden kurulu filo göndermek teşebbüsünden vazgeçmeye ikna ettim”. Denilmektedir. (Mavi Kitap)

5 Kasım 1853 günü; Patrona Osman Paşa ve Riyale Bozcaadalı Hüseyin Paşa Komutasındaki Osmanlı filosu Boğazlardan çıkarak Karadeniz’e açılmış ve görev yeri olan Amasra – İnce Burun arasında yerli ve yabancı nakliye gemilerini Rus saldırılarına karşı korumak için devriye gezmeye başlamışlardı. Gemi Personeli toplama ve eğitimsizdi. Çünkü daha önce Rusları kışkırtmamak için donanmanın Karadeniz’e çıkmasına ve eğitimine izin verilmemişti. Bunun yanı sıra Osmanlı geleneksel olarak ilkbahar aylarında Haliç’ten törenle denize açılır, sonbaharda tekrar Haliç’e dönerdi. Bu yüzden gemici bulmada zorlanıldı. Patrona Osman Paşa’nın eğitip hazırladığı denizciler acilen Batum’a asker, silah ve cephane taşımak maksadıyla kendisinden birkaç gün önce sefere çıkacak olan Patrona Mustafa Paşa’nın emrine verildiğinden Patrona Osman paşa çaresiz, eğitimsiz kışlalardan toplanmış denizle ilgisi olmayan erat ile Karadeniz’e çıkmak zorunda kalmıştı.

Kendisi ticaret gemilerinden gönüllüler ve tecrübesiz gemiciler, çiftçiler almak zorunda kaldı. Eğitimsiz ve yetersiz gemicilerin yanı sıra sağdan soldan silah, cephane ve levazım toplanarak alelacele gemilerin eksiklikleri giderilerek donatılmaya çalışıldı.

Bir süre Amasra-İnce Burun arasında karakol görevi yapan gemiler kötü hava koşullarında eğitimsizlik nedeniyle yetersiz kalmışlardı. Müşavir paşanın 11 Kasım’da yakalandığı fırtına Osman Paşanın filosunu da karakol görevi sırasında yakalamıştı ve mevkilerini koruyamadıkları için dağılmışlardı. Daha sonra toplanma yeri olarak kararlaştırılan Sinop limanında bir hafta içinde ancak toplanabilmişlerdi.

Bu arada İstanbul’a dönmüş bulunan Müşavir paşa; firkateyn ve korvetlerden oluşan hafif bir filonun 12 gün önce Karadeniz’e çıktığını öğrendi. Kaptan-Derya’ya sitemde bulundu.                                                                                                                                                                                                          

Kaptan-ı Derya “Mahmut Paşa’da Bâb-ı Âli’ye onun filonun oluşumu ile ilgili düşünceleri ve tavsiyelerini arz ettiğini, Bâb-ı Âli’de bu tavsiyeleri yerinde bulduğundan kalyon ve kapakların hazırlanmaya başladığını, işlerin tamam edilme derecesine gelindiğinde de Bâb-ı Âli’den verilen ikinci bir emirle kalyonların gönderilmesinden vazgeçildiği belirtildiğinden filonun yeniden firkateyn ve korvetlerden teşkil edildiğini anlatmıştır”. Mahmut Paşa, bu emrin İngiltere elçisi Lort Stratford de Redcliffe arzusuna uyularak verildiğini de sözlerine ilave etmiştir.

17 Kasım 1853 günü; Daha önce Patrona Osman Paşa tarafından Kömür almak amacıyla Ereğli’ye gönderilmiş 0lan Pervâz-ı Bahri Buharlı gemisi, Yüzbaşı Gregoriy İvanoviç Butokof komutasındaki Vilademir Firkateyni ile Amasra ile Kerempe Burnu arasında karşılaştı.

Amiral Kornilof’un komuta ettiği bir filoya ait olan bu Firkateyn Amasra açıklarına keşif görevi için gönderilmişti. Pervaz-ı Bahri vapuruna üstünlük sağlayacak güçte olduğu açıkça görülüyordu. Ruslar saldırdılar, Vapur Bordasından ve armalarından aldığı yaralara rağmen 6 saat kahramanca savaştı. O sırada Amiral Kornilof’un filosu da geldi. Sonunda Gemi komutanı ve mürettebattan kırk kişi şehit düşmüş birçoğu da yaralanmıştı. Rus gemisinde ise; teğmen Yeleznof ve üç mürettebat ölmüştü. Geminin güvertesi ve bordaları parçalanmış armaları budanmış bacası delik deşik olmuş bir halde, bu filo karşısında çaresizce makinelerini durdurup bayrağını indirerek Ruslara teslim oldu.

Aynı gün Balkan cephesinde;

17 Kasım 1853 günü; Rus General Donenberg komutasındaki kuvvetli bir Rus ordusu Oltenica’ya saldırdı. Savaş beş saat sürdü. Ruslar ağır kayıplar vererek kaçtılar.

21 Kasım 1853 günü; İngiltere Dışişleri bakanı tarafından, Lort Stratford’a cevabi mektup gönderildi. İngiliz elçisinin 3 Kasım 1853 günü, Mösyö Pizani’den aldığı ve 5 Kasım 1853 tarihli; Tarabya kaynaklı İngiltere Dışişleri bakanlığına göndermiş olduğu mektupta bahsettiği konuyla ilgiliydi. Osmanlı Hafif filonun Karadeniz’e çıkarılması konusu ve Elçinin diplomatik başarısına cevaben İngiltere Dışişlerinden gelen mektup şu sözlerle onaylanıyordu: “Türk Hükümeti, eğer kendi çıkarlarını biliyorsa, zat-ı asilânelerinin sağlam muhakemesine ve Amiral Dundas’ın pratik deneyimine tereddütsüz hürmet edecektir”.    

24 Kasım 1853 Perşembe günü; Sinop limanı; Rüzgâr keşişlemeden (Güney doğu) esiyordu. Rus Karadeniz filosu komutanı Amiral Pavel Stepanoviç NAKHİMOV komutasındaki üç kalyon, bir buharlı gemiden oluşan bir filo, sabah saat 07.00 sularında Sinop yarımadasının Kuzeyinde yaklaşık 10 Nm (Deniz Mili) mesafeye kadar yaklaşarak keşif hareketini gerçekleştirdiler. Ta’if ve Ereğli Buharlı savaş gemileri karakol görevi için hazırlandıkları sırada, Rus filosu saat 10.00 sularında Kuzeydoğu (Poyraz) yönünde uzaklaştılar. Bunun üzerine durum değerlendirmesi yapıldı. Rus filosu, Ereğli buharlı gemisi ile takip edildi. Filonun Kuzey doğu (Poyraz) yönüne doğru gittiği rapor edildi.

Patrona Osman, Riyale Bozcaadalı Hüseyin Paşalar gemi komutanlarını toplantıya çağırarak Rusların saldırı hazırlığı içinde olduğunu ve savaşa hazır olmalarını istemiş, tüm filo personeline iletilmesi içinde; “Padişah ve millet uğruna can verinceye kadar gayretle savaşmalarını, bunun içinde gerekli olan mazeretin din duygusu ve milli haysiyet olduğunu” ilan etmişti.

24 Kasım 1853 günü; hava şartları çok kötüydü. Sulu kar ve fırtına devam ediyordu. Bu hava şartları Amiral Nakhimov’un da açık denizde dolaşmasını güçleştiriyordu.

25 Kasım 1853 günü; Osman Paşanın, Harbiye Nezaretine yazdığı rapor; “… Rus gemilerinin birkaç tanesinin Sinop adasının Yıldız (Kuzey) tarafına on mil kadar mesafede görünmesi üzerine Ta’if ve Ereğli vapurlarının karakol görevine hazırlanırken Rus gemilerinin uzaklaştıkları belirtilmiş, ayrıca birkaç Rus gemisinin de Bartın ve Amasra çevresinde dolaştıklarına işaret edilerek Rus limanlarının Sinop’a yakınlığı nedeni ile de Rus gemilerinin kolayca yardım alarak kendi üzerlerine hücum edebilecekleri tehlikesi dile getirilmiş ve bu durumda ne yapmaları gerektiği sorulmuştur”.

25 Kasım’dan sonra, Osman paşanın Sinop limanından çıkarak İstanbul’a doğru yol almadığı görülmektedir. Bunun sebebi Fırtınanın devam etmesi ihtimalidir. Eldeki veriler bunu doğrular niteliktedir.

26 Kasım 1853 günü; Kaptanlık Makamınca (25 safer) Bâb-ı Âli’ye yazılan tezkirede, Bütün tedbirlere ilave olarak, Osmanlı donanmasının güçlendirilmesi için Hazine-i Hassa kumpanyası idaresinde bulunan vapurların, Donanmayı Hümâyunun emrine verilmesi ve bu gemilerin top ve denizci topçularla donatılması ve ayrıca bu vapurlarda Tersane Amirliğince çalıştırılan yabancı kaptan ve gemicilerin işlerine son verilerek yerlerine donanmadan kaptan ve erlerin alınması istenmişti.  Ancak bu tarihten itibaren, Ferik Ahmet Paşaya yazılan aynı içerikli yazıdan anlaşılmaktadır.

26 Kasım 1853 günü; Kafkas cephesinde, daha önce Gümrü ve Ahıska’ya kadar ilerleyen Osmanlı ordusu, Ahıska ve Osmanlı ordusu için sonuçları bakımından daha feci olan Baş Gedikler Bozgunu, bütün Kars ve Erzurum ahalisinin maneviyatını sarstığı gibi, çoğu Redif ve Başı-bozuk olan nizamiye birlikleri dışındaki askerin itaat ve idaresini de güçleştirdi. GEDİKLER savaşı ardından üstün Rus Kuvvetleri karşısında Kars istikametinde geri çekilmeye başladı. Rus ordusu muntazam ve iyi donatılmıştı. Osmanlı ordusu ise başıbozuk ve gönüllülerden dolayı bir düzen ve bir disiplin içinde hareket edemiyordu.

26 Kasım 1853 (25 Safer) günü; Patrona Mustafa Paşa’nın 24 Kasım’da İstanbul’a dönmesinden sonra, Kaptanlık Makamından Osman ve Hüseyin Paşalara yazılan 26 Kasım tarihli tahriratta (mektupta) özetle şunlar yazıyordu. Osman ve Hüseyin paşaların komutasında bulunan gemilerin Sinop limanından çıkıp birbirinden ayrılmadan, Boğaz önlerine dönmeleri ve bu bölgede volta atarak karakol görevi yapmaları, kötü havalarda Boğaz’a girmeleri emrediliyordu.  

Bu resmi yazıda söz edilen “volta” volta seyri anlamında olup geminin düz bir hat üzerinde seyretmeyip ada, kayalık, sığlık veya rüzgâr nedeniyle farklı rotalarda seyredilmesi anlamına ya da bu resmi yazıda kastedildiği anlamıyla Boğaz önünde doğu batı ve diğer yönlerde kısa seyirler yaparak karakol görevi yapmaları anlamına gelmektedir.

27 Kasım 1853 günü; Yarbay Emin Bey, Karadeniz’de ki görevini tamamlayıp İstanbul’a döndü.

27 Kasım (26 Safer)1853 günü; Düşman donamasının saldırısına açık olan Sinop limanından tahriratın ulaşmasını takiben toplu olarak Boğaz’a gelinmesini isteyen bu tahrirata ek olarak; yeni yazıda konuya biraz daha açıklık getirilmektedir. Bu yazının içeriği de şöyleydi;

“Patrona Osman ve Hüseyin Paşalara Hamiş,

Sinop’ta ki filoya; düşmanın bir baskın yapma olasılığı karşısında bu limanda kalmasının doğru olmayacağı, hemen hareketle topluca İstanbul boğazı önüne gelinerek burada beklenilmesi ve kötü hava ile karşılaşılacak olunursa Boğaza girilmesi bildirildikten sonra; herhangi bir Rus gemisi ile karşılaşıldığına dair şimdiye kadar bir haber alınmadığı, bunun Rusların harekât da bulunduğu bölgelerde gözükmeyerek selamet tarafının aranılmakta olduğunun anlaşıldığını, bundan dolayı hemen hareket olunması, bir kayba uğranılacak olursa bunun filo hakkında kötü sonuçlar doğuracağı ve filonun yönergeye uymayan hareketi hesabının dönüşte sorulacağı, ilave edildi”.

Fakat savaştan üç gün önce yazılan emirlerin komutanların eline geçip geçmediği bilinmemektedir. 27 Kasım’da İstanbul’a dönen Kaimmakam Emin Bey’in verdiği rapordan, Sinop’ta bulunan filonun emniyette olmadığı ve Kırım’ın yakınlığı dolayısıyla Rus gemilerinin rahatlıkla gidip geldiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Rus gemilerinin Sinop civarında ara sıra görüldükleri haberi alınmaktadır. Bu nedenle uygun bir hava bulup limandan çıkamadığı belirtilmekteydi. Bahriye Meclisinde yapılan toplantıyı takiben;

28 Kasım (27Safer) günü; Bâb-ı Âli’ye yazılan tahrirata, Karadeniz’de düşmandan barınılacak uygun limanların bulunmaması, yelkenli gemilerin kötü havalarda denize açılamamaları ve bu yüzden istenilen limanlara, hatta Boğaz’a girememeleri nedeniyle bundan böyle yelkenli sınıfındaki teknelerin yerine buharlı savaş gemilerinin yollanması kararı alındı. Karadeniz’e çıkarılacak olan dört buharlı gemiye diğerlerinin ilavesi ile bir filo kurulması ve süratle Sinop’a gönderilmesi kararlaştırılmış, Riştehane (halat yapım yeri) Nazırı Emekli Riyale (Koramiral) Hasan Paşa denizcilik bilgisi nedeniyle bu filoya komutan olarak atanmıştır.

Sinop’ta bulunan filo komutanlarına yazılan yazıda;

Sinop’ta ki filoya yardım ederek limandan çıkartmak ve Karadeniz’de karakol görevi yapacak gemiler şu vapurlardan oluşuyordu; Mecidiye, Persut, Şehper, Mecz-i Sürur, Fevz-i Bari Saik-i Şadi, Savn-i Bâri. Top adedi az olan bu gemilerle kurulan hafif filonun nasıl hareket edeceğine dair emir hemen hazırlanış, ancak filonun hareketinden önce Sinop faciasının meydana gelmesi bu olumlu kararın uygulanmasına fırsat vermemiştir.

Müşavir Paşa’nın anılarında değindiği önemli yorumlardan biri; “…Bu sırada güvenli bir çekilme fırsatı kendini gösterdi. Çerkezler için Abhazya sahilindeki Vardan’a mühimmat götürdükten sonra İstanbul’a dönmekte olan dört buharlı Türk firkateyni, keşif için gelen Rus filosunun Poyraz istikametinde uzaklaşmasından bir iki gün sonra Sinop’a uğramıştı. Bu gemilerin kumandanının rütbesi Osman Paşa’dan büyük olduğu için, Osman Paşa’yı korkutan sorumluluk duygusundan kurtarabilir ve filoyu yedeğinde çekerek limandan çıkarır ki esas iş buydu oradan da alıp götürebilirdi. Bu halde Sinop kuvveti altı vapur, dokuz yelken gemilerinden oluşacaktı ve bu yelken gemilerinden bir kısmı hızlı oldukları gibi dört vapurda iyi silahlandırılmış bulunuyordu. Bu birleşik kuvvet muharebe etmek istemezse Rusya donanmasını geride de bırakabilirdi.

İşte bu cihet düşünülerek sonradan Kafkasya’dan gelen vapurların kumandanı bu işi yapmadığından dolayı suçlanmıştır; fakat eğer kumandan kendi başına böyle hareket etmiş olsaydı o zaman düşmanları Doğuda kimin düşmanı yoktur ki? Bir saldırının olası olmadığını söyleyerek bu sefer onu işgüzlıkla suçlayabilirlerdi. Bundan başka savaşa girmeye pek üşenen Avrupa’yı ayağa kaldırmak için heyecanlandırıcı bir olaya gerek vardı. İşte bütün bu sebepler bir araya geldi ve Mustafa Paşa kaderinden kaçmayarak Vapurlarından birini Sinop’ta bıraktıktan sonra öteki üçüyle yoluna devam ederek 24 Kasım’da İstanbul’a ulaştı. Mustafa Paşa, Sinop’taki filonun umut vermeyen halini lazım gelenlere bildirmiş, yolda Ruslara rastlamadığını da ilave etmişti”. Demektedir.

(Müşavir paşa Mustafa Paşa’nın İstanbul’a varış tarihini 24 Kasım, Osmanlı belgelerinde 23 Kasım 1853 olarak verilmektedir. Bu duruma göre en iyimser tahminle 48 saat öncesi Sinop limanından hareket etmiş olmalı. Müşavir Paşa’ya göre Sinop’tan ayrılma tarihi 22 Kasım’dır. (6 ile 8 Knot arasında seyir hızı) 

SİNOP LİMANI VE TAHKİMATLARI

Sinop yarım adası geniş bir kavisle bir at başı şeklinde doğuya doğru uzanarak doğal bir liman konumundadır. Bu koy ’un Kuzey ucunda Sinop, güney ucunda Gerze yer alır. Kuzey rüzgârlarına kapalı olduğundan güvenli bir limandır. Sinop Boztepe Burnu’nun batısına ve yarımadanın en dar yerine kurulmuştur. Etrafı surlarla çevrili olan bu Serhat şehrinin Güney sahilinde Doğusu ile batısı arasında toplam altı tabya yer alır. Bu tabyaların surların doğusunda yer alanları Rum tabyaları olarak anılır. Bunun nedeni bu bölgede Rum köyleri bulunmasıdır. Sinop kalesinin Batı tarafındaki tabya Kayseriye tabyası veya halk arasında Ermeni tabyası olarak anılır bunun da nedeni Ermeni mahallesinin sahilinde olduğu içindir. Surların içinde Tophane Meydanı adıyla anılan bir batarya daha mevcuttur. Kuzey sahilini korumak için kalenin doğusunda ise Üzümlü dere mevkiinde toprak yığma siperlerle tahkim edilmiş bir tabya yer alır. Kuzey surlarında yer alan ikinci batarya kale surları güçlendirilerek top arabaları için mazgallar ilave edilmiştir. Burada dört mazgal mevcuttur. Kalenin batısında yer Tabiye Burnunda, 1970 yıllara kadar tabyanın İki adet top namlusu kundakları alınmış halde toprağın üzerine terk edilmiş bir halde bulunmaktaydı. Bu Liege marka çelik namlular 1857 yılından sonra yerleştirilmiştir. Günümüzde Sinop Müzesinin şehitler bahçesinde korunmaya alınmıştır. Diğer tabya Kışla burnunda yer alır. Kışla Burnu tabyasının bulunduğu yer hava alanına uçakların inişi esnasında kör nokta yaratması nedeniyle tesviye edilmiştir. Bunlardan başka Akliman koyunu koruyan dört adet tabya daha mevcuttur.  Fakat Tabyalardaki toplar sanıldığı gibi güçlü değildirler.

1 No’lu bu tabyanın Cenevizlerden kalma iki adet çelik top namluları da denizin dibindedir.

2 No’lu Batarya Yine krokilerde; gösterilen tabya dairesel bir kale şeklinde inşa edilmiş olup on bir top mazgalı bir yapıdır. Bu gün büyük bir kısmı yok olmuş durumdadır. Vira otelin doğu duvarına bitişiktir.

Adı günümüze kadar ulaşmış, Nisi köyü diye bir Rum köyü tabyanın batısında ve vadi içinde bulunmaktaydı. Bu köy günümüzde Dr. Rıza Nur Vakıf arazisinin ve bu arazinin sahil şeridinde Özel idare plaj tesislerinin bulunduğu alanda yer almaktaydı. Ruslar buradan karaya asker çıkartarak 2 numaralı batarya olarak gösterilen tabya ve tabyanın doğusunda yer alan Karantina binalarını ve iskelesini de tahrip etmişlerdir. Günümüzde Andaç pansiyonun plaj olarak kullandığı sahilde denizin içinde taşlarla küp şeklinde örülmüş iki adet iskele ayağı kalmıştır.

3 No’lu Batarya; Nisi köyünün Batısında Keçi Başı Burnu olarak bilinen kayalık burun üzerinde ki yükseltiye kurulmuş limana oldukça hâkim yığma toprak siperlerden oluşan tabya yer almaktaydı.

4 Nolu Batarya; Şehrin doğusunda Zeytinlik denilen kayalık bir yükselti üzerinde (Eski gazhane İskelesi gerisinde) yer alan toprak yığma tabya yer almaktaydı. (Üç ve dört no’lu tabyaların namlu sayısı hakkında kesin bir bilgiye ulaşamadım).

5 No’lu Batarya; Sinop kalesi içinde tophane meydanında yer alan top namluları da küçük çaplı ve eskiydi. Fakat bu batarya Rus gemilerine oldukça fazla hasar verdi. Bugünkü Ziraat Bankası, Liman Başkanlığı ve Otelin bulunduğu alan tophane meydanıydı. Burada bronz top namluları, inşası bitip denize indirilen gemilere donatılırdı ve taşlar yontularak top (Gülle) haline getirilirdi.

6) Nolu Batarya (Kayseriye tabyası) Sinop’un güney batısında yer alan bu tabyanın adı ilerleyen yıllarda halk arasında Kayseri koltuğu olarak değişime uğramıştır. 1970 li Yılların başında Sinop Belediyesi tarafından yaptırılan dinlenme tesisine verilen adı nedeniyle de günümüzde “Yuvam dinlenme tesisleri” olarak anılmaya başlamıştır. Tabya kayalık bir burun üzerinde siperleri son derece iyi gizlenmiş Toprak yığma siperli tabyadır. Günümüzde yok edilmiş haldedir. Beş adet top namlusuna sahipti üç adedi çok eski, küçük çaplı ve menzilleri kısa Ceneviz top namlusuydu 6 ile 8 kg ağırlığında gülleler atabiliyordu. Birçok kaynakta Ermeni tabyası olarak anılmaktadır. Bunun nedeni, Ermeni Mahallesinin bulunduğu sahilde yer almasından kaynaklanmasıdır. Bu tabyanın topçuları Sinop’un yerli Türklerinden oluşuyordu.

Savaş esnasında Feyiz-i Mabut Korveti, bu tabyanın önünde karaya vurmuştu; tabyanın önünü kaplayan kesif duman nedeniyle görüşü engellenen batarya bir müddet ateş kesmek zorunda kaldı.

 PATRONA OSMAN PAŞA’NIN FİLOSU VE YATIŞ PLANI

Osmanlı filosu; Ortada Riyale Hüseyin Paşa’nın Sancak gemisi hilal hattının gerisinde ve Hüseyin Paşa’nın sancak gemisinin iskele baş omuzluğu ile Necm-i Efşan korvetinin iskele kıç omuzluğu tarafında Patrona Osman Paşa’nın sancak gemisi yer alıyordu. Dört gemi sağ kanatta dört gemi sol kanatta olacak şekilde ve Sinop limanının doğal yapısının da hilal şeklinde olması ile birlikte Türk denizciliğine has hilal şeklinde düzeni içinde on beş kulaç derinliğe (yaklaşık 28 metre) demirlemişlerdi. İki tabya arasında yer almışlardı. Doğuda, krokilerde 4 numara ile gösterilen zeytinlik mevkiindeki tabya ve Batıda Kayseriye tabyası 6 Numara ile gösterilmiştir. Gemilerin arkasında Sinop kalesi ve 5 No’lu tabya yer almaktaydı. Doğu kanadında merkezden Doğu’ya doğru; Patrona Osman Paşa’nın sancak gemisi Avnillah II firkateyni, Necm-i Efşan korveti, Fevz-i Mabut korveti,  Fazlullah firkateyni ve Nesim-i Zafer II firkateyni Doğu kanadını oluşturuyordu. Avnillah II ve Nizamiye firkateynlerinin arkasında ve biraz gerisinde Ereğli ve Ta’if buharlı badıllı savaş gemileri yer alıyordu. Doğu kanadındaki top namlu sayısı yüz seksen dört (184) adet idi. Gemilerin bir bordasına düşen namlu sayısı; doksan dört adetti. Ereğli Vapuru 12 adet top namlusu ile hilalin gerisinde ve ortasında savaşa katılıyordu. Batı kanadında, Merkezden Batı’ya doğru Riyale Hüseyin paşanın sancak gemisi; Nizamiye firkateyni,  Dimyat firkateyni (Mısır gemisi), Gül-i Sefid korveti, Kaid-i Zafer II firkateyni ve Navek-i Bahrî firkateyni bu beş firkateynin toplam iki yüz otuz (230) top namlusu bulunuyordu. Bu kanatta yer alan gemilerin bir bordasında yer alan namlu sayısı yüz on adetti. Türk gemilerindeki top namlu sayıları Ereğli vapuru ile 426 âdeti buluyordu. Fakat demir üzerinde bulunduklarından ve hava durumu nedeniyle sancak bordo top namlularını kullanıyorlardı bu nedenle kullanılan namlu sayısı toplamı 213 idi. Top çapları küçük olduğundan 3kg, 8,5kg ve 14,5 kg ağırlığında gülleler atabiliyordu. Namluların bir kısmı Bronz olduğundan sadece taş gülle atabiliyordu. Bronz namlular çabuk ısındığından seri atış yapılamıyordu. Çelik döküm namlular ise som demir gülleler atıyordu. Bu gemi tiplerini, top namlu sayısı ve namlu çaplarını göz önüne alan Koramiral Nakhimov’da gemilerin yatış planına göre gemilerini tanzim etti. Doğu kanadına iki top güvertesine sahip kapak sınıfı seksen dörder top namlusuna sahip ve yüz yirmi toplu bir Kalyon ile Riyale Hüseyin Paşa ve Osman paşanın gemilerini ateş altına alabileceği pozisyon aldılar. Batı kanadını Tuğamiral Novosilisky komutasındaki üç top güverteli yüz yirmişer toplu iki kalyon ve iki top güverteli seksen dört toplu bir kapak sınıfı gemileriyle pozisyon aldı. O da Planlanan şekilde batı kanadındaki gemilerle 5 ve 6 no’lu bataryaları ateş altına almıştı. Bu altı birinci sınıf gemide toplam 612 top namlusu mevcut olup, İskele bordasında ki 306 top namlusunu kullanıyordu. Top çaplarının büyüklüğü 8,5 ile 50 kğ arasında değişen gülleler atıyordu. Rus Gemilerinde bulunan Paixhans top namlu ve mühimmatları 1840 yılında gemilere yerleştirilmeye başlamış obüs toplarının atası sayılmaktaydı ve ilk kez Sinop deniz savaşında kullanılmıştır. İçleri barut dolu güllelerin kullanılması, ahşap gemilerde parça tesiri ile ağır zayiata ve yüksek ateş gücü sayesinde yangına neden oluyordu.

Fransız Askeri Mühendis ve General Henry Joseph PAİXHANS tarafında geliştirilen ve onun adıyla anılan, Osmanlı’nın Lombara (yakıcı ve paralayıcı) dediği içleri barut dolu düştüğü yerde parçalanan ve yangına sebep olan güllelerdi. Güllenin en büyük özelliği ateşleme tapasıydı bu yüzden bugünkü obüs mermilerinin atası kabul edilir. Bu gülleler ilk kez bir deniz savaşında kullanılmıştı. Bu mühimmat çoğu kez humbara ile karıştırılır; Humbara gümümüzdeki havan toplarının atasıdır ve aynı mantıkla atış yapılır attığı mühimmat aşırtma şeklinde hedefe gönderilir.

1840 yılında; Fransa, İngiltere, Rusya ve Amerika Birleşik devletleri bu yeni silahları donanmalarına adapte ettiler.

Sinop Limanında ki Osmanlı filosu; İngiliz krokisinde gösterildiği, gibi batıdan doğuya doğru yatış planı, top namlu sayısı ve gemi tipleri ile personel sayısını ve gemi süvarilerini göstermektedir. Osmanlı arşiv kayıtları ve İngiliz arşivindeki belgeler gemilerin top sayısını ve personel sayısını birkaç kişilik farklarla vermektedir. Fakat Sovyetler döneminde yapılan yayınlar da çok daha abartılı gösterilmiştir.                 

28 Kasım 1853 günü; Koramiral Nakhimov’un beklediği gemilerin yelkenleri ufukta görünür. Gelenler biri hariç Sivastopol’a gönderdiği gemiler değildir. Gelen filo Tuğamiral NOVOSİLSKY komutasında ki takviye filosuydu. Sinop açıklarında buluştular. Böylece Üç kalyon, üç kapak, iki firkateynden oluşan güçlü bir filo meydana getirildi.

 29 Kasım 1853 günü; Sancak gemisi İmparatoriçe Mariya’da bir toplantı düzenledi Koramiral Nakhimov, Tuğamiral Novosilsky, Kıdemli Yüzbaşı Konstantin Kuzminsky ve diğer gemi komutanları burada tartışılarak kabul edilen plana göre baskına üç kalyon, üç kapak sınıfı savaşa katılacak iki firkateynde liman ağzını tutarak ihtiyatta kalacaktı. Aynı gün Amiralin emri filoya duyuruldu. Emir Nakhimov’un yaveri tarafından okundu. Emir şu cümlelerle bitiyordu;                                                                     

“….Değişen durumlar hakkında ilk talimatların kendi işini bilen kumandanı zor durumda bırakabileceği konusundaki fikrimi söyleyeceğim. Bundan dolayı ben, hepinizin müstakil olarak, istediğiniz şekilde hareket etmenize müsaade ediyor, ancak vazifenizi mutlaka yerine getirmenizi istiyorum. Çünkü İmparator ve Rusya, Karadeniz filosundan zafer bekliyor. Bunu temin etmek bizim görevimizdir.” Taarruz kararı “hurra ”çığlıkları ile kutlandı.                  

Rus yazarları 29 Kasım da yapılan toplantıyı şöyle anlatıyorlar; “Ertesi gün Nakhimov, gemilerin komutanlarını amiral gemisine ("İmparatoriçe Maria") davet etti ve onlara düşman filosuyla yapılacak savaşın planını anlattı. İki kolona halinde saldırmaya karar verildi: 1. sırada, düşmana en yakın, - Nakhimov'un gemileri, 2. sırada - Novosilsky; Firkateynler, yelken altındaki düşman gemilerini izleyecekti. Çapaların, pürmeçeleri (gemiyi belirli bir pozisyonda tutmayı kolaylaştıran halatlar) düşmana mümkün olduğunca yakın, demirler ve pürmeçe halatlarının hazır olarak atılması emredildi. Konsolosluk binaları ve Sinop şehrinin haricinde sadece gemilere ve bataryalara (tabyalara) ateş açılacaktı”.   

Geçe, oldukça rüzgârlı karanlık ve sürekli yağmurluydu. Gece yarısından sonra rüzgâr durmuştu yağış devam ediyordu.

     RUS FİLOSU

 1-Tuğamiral Nakhimov’un Sancak gemisi; İmparatoriçe Marya (İmperatriytsa Maria) 84 toplu İki  

     top güverteli Kalyon (kapak) sınıfı.

 2- Büyük Dük Konstantin (Veliky Knyaz Konstantin) 120 toplu, üç top güverteli kalyon sınıfı

 3- Çeşme (Chesma) 84 toplu iki top güverteli kalyon (kapak) sınıfı,

 4- Visamiral Novosilski’nin Sancak gemisi; Paris  (Parizh) 120 toplu Üç top güverteli Kalyon sınıfı

 5- (Üç Papazlar) Tri Sviatitelia 120 toplu, üç top güverteli kalyon sınıfı

 6- Rostislav 84 toplu, iki top güverteli kalyon (kapak) sınıfı,

 7- Kulevçi (Kulevchi) 60 toplu firkateyn

 8- Kagul (Cahul) 44 toplu firkateyn

 9- Kinez Birik (Filoda olmasına rağmen savaşa katıldığına dair bir bilgi mevcut değildir.)

Bu sekiz gemideki muharip sınıf ve gemici sınıfının toplam mevcudu 10.000 kişinin üzerindeydi.

Rus filosunun Top çapları; 18, 24, 36, 52 ve 68 librelik gülle atan namlular bulunuyordu. Toplam top namlusu 612 idi. Yani bir bordaya 306 namlu düşüyordu. Firkateynlerle birlikte toplam namlu sayısı 716 namlu ve bir bordaya 358 namluya ulaşıyordu.

Rus gemilerindeki top namluları; 8.152 gr. ile 50 kg. (Güllenin boş ağırlığı İçi barut ile dolu olduğunda çok daha ağır hale geliyordu.) değişen ağırlıkta içleri barut dolu gülleler atıyordu.

 On bir Osmanlı savaş gemisinin toplam top namlu sayısı 424 adetti. Rus yazarlar bu sayıyı 510 namlu olarak göstermektedir. Güney sahilindeki 6 bataryanın namlu sayısını da 38 olarak göstermektedirler. Bu bataryalardan 1 no’lu tabyada toplam 2 adet namlu vardı ve savaşa katılamadı. Burada Ta’if vapurunun top sayısı hariçtir). Yani bir bordaya 213 namlu düşüyordu. Bataryaların top sayısını 38 kabul etsek dahi 213+38= 251 namlu savaşa katılsa bile iddia edilen sayıya ulaşamadığı görülmektedir. Üstelik çapları küçüktü. Bu namlulardan birçoğu bronzdu ve ancak taş gülleler çelik namlular ise som demir gülleler atabiliyordu. 11 geminin toplam mürettebat mevcudu; Topçular, gabyarlar, gemiciler, marangozlar, aşçılar, yamaklar, ateşçiler, hâce efendiler, subaylar, onbaşılar, çavuşlar, gemi imamları, bölük eminleri ve Muharip sınıf tüfekçiler (kara kuvvetlerinden alınan piyadeler, gemilerdeki mevcudu oluşturuyordu). Toplam mevcut filoya sonradan katılan Ereğli Ta’if ve Kaid-i Zafer firkateynlerin katılmasıyla Osmanlı kaynaklarında 4200, İngiliz kaynaklarında 4258 kişiden oluşuyordu. Şayet bu filonun mensubu olup 17 Kasımda Rusların eline geçen Pervaz-i Bahri’nin mürettebatı da dâhil edilirse toplam mevcut 4418 kişiye ulaşır. Osman paşanın mürettebat listesinde sayı Karadeniz’e ilk çıktıklarında filo 6 firkateyn 2 korvet, 1 şalopa ve 1 buharlı gemiden, toplam mevcudu da 3673 kişiden oluşuyordu.

(Osmanlı gemilerindeki top namluları; 3kg,  ile 9kg. arasında değişen ağırlıkta som gülleler veya taş gülleler atıyordu. Üstelik bronz namlular çok çabuk ısınıyordu ve soğutup tekrar doldurulması uzun zaman alıyordu). 

Rus gemilerinin toplam, top namlu sayısı 720 adetti ve bir borda da 360 namlu yer alıyordu. Üstelik ilk kez bir deniz savaşında kullanılan modern toplardı. Obüs toplarının atası kabul edilen Paixhans gülleleri düştüğü yerde infilak ediyor yangın çıkarıyor ve parça tesiri yaratıyordu. Bu gemilerin, üzerindeki top çapları ile mühimmatın teknolojik üstünlüklerinin yanı sıra insan gücü üstünlüğü yaklaşık Türk gemilerinin iki buçuk katıydı. Top namlu sayıları, Türk gemi ve bataryalarının toplam sayısından 258 adet daha fazlaydı. Normal şartlarda Kalyon sınıfı birinci sınıf savaş gemilerinin karşısında firkateyn ve korvetlerin hiç şansı yoktu.