(Derleyen: Rasim Yaşar Tarakçı)        Yıl: 2022

169 yıl önce 30 Kasım 1853 günü Sinop deniz savaşında 2800 vatan evladını şehadete uğurlamış Donanmasının on bir gemisini kaybetmenin ve Sinop şehrinin tamamen yakılıp yıkılmasının acısını yaşamıştı. Bu gün aynı acıyı yüreklerimizde hissediyoruz. Bu bir savaştan çok katliamdı. Sinop deniz savaşı Navarin’de olduğu gibi bir baskın değildi. Patrona Osman Paşa ve Riyale Bozca Adalı Hüseyin Paşanın yakalandıkları fırtına sonucu Sinop Limanına sığınırken yaşadığı zorluklardı. Gemiciler acemiydi. Bu nedenle Sinop limanında savaşma kararı almışlardı. Navarin ile benzerliği İngilizlerin Doğu Akdeniz politikası amacı ile aynıydı. Navarin baskını ve Yunanistan Devletinin kurulmasının baş mimarı amca George Canning’di. Sinop deniz savaşı ve Kırım savaşının mimarı da yeğeni Stratford Canning (Lord Stratford de Redcliffe) oldu. Bu makalede Osmanlı hafif filosunun İngiliz siyaseti için nasıl yem olarak kullanıldığı ve Avrupa kamuoyunda nasıl kullanıldığı ve Kırım savaşının nasıl başlatıldığının tarihi gerçekleri anlatılmaya çalışılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu 1820 yılından 1853 yılına kadar içeriden ve dışarıdan sürekli yıpratılıyordu. Bir yandan savaşlarla, iç isyanlarla, reformlarla uğraşılıyordu. Şimdi 33 yılda bu günlere nasıl gelindiğini anlamak için kısaca özetlemek gerekirse konu daha iyi anlaşılır görüşündeyim.

Bu makaleyi 30 Kasım 1853 anma gününde yayınlanması amacıyla hazırlamış olduğum ikinci kitabım “30 Kasım 1853 Sinop Faciasını Hazırlayan Gelişmeler ve Sonuçları” adını verdiğim kitabımdan hazırladığım özeti yayınlayıp kitabın içeriğini tanıtmayı ve bu anma gününe katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

30 Kasım 1853 Günü; Sinop Limanında meydana gelen Osmanlı-Rus Deniz savaşında; kahramanca savaşıp savaş etiğine uymayan bir vahşetle şehit edilen Bozca Adalı Riyale Hüseyin Paşa ile iki bin sekiz yüz denizcimiz ve Yaralanıp Rusların eline geçen Patrona Gazi Osman Paşa ile gazi olarak hakkın rahmetine kavuşmuş kahraman denizcilerimize Allahtan Rahmet niyaz ederiz. Onları aziz hatıraları önünde saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.   

1820 Mart ayında; Markos BOTSARİS idaresinde Yunan Ayaklanması Denizde başladı. Rusya ve Avusturya tarafından desteklenen Rumların bağımsız bir devlet olma yolunda en büyük destek aslında Tepedelenli Mehmet Ali Paşanın Osmanlıya başkaldırdığında Arvanit denilen Hıristiyan güçlerle derebeyliğini sürdürdüğü bilinmektedir. Köklerinin Arnavut olduğu öne sürülen bu Arvanitler. Botsaris aslen Arvanit kökenli bir denizciydi. Bu çatışmalar sürerken 6 Mart 1821 günü; Çar Aleksander’ın cesur çocuk dediği Aleksandros İpsalantis, üç bin askeri ile Boğdan’a girdi. “Elenler, saat çalmıştır. Dinimizin ve vatanımızın intikam zamanı gelmiştir ileri, çok güçlü bir devletin halkımızı koruduğunu göreceksiniz”… Söylevi ile isyanı başlatmıştı. İsyanı buradan başlatmasının en önemli nedeni bölgenin Rusya ile sınır olmasıydı. Fakat İpsalantis’in Rusya’dan beklediği destek verilmedi. Çünkü o sırada İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya’nın katıldığı Avrupa Uyumu/Laibach Kongresi düzenlenmişti.

!821 yılında başlayan Mora isyanı Moskova’nın kışkırtması ile başlamıştı. Rusya’nın İngiltere’ye verdiği, Rus planını Canning diplomatik bir kurnazlıkla açıkladı. Bu plana göre; Ruslar, Yunanlıların bağımsızlığını istemiyordu. Üç prenslik kurulmasından yanaydı, buna göre; Teselya ve Attika Yarımadası birinci, Epir ve çevresi ikinci, Mora ve Girit üçüncü prensliği meydana getireceklerdi. Bu üç prenslik özerk olarak Osmanlı İmparatorluğuna bağlı kalacaklardı.

1821 yılında; Mora’da Patras vakası olarak adlandırılan Rum isyanını bugün Yunanlılar bağımsızlık savaşının başlangıcı kabul ederler. Bu Vakanın sonucunda isyancılar binlerce Türk katlettiler. İlk kez “Etnik temizlik” olarak tarihe geçen bu vahşet sonraki yıllarda Osmanlıya baş kaldıran gayrimüslim tebaa tarafından hunharca uygulandı.

9 Temmuz 1824 günü; Osmanlı İmparatorluğu’nun bu isteği üzerine Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa 60 gemi on altı bin askerden oluşan bir kuvveti Rodos Adası üzerinden Girit Adasına çıktı. İsyanın bastırılması uzunca bir zaman aldı.

1826 Yılında, Rus-Osmanlı Savaşı ve Türkmen Çay Antlaşması; Ruslar İran ile savaş halinde bulunuyorlardı. Rus generali Graf Paskyeviç Erivansky Komutasındaki Rus ordusu, Revan, Tebriz, Erdebil ve Urumiye’yi alıp Tahran’ı tehdit etmeye başladı. Bu durum karşısında İran barış istemek zorunda kaldı. Ruslar gittikçe gerginleşen Osmanlı–Rus ilişkileri karşısında bu barışı kabul etmek zorunda kaldılar. 1828 yılında Rusya ile İran arasında yapılan Türkmen Çay antlaşması sonucunda Aras Irmağının sol tarafı tamamen Ruslara terk edildi. Anlaşmada isteyen Ermenilerin Rusya’ya göç etmesine izin verildi. Revan hanlığı, Nahcivan hanlığı ve Talış hanlığı, Ruslara bırakıldı. Rus Çarı I. Nikolay’ın emriyle, hanlıkların birleştirilmesi ile oluşturulan Rusya’ya bağlı Ermeni vilayetine başlangıçta İran’dan kırk bin Ermeni göç etti ve yerleştirilerek bir uydu Ermeni devletinin temelleri atıldı. Daha sonra Kafkaslardan, Osmanlı topraklarından getirilen Ermeniler önce bu Türk hanlıklarında yaşayan Türkleri ve Müslüman halkları katlettiler. Daha sonra Türkmenistan’da Azerbaycan’da ve Anadolu’da vahşetlerini sergilemeye devam edeceklerdi.

11 Haziran 1826 günü; Yeni kurulan ordu eğitimlerine başladı. Bundan üç gün sonra Yeniçeriler kazanlarını at meydanına çıkarıp gösterilerine başladılar.

16 Haziran 1826 günü; Bu defa ulemayı yanına alan Sultan II. Mahmut “Sancağı Şerif-î” çıkararak halkı yeniçerilere karşı Cihat’a çağırdı. Halkı canlarından bezdirmiş her fırsatta kazan kaldırmayı alışkanlık haline getirmiş askerlik sanatıyla alakası olmayan bir başıbozuklar güruhu haline gelmişlerdi. Üstelik savaşa gitmeyen savaşta zoru görünce kaçan bu başıbozuklara karşı İstanbul halkı ve Yeniçeri Ocağı dışındaki bütün ocaklar Sultan’a sadakatlerini bildirdiler. Aksaray Fatih de ki At meydanında bulunan Yeniçeri kışlaları top ateşine tutuldu. 6000’den fazla yeniçeri öldürüldü.

7 Ekim 1826 günü; imzalanan Akkerman anlaşmasıyla Rusya, Balkanlar’da kazanımlar elde etti. Bu anlaşmayla Sırbistan’a Anayasa veriliyor bu anlaşmayla hukuken olmasa bile Sırbistan Fiilen Rusya’ya bağlanıyordu. Romen Beylerinin atanmasında Çarın onayı aranıyor, ticaret gemileriyle ilgili hükümler değişiyor, Bab-ı Âli’nin dostu olan fakat henüz Karadeniz’e girip çıkma ayrıcalığını elde edememiş devletlerin Rusya’nın girişimiyle bu haktan yararlanmaları kabul ediliyordu.

6 Haziran 1827 günü; Rusya, Fransa ve İngiltere Londra’da bir antlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre her üç devlette özerk bir Yunan Devleti kurulması için İbrahim Paşa ikna edilecek Mısır’a dönmesi veya duruma göre gerekirse zorla razı edilmesi konusunda mutabık kaldılar. Bağımsız bir Yunanistan Devleti’nin kurulmasını öngören bu anlaşma metni, Osmanlı Devleti tarafından reddedildi. 

16 Haziran 1827 günü; Fransa, uzun süredir beklediği fırsatı değerlendirdi; Cezayir’e savaş ilan etti.

31 Ağustos 1827 Tarihinde; Bu kez üç ülke birden nota verdi. Fakat Osmanlı devleti yine taviz vermedi. Bu nedenle Müttefikler baskılarını arttırdılar. Donanmalarını Akdeniz’e gönderdiler.

20 Ekim 1827 yılında; İngiliz, Fransız ve Rus Birleşik donanma, Navarin Limanına girerken Osmanlı Devleti ile aralarında savaş ilanı yoktu. Dahası uluslararası denizcilik kuralları gereği limana yaklaşırken savaş sancaklarını çekmemişlerdi ve top lombarları kapalıydı. Limana misafir statüsünde hava şartlarından korunmak amacıyla giriş yapmak istediklerini bildirmişlerdi.

Savaş ilanı olmaması misafir statüsünde olmaları nedeniyle Limana sığınma isteklerine olumlu yanıt verilmişti. 20 Ekim sabah saat 11’de Top bataryalarının önünden önce İngiliz, ardından Fransız ve bir saat gecikme ile Rus filosu limana girdi. Bu durum kurdukları planı bozdu; plana göre Rus filosu Hattın gerisine sarkarak Türk gemilerini oyalayacaktı. Hilal şeklinde demirlemiş olan Osmanlı ve Mısır donanmasına ait 22 savaş gemisinin ortasına saat 15.25 de İngiliz ve Fransızlar yerlerini almış Ruslar da yerleşmek üzereyken Dartmouth firkateyni karşısına demirlediği ateş gemisinin bulunduğu yerden kaldırılmasını istedi. Uluslararası hukuk gereği, kendi limanında demirli bulunan bir gemiye yabancı bandıralı bir geminin müdahalede bulunması söz konusu değildi. Osmanlı donanması kalleşçe bir baskın ummuyordu. Fakat baskın kaçınılmaz olmuştu. Osmanlı ve Mısır donanması 6000 şehit ve 4000 yaralıya mal olmuştu İngiltere Doğu Akdeniz politikası doğrultusunda kendine engel olabilecek bu gücü ortadan kaldırmıştı.

Yaptıkları bu kalleşçe baskını Osmanlı donanmasının üzerine atıyor savaşı Osmanlı donanmasının başlattığını iddia ediyordu. George Canning’in Yeğen Stratford Canning İstanbul’da ulu orta Osmanlı imparatorluğunun paylaşılması rahatlıkla konuşabiliyordu.

George CANNİNG 1822-27 yılları arasında İngiltere dış işleri bakanı olduğu dönemde Yunan ayaklanmasında Avrupa’nın müdahalesini sağlamıştı. Aynı zamanda 1827 Nisan-Ağustos ayları arasında Başbakanlığı döneminde Navarin Baskını ve Londra Antlaşması’nın mimarı oldu.

11 Ekim 1828 Günü; Varna Rusların eline geçti.

22 Mart 1829 günü; Fransız filosu 60 savaş gemisi ve 10 bin piyade 800 süvariden oluşan kuvvetleriyle Mora’ya çıktı. Adalar Denizinde ki Rodos dâhil on iki adayı da işgal ettiler.

29 Haziran 1829 günü; Doğu vilayetlerinin Türk askeri merkezi olan serhat şehri ve 1828–1829 Osmanlı-Rus savaşının Türk tarihi açısından büyük özelliklerinden birisi Erzurum ve havalisinin ilk kez Rus işgaline düştüğü savaş olmasıdır.

8 Temmuz 1829 GÜNÜ; Paskevich Erzurum’u işgal ettikten sonra, aynı zamanda burayı Bayburt ve havalisi için düzenlediği seferler için de bir üs olarak kullanmıştır. Ardından Hınıs, Tercan, Oltu ve Bayburt Rusların eline geçti.

1829 yılında Balkanlar’da devam eden çarpışmalarda Varna’nın ele geçirilmiş olması, Rus ordusuna deniz yoluyla ikmal sağlanmasını büyük oranda kolaylaştırmıştı. Bundan sonra artık Rusların planı çok açıktı. Silistre’nin kuşatılması, Şumnu’nun gözetim altında tutulması ve Balkanlar’ın aşılması idi.

29 Ağustos 1828 günü; Osmanlı Rusya ile savaşırken; İngiltere, Fransa ve Rusya anlaşarak, Fransa’nın Mora yarım adasına asker sevk etmesine karar verdi.

15 Ağustos 1829 günü; Osmanlı Devleti, Londra protokolünü kabul etti. Yunanistan’a Özerklik verildi ama mesele kapanmadı.

14 Eylül 1829 günü; Edirne Antlaşması yapıldı. Osmanlı devleti, Yunanistan’ın bağımsızlığını tanıyor, Moldavya, Eflak ve Sırbistan’a özerklik vermeyi kabulleniyordu, ayrıca Ahıska, Ahılkelek,  Hırtız, Aspinza, Azgur, Abastuban, Sohumkale (Sukum), Redutkale (Anakliya), Sucukkale (Novorosisk), Gelencik, Mamaykale (Soçi) dâhil olmak üzere Kuban (Kuman) ırmağından Çürüksu’ya (Kobulet’e) kadar Karadeniz’in doğu kıyıları Rusya idaresine veriliyordu. Osmanlı idaresinde kalan arazilerde Ermenilere, 18 ay içinde taşınır malları ile birlikte Rusya’ya göç etme hakkı tanınıyordu. 1829- 30 arasında Erzurum, Kars ve Doğubayazıt’tan Güney Kafkasya’ya 90 binden çok Ermeni göç etti. 

1830 Yılında; Fransızlar Cezayir’i işgal ettiler. 22 Temmuz 1834 yılında kuzey Afrika Genel Valiliğini kurarak sömürge yönetimini resmen başlattılar.

24 Nisan 1830 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı İmparatorluğuna verdikleri nota ile Yunan devletinin tanınmasını kabul ettirdiler.

7 Mayıs 1830 günü; “Türk-Amerikan Dostluk, Ticaret ve Seyrüsefer Anlaşması” imzaladı.

1820 yılından beri gelmekte olan Protestan misyoner sayısı da artmıştı. (ABCFM) Amerikan Board of Commissioners for Foreing Missions Amerikalı misyonerlerden oluşan ilk Protestan misyonerlerden Fisk ve Parsons İzmir’e ayak bastıklarında; “birgün Anadolu’nun Hıristiyan olacağını umutla söylüyorlardı”. 1810 yılında Amerika’nın Boston kentinde ABCFM Misyoner örgütü kurulmuştu. 1830 yılında Amerika ile imzalanan Ticaret anlaşması sonucu Amerikan vatandaşlarına dokunulmazlık verildi. Günümüzde devamlı tartışılan Ermeni sorununun kaynağı bu anlaşmadır. Örgüt Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermeni ve Rum tebaa içinde misyonerlik faaliyetleri serbest bırakıldı. Misyoner faaliyetlerin arkasında Hıristiyanlığın ideoloğu olan Pavlus’un Anadolulu olması, İncil’de Anadolu’nun İncil ülkesi olarak tanımlanması ve yedi Kilisenin de Anadolu da bulunması misyonerler için başka bir nedendi.  

1831 yılında; Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa zorla ya da pazarlıkla Suriye’yi işgale başladı.

27 Mayıs 1832 günü; Mısır donanmasının denizden kuşattığı Akka teslim oldu.

1832 yılında; Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Adana’yı işgal etti.

10 Aralık 1832 günü; Sisam (Samos) Adası’na özerklik verildi.

1832 Yılında; Yunanlıların hamisi Rusya, Fransa ve İngiltere Yunanistan’a son şeklini veren bir antlaşma daha yaptılar. Bununla birlikte Yunanistan’ın kuzey sınırı olarak “Arta-Vola Hattı” kabul edildi. Böylece Yunanistan’a Attik ve Mora yarım adaları bırakılmış oldu. Ayrıca bu yarım adalar çevresindeki tüm adalar ile kuzey Sporadlar, Ege’nin ikinci büyük adası Eğriboz dâhil olmak üzere yüzlerce ada Yunanistan’a bağlanmış oldu. Kurulan Yunan Krallığına da Bavyera Kralı Louis’in oğlu Otto seçildi.

15 Haziran 1832 günü; İbrahim Paşa Şam’a girdi.

21 Aralık 1832 günü; Veziriazam olan Reşit Paşa komutasında ki son Osmanlı ordusu da Konya’da yenildi. Mısır ordusu Kütahya’ya ulaştı. Mısır kuvvetlerini tek başına durduramayacağını anlayan II. Mahmut, önce İngiltere’den yardım istedi. Ancak o sırada Belçika ve Hollanda sorunu yüzünden Avrupa sorunuyla ilgilenen İngiltere, bu yardım isteğini geri çevirdi. Bu sırada Fransa’da Mısır’ı desteklediğinden, son çare olarak Rusya yardıma çağrıldı.

Rusya ise beklenmedik bir şekilde hemen yardım edebileceğini bildirdi. Rusya, güçlü bir devletin zayıf bir Osmanlı Devletinin yerini almasını çıkarlarına uygun bulmuyordu. Böylece 1833 yılının Şubat ayında Rusların ilk savaş gemileri beş bin askerle İstanbul’a geldi. Rus savaş gemilerinin İstanbul’a gelmesi üzerine telaşa kapılan İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali Paşa üzerine diplomatik baskı uyguladılar ve ayrıca İstanbul’a elçilerini gönderdiler. Elçilerin çalışmaları sonucu Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile Osmanlı devleti arasında; bir antlaşmanın mutabakatı sağlandı bunun üzerine Mart 1833’te Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşayla görüşmek üzere Mustafa Reşit Paşa gönderildi.

Rusya bu yardımına karşılık Osmanlı hükümeti ile adını Rus kuvvetlerinin karargâh kurduğu yer olan Beykoz Hünkâr İskelesi’nden alan bu savunma antlaşması sekiz yıl için geçerli olmak kaydıyla imzalandı. Biri gizli yedi maddeden oluşmaktaydı.

Hünkâr İskelesi Antlaşması Avrupa’da geniş akisler yarattı ve Mehmed Ali Paşa’nın dizginlenmesinde önemli bir vazife gördü.

7 Mayıs 1833 günü; Kütahya antlaşması imzalandı.  Bu antlaşma sonucunda, Mustafa Reşit Bey, İngiltere ve Fransa’nın istediği şekilde Şam ve Halep eyaletlerinden başka, Adana valiliğini de İbrahim Paşaya vermesi Sultan II. Mahmut Han’ın hiddetine sebep oldu. Fakat bazı dostlarının teşebbüsleri sonucunda affedildi.

Ancak bu antlaşma taraflar arasındaki anlaşmazlıkları çözmekten uzaktı. İngiltere ve Fransa, Bâb-ı Âli ile Mehmet Ali Paşa’nın arasını bulmaya çalışırken ortaya çıkan görüntü, daha çok Mehmet Ali Paşanın çıkarlarını korumaya yönelik görünüyordu. Bu dayatmanın sonucu olarak; Aslında her üç devletin farklı çıkarları söz konusuydu. Güçlü bir Mısır İngiltere’nin Doğu Akdeniz politikası için bir engel teşkil ediyordu. Rusya böyle güçlü bir komutanın varlığı Osmanlı devletini güçlendireceği öngörüsü İngiltere ile benzerlik gösteriyordu. İngiltere Mısır güçlenmesini engellemek ve Osmanlı devletinin sömürgeleştirilip Rusya’nın Akdeniz’e inmesi önünde bir engel olarak onun istediği oranda güçlü kalmasını istiyordu. Fransa İse Mısır ile güçlü ticari ilişkilere girmişti, Mısır’ın kendine bağlı bir sömürge olmasını arzu ediyordu. Doğu Akdeniz Osmanlı, İngiltere, Fransa ve Rusya için vazgeçilmezdi.  

18 Eylül 1833 günü; Münchengratz Anlaşması; Çar I. Nikolay, kendini Osmanlı’nın koruyucusu olarak görüyor ve Hindistan yolu üzerindeki Mısır meselesinde söz sahibi olmak istiyordu. Bu nedenle Avusturya şark meselesi ile ilgili olarak bu anlaşmayı imzaladı. Fransa, Osmanlı’ya karşı üstünlük sağlayan Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile ilişkilerini geliştirmesi İngiltere ile arasının açılmasına neden oldu. Bu durumu fırsat bilen Çar I. Nikolay Şark meselesi konusunda İngiltere ile anlaşabileceğini umut ediyordu. Üstelik İngiltere Başkanı Lord PALMERSTON bir ara Rusya’ya yaklaşır gibi oldu.

1834 yılı Temmuz ayında; Mustafa Reşit Bey, daimi sefaretlerin kurulmasından sonra fevkalâde orta elçi olarak Paris’e gönderildi. 1835 yılı Mart ayı sonlarında, elçilik tercümanı Ruheddin Efendiyi Paris’te maslahatgüzar bırakarak,  İstanbul’a döndü. İstanbul’a gelişinden üç ay kadar sonra, büyükelçilikle tekrar Paris’e, sonra Eylül 1836’da, Londra Büyükelçiliğine nakledildi ve Dışişleri müsteşarlığı yetkisi verildi. Londra’da sefirliği sırasında Stratford Canning ve Lord Rading ile dostluk kurup, mason locasına girdi.

Ardından 1837 yılında; İngilizler, “Yed-i vahit” (tekel) sistemin kaldırılması için 1833’ten itibaren meşhur hariciye nazırları Palmerston aracılığıyla baskı kurmaya başladılar. 1836 yılında yapılan müzakerelerde Osmanlı heyeti başkanı gümrük emini Tahir Efendi, İngilizlerin istedikleri tavizleri vermeyince, 1837’de İngiliz sempatizanı Mustafa Reşid bey İngilizlerin, baskısı ile Londra büyükelçiliğinden hariciye nazırlığına getirildi.

Mustafa Reşit Bey, müşir rütbesi verilerek ilk Hariciye nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı) ataması yapıldı. Hariciye Nazırlığı sırasında, Sultan İkinci Mahmut Han’a, Avrupa tarzda ıslahatlar yapılması teklifin de bulundu. Batılıların, Osmanlı Devletine, bilhassa Müslüman ve Hıristiyan tebaa arasında eşitlik gözetilmediği için düşman olduğunu, Müslüman ve Hıristiyan halk arasında ki ayrılığının kaldırılması gerektiğini, bu hususlarla ilgili yapılacak ıslahatı, bir hatt-ı hümayunla ilan etmesini teklif etti. Hazırladığı lâyihada bu ıslahatın esaslarını padişaha arz etti. Ancak, Mustafa Reşit Beyin anlattıklarının İngiliz isteklerinin aynısı olduğunu bilen Sultan II. Mahmut Han, bunu reddetti.

Mustafa Reşit Paşa, 1838 Ağustos sonunda hariciye nazırlığı bünyesinde kalmak üzere Londra büyükelçiliğine tayin edilerek, İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Mustafa Reşit Paşa İngiltere’ye gittiğinde bu defa da “…Türkiye için en büyük iş, reaya meselesidir. Eğer reayaya verilmesi gereken hak ve hürriyetlerden bahsetsem, ülkemde bana kötü bir Müslüman gözüyle bakılır. Hâlbuki İslâmlığın kurtuluşu reayanın hür ve mutlu olmasına bağlıdır. Bu konuda yüksek sesle konuşmak, Avrupa devletlerine düşer. İmparatorlukta (Osmanlı Devletinde), Hıristiyanlar üzerindeki baskı için sesinizi çıkaramaz mısınız? Ödeyemedikleri haraç için zavallılar horlanmakta ve ezilmektedir. Bu uygulamalar, sizin âdil bir vergi dağılımı istemenizi gerektiriyor. Reaya, haraç yüzünden isyan etmekte ve düzenli vergi istemektedir. Vergi sistemi, Hıristiyanlar için yerleşirse, Müslümanlara da bunu kabul ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır”. Diyerek batılı devletleri Osmanlı Devletine müdahaleye çağırıyordu.

24 Haziran 1839 günü; Nizip savaşı; Osmanlı ordusu bir bahane ile Suriye’ye girerek savaşı başlattı. Osmanlı Ordusu ile İbrahim Paşa komutasındaki Mısır Ordusu Nizip’te karşılaştılar. Osmanlı ordusuna danışmanlık yapan Prusyalı kurmay subaylar, Osmanlı Ordusunun Mısır ordusunu yenebileceği bir durumda iken, hemen hücuma kalkmasını tavsiye ettiler. Fakat ordu içinde bulunan ulema Cuma günü hücum edilmesinin dine uygun olmadığını savunarak hücuma engel oldular. Ertesi günü Prusyalı subaylar bir gece baskını yapılmasını tavsiye ettiler. Ulema bu defa da gece baskını yapılmasının Padişahın şanına yakışmayacağını söylediler. Bu sırada Mısır ordusu Osmanlı ordusunun kanatlarını kuşattı Prusyalı subaylardan Helmut Von Moltke, Hafız paşaya Birecik üzerinden geri çekilip kuşatmadan kurtulmasını tavsiye etti. Hafız Paşa geri çekilmeyi şerefsizlik saydığından tavsiyeye uymadı. Mısır ordusu dört saat içinde Osmanlı ordusunu yok etti.

16 Ağustos 1838 günü; BALTA LİMANI semtinde, İngilizlerle ticaret anlaşmasının imzalandığı Balta limanı Sahil Sarayı. Sultan Mecid, tarafından Mustafa Reşid Paşa’nın oğlu Ali Galib Paşa ile evlenen kızı Fatma Sultan’a hediye etmişti. Mustafa Reşit Paşa oğlunun eşine ait bu yalıda Sir Stratfort Canning arasında dört gün süren pazarlıklar sonucunda, Osmanlı–İngiliz ticaret anlaşmasını imzalandı. Anlaşma, 8 Ekim 1838’de Kraliçe Victoria ve bir ay sonra da Sultan II. Mahmud tarafından tasdik olundu.

Balta Limanı Antlaşmasının imzalanmasıyla, Osmanlı Devletiyle İngiltere arasında anlaşmazlığa yol açan hususlar, İngiltere’nin lehine çözülmüş oldu. 

Bu anlaşmanın imzalanmasının ardından Mustafa Reşid Paşa : “Ülke, serbest ticaret sayesinde büyük bir hızla sanayileşecektir” derken, dönemin İngiliz dışişleri bakanı Palmerston: “Serbest ticaret sayesinde Sultan’ın tebaasının servet ve refahı artacak, sanayi gelişecek.” şeklinde konuşuyordu.   

30 Haziran 1839 günü; II. Mahmut 54 yaşında öldü.

1 Temmuz 1839 günü; II. Mahmud’un büyük oğlu, Sultan Abdülmecid 16,5 yaşında tahta çıktı. Mehmed Ali Paşa ile antlaşma yapılması hakkında irade bildirdi. Fakat böyle bir antlaşma Mustafa Reşit Paşa ve İngiliz elçisinin işine gelmiyordu.

Abdülmecid tahtta çıktığında mevcut ekonomik durumu gözetmeksizin yoğun bir sanayileşme politikası benimsedi. Bu politikadan etkilenen müesseselerin başını doğal olarak silah imalathaneleri çekiyordu. Aslında benimsenen bu politika, sultanın kişisel tercihi değildi. Avrupa’da meydana gelen gelişmeler Osmanlı Devleti’ni bu politikaya sevk etmişti. Avrupalı devletler makineleşmeyi silah teknolojisine adapte etmeyi çok iyi becermişlerdi.

Bu durumu fırsat bilen Reşit Paşa, Sultan Abdülmecit Han’ın cülusuna katılmak bahanesi ile İstanbul’a döndü.  İngiltere’de esaslarını tespit ettiği reformları Avrupalıların ve bilhassa İngilizlerin yardımını sağlamak gibi bir bahaneyle, 16,5 yaşındaki genç padişah Sultan Abdülmecit’e kabul ettirerek Gülhane Hatt-ı Hümayunu adıyla meşhur olan Tanzimat Fermanını yayınlattı.

3 Kasım 1839 günü; Gülhane Hatt-ı Hümayunu ilan edildi. Ülkede yeni bir dönem başladı. Bu durumda Osmanlı Ortodoksları, Rusların elinden alınarak rakip devletlerin çıkarlarını koruyan bir yönetim tarzı olarak değerlendirilen Tanzimat, işin başından beri Osmanlı devletinin güçlenmesine karşı olan Rusya tarafından hoş karşılanmadı. Tanzimat döneminde Ülkenin geniş sınırlarını savunabilmek ordu ve donanmanın Batı standartlarında oluşturma gayretleri başladı.                                                         

Bu defa İngiltere ile anlaşmalar yapıldı. Bahriye Okulunda ve donanmada İngiliz Uzmanlar görev aldılar. Bunlardan biri de Yunan ihtilali sırasında doğu Akdeniz’de görev yapan İngiliz donanmasında bulunmuş Adolpus Slade (Müşavir Paşa) bu nedenle de Türkleri yakından tanıma fırsatı bulmuş ve sevgi beslemeye başlamıştı.

Mehmed Ali paşanın isyanı karşısında Mustafa Reşid Paşa, İngiltere’den yardım istedi. Bu yardıma karşılık hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa, İngilizlere ticari olarak büyük olanaklar sunduğu bir antlaşmanın imzalanmasını kabul etti.  

Osmanlı hükümeti gümrük vergilerini İngilizlerin lehine indirmeyi kabul ediyordu. Bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının İngiliz menfaatlerine aykırı olduğu düşünülerek Osmanlı’nın yanında yer almışlardır.  Ayrıca bu antlaşma ile İngiliz’ler çok büyük ekonomik çıkarlar elde etmişlerdir.

Devlet kademeleri yabancı uzmanlarla doldu. 1838’de kurulan “Ziraat ve Ticaret Meclisinin” müsteşarı bir İngiliz idi. Ekonominin durumunun düzeltilmesi ve yönetilmesi ile görevli “Meclis-i Maliye” de üç yabancı delege oy sahibiydi

15 Temmuz 1840 günü; Londra antlaşması; Karadeniz ve Boğazların Rusya’nın vesayeti altında bulunmasını Avrupa için tehlike olarak gören İngiltere Londra’da Avusturya, Prusya ile Rusya devletleri arasında Mısır görüşmelerini sona erdiren bir sözleşmeyle Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı alınacak önlemlerle ilgili bir sözleşme imzalatmayı başardı. Bu protokolde, Mehmet Ali Paşa Girit, Adana, Suriye, Hicaz ve Lübnan’ı derhal boşaltacak, ordusu ve donanması derhal dağıtılacak, yalnız mısır valiliği ile yetinecekti.  Mısır valiliğinin Babadan oğula geçmesi kabul ediliyordu. Mehmet Ali Paşa bu anlaşmayı on gün içinde kabul etmek zorundaydı. Şayet on gün içinde kabul etmezse Akka valiliği, yirmi gün içinde kabul etmezse Mısır valiliği zorla elinden alınacaktı. Mısır valisi en geç yirmi gün içinde Osmanlı donanmasını da iade edecekti. Ayrıca Rusya’nın Boğazlarla ilgili ayrıcalıklarına son veren bir maddede yer aldı. Böylece Rusya’ya verilen ayrıcalıklar ortadan kalktı. Osmanlı Devleti, eskiden olduğu gibi barış halinde Boğazlardan herhangi bir savaş gemisinin geçmeyeceğini kesin beyan ediyor buna akit eden dört devlette Bab-ı Ali’nin bu kararına saygı göstermeye söz veriyorlardı. Bu anlaşma ile dört Avrupa devleti, Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü savunacaklarını göstermiş ve garanti etmiş oldular.  

Mustafa Reşit Paşa, Londra Antlaşmasının ültimatomlarını tebliğ etmek üzere müsteşarı Sadık Efendiyi, Kahire’ye yolladı. Mehmed Ali Paşa ise, Sadık Beye; Padişahın herhangi bir fermanına karşı boynunun kıldan ince olduğunu söyleyerek, yabancı devletlerin bu gibi tehditlerinin Osmanlı Devletinin işlerine müdahale olacağını, kendisinin bizzat padişahla görüşmeye hazır olduğunu belirtip ültimatomları reddetti. Mustafa. Reşit Paşa, Mehmed Ali Paşanın antlaşma tekliflerini dikkate bile almadan dört devletten Londra Antlaşmasının hükümlerine uymalarını istedi.

Mehmet Ali Paşa, Fransa’nın kararı tanımamasından da güç alarak, alınan kararların hiç birini tanımadı. Bunun üzerine Osmanlı devleti Mehmet Ali Paşa’nın üzerindeki görevleri geri aldı ve onu asi ilan etti. Bunun ardından Osmanlı, İngiliz ve Avusturya donanması Suriye kıyılarını kuşattı ve Lübnan’a asker çıkarttı. Diğer yandan da kuzeyden ilerleyen bir Osmanlı ordusu, İbrahim Paşa kuvvetlerini yenerek 13 Kasımda Halep’e ve 29 Aralıkta Şam’a girdiler. Suriye’den çekilmeye mecbur ettiler. Mısır kuvvetleri, bozularak geri çekildi. Fransa, Osmanlı ordusunun bu kadar çabuk harekete geçebileceğini ve Mehmet Ali paşa kuvvetlerinin bozguna uğrayacağını tahmin etmediğinden harekete geçmemişti. Bu gelişmeler üzerine Fransa, İngiltere ile çatışmayı göze alamamış ve Mısır sorununda taraf değiştirmiştir. Böylece Mehmet Ali Paşa Fransa’nın da desteğini kaybederek yalnız kalmıştı.

Bu andan itibaren, tarihi İngiliz siyaseti bir defa daha tekerrür etti. Londra Antlaşmasına göre, Mısır ve Suriye’nin de Osmanlılara bırakılması icap ederken, bu bölgede güçsüz ve merkezden uzak bir yönetimin bulunması İngiliz menfaatine daha uygun görüldü ve Suriye ile Akka eyaletleri de Mehmet Ali Paşaya verildi. Ciddi bir ordu ve donanmadan mahrum bulunan Osmanlı Devleti, bu oldubittiyi kabul etmek zorunda kaldı.

13 Temmuz 1841 günü;  beş büyük devlet arasında genel bir anlaşma; ”Londra Boğazlar Antlaşması” imzalandı. Buna göre; Boğazların tüm savaş gemilerine kapatılması hususu karara bağlanıyor ve yalnız sefaret makamına ait küçük tonajlı gemilerin bu kurallın dışında tutulması hakkı Osmanlı devletine bırakılıyordu. Dolayısıyla Rusya Hünkâr İskelesi Anlaşmasıyla sağladığı tüm haklarını kaybediyordu. Osmanlı devletinin himaye hakkını diğer büyük devletlerle paylaşmış oluyordu.

Rusya bu anlaşmayı şöyle yorumluyordu; “Görünürde boğazlar her devletin donanmasına kapalıdır. Uygulamaya gelince yalnızca Ruslar için kapalıdır. Bu kapılar diğer beş devlet, özellikle bunların en güçlüsü olan İngiltere için her vakit açılabilir”.

Mısır sorununun çözümünden sonra Osmanlı Devleti, Eflak-Boğdan, Suriye ve Lübnan’da çıkan ayaklanmalar dışında bir müddet sakin bir dönem geçirdi. Fakat Çarlık Rusya’sı, Osmanlı devletini ortadan kaldırma düşüncesini artık tek başına da olsa uygulamaya kararlıydı.

1844 Yılında; Çar İngiltere’yi ziyaret ettiğinde Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılması meselesini İngiliz devlet adamlarına açar. Teklifi şöyledir; İngiltere Mısır ve Girit’i alacak ve Balkanlarda Rusya’nın himayesinde özerk devletler kurulacaktı. Rusya Balkanlara yerleşecek İstanbul serbest şehir olacaktı.   Rusya’nın bu teklifine “ İngiltere, ihtimaller üzerine politika inşa etmediği” cevabını verdi. İngiltere Rusya’nın teklifini reddetmişti.

Avrupa kamuoyunun Osmanlıya bakış XIX. Yüz Yılın ilk çeyreğinde Fransız kamuoyu öteki batı ülkeleriyle birlikte Osmanlı İmparatorluğuna karşı cephe almış bulunuyorlardı. Mora Ayaklanması sırasında hemen hemen bütün Avrupa ülkeleri Osmanlı’nın karşısında idi. Navarin baskınının Avrupa’da ne büyük bir coşku ile karşılandığı çok iyi bilinmektedir. Fransa’da, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra, özellikle 1830’larda liberallerin körüklediği Türk düşmanlığı yatışmış görünmekteydi. Fakat Mehmet Ali Paşa’nın Fransa ile ekonomik, askeri, teknik vb. gibi işbirliği sonucunda ona duyulan hayranlık oldukça artmış bulunuyordu. 1839 yılının bunalımlı aylarında Fransız kamuoyunda Türklere karşı pek şiddetli saldırılara rastlanmıyordu. Osmanlı’da Tanzimat’ın ilanı, Fransız kamuoyunda çok olumlu karşılandı. Hattı Hümayun Fransızca çevirisi Takvim-i vekayi’de yayınlandı. Fransız gazetelerinde de çevirinin yer aldığı görülmekte, Tanzimat’ın Avrupai bir devrim “meşruti bir ferman”, olarak algılandığı ve yorumlandığı anlaşılmaktadır. Hele Bâb-ı Âli’nin Kapitülasyonlara dokunmayacağının anlaşılması Fransa’da ki havayı büsbütün yumuşatmıştır. Özellikle II. Mahmut‘un Müslümanlarla Gayrimüslimler arasındaki eşitliğe önem vermesi çok olumlu karşılanmıştı.

Macar milliyetçileri Meselesi; Avusturyalıların; kitle halinde Macar milliyetçilerini kurşuna dizdiklerini ve yaptıkları zulümleri medeni dünyaya duyurmaya çalışmışlarsa da en küçük bir yardım dahi almadılar.          

Avrupa yapılan vahşeti görmüyor, duymuyor ve konuşmuyordu. Avusturya, Macar milliyetçilerinin iadesi için Osmanlı İmparatorluğu’na şiddetli bir protesto gönderdi. Fakat Mustafa Reşit Paşa bu protestoya aldırmadı. Avusturya Hükümeti, Belgrad antlaşmasının 18. Maddesini ileri sürerek asi ve haydutların iadesini talep etmekte ısrar ediyordu. Diğer yandan Ruslar kendi tebaası olan Leh milliyetçilerinin taraflarına verilmesini istiyordu. Fakat her iki tarafında istekleri olumsuz karşılandı. Çünkü bunları teslimi İmparatorluk görkemine yani; “şan-ı şükuh-ı velinimete ve namus-ı celil-i askeriyeye uygun olmayacaktır.” Mültecilerin sayısı günden güne artıyordu.  

Bâb-ı Âli ise bu milliyetçileri koruyabilmek için savaşı göze alıyor onlara Müslüman olmalarını öneriyordu. Birçoğu Müslümanlığı kabul ederek devlet memuriyetine tayin edildiler. Bâb-ı Âli’nin bu tavrı karşısında Rusya ve Avusturya elçilerini geri çektiler. Siyasi ilişkiler kesildi. Osmanlı İmparatorluğu, mültecilere karşı göstermek mecburiyetinde kaldığı insani muameleyi ve bu yüzden Rusya ve Avusturya’ya karşı gösterdiği direnişi bir rapor halinde Bütün Avrupa devletlerine gönderdi. Bu rapor, Avrupa    

Hükümet merkezlerinde büyük heyecan ve kamuoyu yarattı. Hatta Kamunun baskısı altında İngiltere eğer mülteciler meselesi yüzünden Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve Avusturya ile savaşa girerse donanması ile derhal yardıma geleceğini bildirmişti.   Bunun üzerine Fransa’da Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında yer alacağını bildirdi. Aslında; Avrupa’da Ubicini tarafından oluşturulan kamuoyunun doruğa çıktığı anlardı.

Mübarek yerler meselesi; Hıristiyan dünyası için kutsal sayılan Hz. İsa’nın doğup büyüdüğü, çarmıha gerilerek öldürüldüğü yerler Kudüs ve civarında bulunuyordu. Bu yüzden sonradan buralarda çok büyük kiliseler yapılmış, ziyaret ve ayin yerleri meydana getirilmişti.  Hıristiyanlarca mukaddes sayılan bu ayin ve ziyaret yerlerinin tamirine ait işlerle, anahtarlarına sahip olmağa Katolik ve Ortodoks papazları fazla önem verirler ve bu yüzden aralarında yüzyıllardır zaman zaman kanlı savaşlar olurdu.

Ortodoks papazları, Katolik imtiyazlarını ihlal ederek Rum Patrikhanesi’nin de yardım ve aracılığı ile Bâb-ı Âli’den bir kısım imtiyazlar ve beratlar alınmıştır.

1 Kasım 1847 günü; ayin sırasında ortaya çıkan bir olay iki mezhep arasındaki çekişme ve gerginliği son derece arttırdı.                                

Hz. İsa’nın doğduğu mağarada, Beytüllahm’da eskiden Katoliklere ait iken sonradan Ortodokslar tarafından zapt edilen Mevlid-i İsa Mağarası’nda, üzerinde “hic de virgine Maria Jesus Christus notus est” Latince yazıtı bulunan ve efsaneye göre üç kralı temsil eden, Hz. İsa’nın beşiğine ait olduğu söylenen gümüş bir yıldız kaybolmuştu.                          

Bu nedenle Katolikler Ortodoksları, Ortodokslar da Katolikleri sorumu tutuyorlardı. İki taraf arasındaki gerginliği ortadan kaldırmak ve uzlaştırmak için Osmanlı Devleti bir yıldız yaptırıp koymak istedi ise de bu gerginliği önleyemedi. Katolik Papazlar, doğuda Katoliklerin koruyucusu rolünü üstlenen Fransa’ya şikâyette bulundular.  

1851 Mayıs ayında Fransa Cumhurbaşkanı ile Papa IX. Pi tarafından yazılmış olan iki mektupla İstanbul’a yeni Fransız elçisi geldi. Bu mektuplarla Katoliklerin sözde kaybolmuş haklarının iadesini talep etmekteydi. Aslında bu mesele ile ilgili renkli iddialar ortaya atan, Fransa Cumhurbaşkanı Louis Napolyon Mübarek yerler hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildi. Bu yüzden oldukça komik duruma düşmüştü. Diğer Avrupa liderleri, “Avrupa’nın siyasi komedyeni” olarak nitelendiriliyordu.

Katoliklerin bu iddiaları karşısında Ortodoks ruhani Patrikhanesi de Rusya’ya müracaat etmişti. Böylece Çar I. Nikola’nın eline Osmanlı’nın iç işlerine karışması için yeni bir fırsat geçmişti. Rusya da 1774 Antlaşmasının hükümlerine saygı gösterilmesi için Osmanlı devletine başvurdu. Artık Katolik ve Ortodoks çatışması halini alan mesele Avrupa meselesi olup çıkmıştı. Karma komisyonun raporlarını hazırlaması ile Ortodoksların haklı olduğu ortaya çıktı. Bu durum üzerine Çar I. Nikola elçi yollayarak statükonun korunmasını istedi. Bâb-ı Âli karma görevine son vererek, yalnız Müslümanlardan oluşan yeni bir komisyon kurdu. Bu komisyon Rus Çar’ını Memnun edecek küçük bazı değişikliklerle hazırladığı notasını Fransa elçiliğine bildirdi.

Fransa Hükümeti, Rusya’nın gittikçe sertleştiği görüşü ile bu notayı, hafif bir protesto ile geçiştirdi. Bu sırada Louis Napolyon İmparatorluğunu ilan etmiş olduğu için artık mübarek yerlerinde bir önemi kalmamıştı. Fakat yine de kendi lehlerine sonuçlandırılmışçasına coşkulu ve abartılı bir şekilde gösterilerde bulunmaya başlamışlardı. Bunun sonucu olarak Ortodoksların haklarının tamamen Katoliklere verildiği görüşü uyandığı için Rusya ve Çar çileden çıkıyordu.

Çar I. Nikolay Osmanlı İmparatorluğunu bir an önce tarih sahnesinden silmeyi şiddetle arzulayan bir kişilikti.

9 Ocak 1853 günü; Petersburg kışlık sarayında verdiği baloda düşüncelerini İngiliz elçisi Sır Hamilton Seymour’a açtı;

Çar I. Nikolay; İngiltere için beslediğim duyguları bilirsiniz. Bence iki hükümetin, yani İngiliz hükümeti ile hükümetimin anlaşması esastır. Biz anlaştıktan sonra, Batı Avrupa Devletleri umurumda değil. Ne düşünürlerse düşünsünler… Osmanlı büyük bir bunalım içindedir bize de fazlası ile sıkıntı verebilir. Kollarımızın arasında ağırca hasta bir adam var. Size açıkça söylemeliyim, gerekeni yapmadan önce ansızın ölürse bu büyük bir felaket olur. Osmanlı ansızın ölebilir, bu takdirde üzerimize kalacaktır. Ölüleri diriltemeyiz. Osmanlı ölünce bir daha dirilmemek üzere ölecektir. İşte bunun üzerine size soruyorum: “Böyle bir olay karşısında kargaşalık,  anarşi ve hatta Avrupa savaşı karşısında kalmaktansa, önceden tedbir almak daha akıllıca bir hareket olmaz mı? ... Bu fırsatı kaçırırsak, çok yazık olur” der.

İngiliz Elçi Sır Hamilton Seymour bu teklife kaçamak fakat çok güzel bir cevap verir; “Zatı şahaneleri adamın hasta olduğunu beyan buyuruyorsunuz. O halde zat-ı İmparator hazretlerine hasta ve zayıf adamı korumak, kerim ve kavi olan komşuya bir borçtur, dememi lütfen mazur görünüz.”                                                                  

İngiltere elçisi Çarın gerçek düşüncesini anlamak için bundan sonra sık sık temas etti. Çar’ın gerçek düşüncesi: Fransa işe karıştırılmayacak, İngiltere; Mısır ve Girit’i alacak Rusya kendi himayesinde olmak üzere; Eflak, Boğdan, Sırbistan ve Bulgar Prensliklerini alacaktır. Bu arada İstanbul’un da Rusya hissesine düştüğünü hatırlatmaktan geri durmuyordu. İngiltere Çar’ın Sir Hamiton Seymour tekliflerine aldırış etmedi. Bu tarihten sonra Osmanlı İmparatorluğu “Hasta adam” olarak anılacaktı.

Rus Elçisi, Baltık Donanma Komutanı Prens Aleksandr Sergeyeviç Mencikov 28 Şubat 1853 günü; Rus donanmasının “Donnerer” adlı buharlı gemi ile İstanbul’a geldi. Mençikov’un yanında, aralarında Karadeniz donanma komutanı Kornilof ’un da bulunduğu amirallerden, generallerden oluşan maiyetle elçilik heyetinden daha çok bir başkomutan ve kurmay heyetini andırıyordu. Tophane’de büyük bir gövde gösterisi ile karaya çıktığında, yerli Rumlar tarafından görülmemiş tezahüratlarla karşılandı. Çarın en yakın adamı Mençikov, İstanbul’a ayak basar basmaz siyasi nezakete uymayan kaba ve küstah hareketler sergilemeye başladı.

13 Mayıs 1853 günü; Osmanlı kabinesinde yapılan değişiklikle, Mustafa Reşit Paşa Hariciye Nazırlığına, Mustafa Naili Paşa’da Sadaret Makamına atandılar. Bu değişikliğin asıl sebebi ise; İngiltere Elçisi;  Lord Stratford Redcliffe’in Mübarek yerler meselesinde politik başarısıydı. Elçi her yola başvurarak Rus isteklerinin Türk’ler tarafından ret edilmesini istiyor ve hatta Sultan Abdülmecid’e, Rus isteklerini tamamen red ettiği takdirde, Malta’da bulunan İngiliz donanmasını derhal çağıracağını vaat ediyordu. İşte bu anda Lord Stratford Redcliffe ve Mustafa Reşit Paşa el altından bazı kimseleri Mençikov’a göndererek;                                             

 “Eğer padişah üzerine tesir edilerek Sadrazam Mehmet Ali Paşa’nın azli temin edilir ve yerine Mustafa Reşit Paşa getirilirse Rus isteklerinin tamamen yerine getirileceği fikri telkin edilir.”

 Bu diplomatik oyuna gelen Mençikov, telkinlere inanarak padişah nezdinde teşebbüse girişmiş ve başarılı da olmuştu.  Daha doğrusu Lord Stratford’un başarıya ulaşmasını sağlamıştı. Böylece Mehmet Ali Paşa Nazırlıktan azledilmiş ve Serasker tayin edilmişti. Yerine ateşli Rus düşmanı ve İngilizlere yakınlık duyan Mustafa Reşit Paşa Hariciye Nazırlığı’na ve Giritli Mustafa Naili Paşa da Sadrazamlığa getirilmişti.

  Lord Stratford de Redcliffe’in bu entrikasını, 1955 yılında Resimli Tarih Mecmuası’nın 65. Sayısında Münir Sirer şu şekilde anlatıyor: “Mençikov, Hariciye Nazırı’nın değiştirilmesini ve müzarekelere ancak Reşit Paşa ile devam edebileceğini ileri sürdü. Bu ise, sadece Lord Stratford’un bir oyunu idi. Hazırlanan bir tertibe göre, Bâb-ı Âli’ye mensup Lagofet Aristaki adlı bir Rum, Rusya elçisine gizlice başvurmuş ve sefaret baş tercümanı Agriopulo’nun Türklere hizmet ettiğini buna karşılık kendisine büyük paralar ve hatta Büyükdere’de bir yalı verildiğini iddia etmişti.

Mençikov’un notasına karşı eyleme dökülmüş fikirleri yakından bilen birkaç kişi dışında, Rusya taraftarları da dâhil olmak üzere, herkes Hariciye Nezaretine gelen ve hangi memuriyette olursa olsun Bâb-ı Âli siyasetinin ruhunu taşıyan Mustafa Reşit Paşa’nın Rusya’ya karşı bir anlaşmadan yana tavır takınacağına inanıyorlardı. Çünkü çıkacak bir savaşın tehlikesini herkesten daha iyi Mustafa Reşit paşa biliyor olmalıydı. Fakat o ihtiraslarına yenik düşüyordu. Ya savaş partisinin başına geçmeli ya da liderliği Muhafazakâr ilkelerin temsilcisi sayılan damat Mehmet Ali Paşa’ya bırakma arasında bir seçim yapmalıydı. Mustafa Reşit paşa batı devletleri ile bozuşmaktansa Rusya’yı karşısına almayı uygun buluyordu. Nasıl olsa batılıların arabuluculuğu ile sonunda bir anlaşmaya varılabileceğine inanıyordu. Bunun içinde savaştan bahsederek barışı koruyacağını düşünüyordu. Ancak her iki taraf için yaptığı hesaplar yanlıştı.

Osmanlı kabinesinin ileri gelenleri arasında ki husumet ülke çıkarlarının önüne geçiyordu. Şimdi Sadrazamlığa gelen Mustafa Naili Paşa’yı yirmi beş yıl önce Girit valisi iken görevinden azletmişti. Damat Mehmet Ali Paşa, daha önce azledilip yerine Mustafa Reşit Paşa getirildiğinde; Mustafa Reşit Paşa’yı gözden düşürmek için Gümrük reisi Cezayirli Mıgırdiç işinde ortak olduğunu ileri sürmüştü. Fakat bu durumu lehine çeviren Mustafa Reşit Paşa daha başarılı bir biçimde damat Mehmet Ali Paşa Aleyhine kullanmıştı. Şimdi birbirine düşman bu iki paşa payitahtın acemisi olan yeni sadrazam Giritli Mustafa Naili Paşanın yönetiminde bir hükümet ortakları olarak biraraya geliyordu. Bu hükümetin bir iş yürütebileceğine kimsenin inancı yoktu. Kabinenin, İngiltere’nin adamı olarak tanınan Mustafa Reşit Paşa’nın öne çıkacağı düşünülüyordu. Bir müddet sonra da bu durum gerçekleşti Mustafa Reşit Paşa kabinenin başına getirildi.

15 Mayıs 1853 günü; Mençikov bütün ilişkilerini kestiğini, ancak en kısa sürede yanıt verilmesi için biraz daha bekleyeceğini bildirdi. İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya temsilcilerinin müdahalesini amansız bir biçimde reddeden Mençikov, resmi bir senet yerine Bâb-ı Âli’den basit bir nota almayı kabul etti. Bâb-ı Âli yine tereddüt ederse, Rus elçisi ile birlikte İstanbul’u terk edeceğini bildirdi.

17 Mayıs1853 günü; Mustafa Reşit Paşa’nın başkanlığında yüksek rütbeli devlet adamları ve ulemadan oluşan 46 kişilik bir meclis oluşturuldu. Bu meclisin amacı Mençikov’a verilecek cevabı tartışmaktı. Aslında cevap toplantıdan önce belirlenmişti; meclis toplantısı sadece bir aldatmaca idi. Cevap müzakeresi sonucu üç ret oyuna karşı 43 oyla kabul edildi. Meclis dağıldıktan sonra Mustafa Reşit Paşa İngiltere Başkonsolosluğuna giderek gece yarısına kadar orada kaldı.

19 Mayıs 1853 günü; Bâb-ı Âli evvelce meclis toplantısında, verilen cevapta ısrar edilmesine karar aldığından; diyerek, aynı gün iki devlet arasındaki ilişkilerin kesildiği halka bildirilir.  

Mustafa Reşit Paşa; kendinden önce Rus isteklerinin bir kısmının kabulüne dair düzeltilmiş olan sureti hiç göz önüne almadan, Osmanlı devletinin bağımsız siyaset ve egemenlik haklarıyla bağdaşmadığı için kabul edilemeyeceğini ve bütün Rus isteklerinin toptan reddedildiğini Mençikov’a bildirdi. Bunun üzerine son açıklamasını yaptı: Patriğe bizzat kendi tarafından bir imtiyaz belgesinin verileceğini, belirtilen vaatlere dayanarak, Rus Çarının dindaşlarının sadece ”ruhani imtiyazlar” değil, anılmayan ve bu yüzden tehlike altında olan başka imtiyazlara da sahip olduklarını ve bunu Rusya’ya karşı bir düşmanlık kabul ettiğini hatırlatarak İstanbul’dan ayrılacağını bildirdi.

Böyle bir sonuç beklemeyen Mencikov hiddetten ve şaşkınlıktan perişan halde; “Palto ile gelmiştim, fakat yakında gömlek ile geleceğim.” Diyerek, Büyükdere önünde kendini bekleyen buharlı Gemiye gitti fakat Mencikov İstanbul’u terk etmek istemesine rağmen fırtına yüzünden; ancak

21 Mayıs 1853 günü; İstanbul’u terk etti.

Mençikov İstanbul’u terk etmek istemesine rağmen fırtına yüzünden; ancak 21 Mayıs 1853 günü; İstanbul’u terk etti. Mençikov, Petersburg’a döner dönmez, İstanbul’da başından geçenleri Çar Nikolay’a anlattığında; Çar Nikolay: “Sultan Abdülmecid’den yediğim sillenin acısını tepemde ve başparmağının izini yüzümde hissediyorum.” Demişti.

26 Mayıs 1853 günü; Rus elçisi Ozerov’da İstanbul’dan ayrıldı. Fakat giderken Rum asıllı tercümanı İstanbul’da bıraktı.  

31 Mayıs 1853 günü; sekreterini İstanbul’a gönderen Rus Hariciye Nazırı Kont De Nesselrode, Bâb-ı Âli’ye gönderdiği bir notayla, İngilizlerin tüm itirazlarına ve tehditlerine rağmen, Mençikov’un davranışlarını her yönüyle haklı bulduğunu ve Donnenberg’in (Rusların, Baserabya dediği) Eflak ve Boğdan’da altı aydır hazır bekleyen birliklerinin “birkaç hafta içinde” maddi teminatlar ve Osmanlı Sultanı özür dileyinceye kadar “manevi teminatları” zorla almak için sınırı geçeceğini bildirdi. Osmanlı devleti bu tehlikeden kaçınmak istiyorsa Mençikof tarafından verilen antlaşma niteliğindeki notayı hiç değiştirmeden Mustafa Reşit Paşa’nın onaylamasını ve Odesa’ya göndermesini istemektedir. Osmanlı Hariciye Nazırının cevabı, sakin bir şekilde Bâb-ı Âli’nin böyle bir “yükümlülüğü” kabul etmeyeceği oldu. Bunun dışında Osmanlı Sultanı başka bir esas üzerinde Petersburg’a gönderilecek bir olağanüstü elçi aracılığıyla müzakerelerde bulunmaya hazırdı. Nesselrode’nin sekiz günlük süre tanıdığı harekât öncesi İstanbul’da sadece Rum asıllı tercüman kaldı. Artık savaş rüzgârları esiyordu.

Avrupa devletleri savaşın çıkmasını pek arzu etmiyorlardı. İngiltere’de Lord Abardin muhafazakâr bir kabine kurmaya memur edilmişti. Pelmerston Hariciye Nazırlığından (Dışişleri Bakanlığı), Dâhiliye Nazırlığına (İçişleri Bakanlığı) atanmıştı. Fransa’da Drauin, Avusturya’da Kont Boul Hariciye Nazırlıklarına getirilmişti.

Avusturya devleti iki büyük devlet arasında çıkacak bir savaştan kendisinin de zarar göreceğini tahmin ederek arabuluculuk yapmaya çalışıyordu.

Prusya devleti, Lehistan’ın taksiminden hissesine büyükçe bir pay düştüğünden Şark meselesi ile pek fazla ilgilenir görünmüyordu.

İtalya’da milli birlik kurulmamış; Sardunya–Piemonte Krallığı, Avrupa devletleri siyasi zincirine girmeyi çok istemekte ise de uluslararası meselelerde söz sahibi olabilecek kadar kuvvetli bulunmuyordu.

11 Haziran 1853 günü; Rus Hariciye Nazırı Kont De Nesselrode, bütün Rus Elçiliklerine ve büyük Devletlere gönderdiği bir notada, “ Eflak ve Boğdan’ı işgal ediyoruz, fakat bu Osmanlı ile Tecavüz-i bir savaş maksadıyla değil, Bâb-ı Âli’den haklı olarak istediğimiz teminatı vermediği için, onun yerine geçici maddi teminat ikamesine mecbur olduk.”  Diyordu; bu açık bir yanıltmacaydı.

25 Haziran 1853 günü; Bunun üzerine İngiliz ve Fransız savaş gemileri Çanakkale Boğazı dışındaki BEŞİKE Koyuna gelerek demir attılar ve Bâb-ı Âli’nin gerekli gördüğü durumlarda bu gemilerin İstanbul’a çağırılma yetkileri de devletleri tarafından İstanbul’da ki elçilerine verildi.

27 Haziran 1853 Günü; Petersburg gazetesinde Rus Çarının bir gün öncesinin tarihini taşıyan manifestosu yayınlandı. Çar, bu manifestoda Ortodoks inancının hamisi olarak tedbirler ve teminat olarak Romen prensliklerini almak zorunda olduğunu açıklıyordu. Bu yüzden savaş çıksın istemediği gibi, yeni fetihler yapmak niyetinde de olmadığını belirtiyordu. Sadece Bâb-ı Âli’nin daha fazla direnmesi halinde, “gerçek dinin savunmasına geçecekti”.    

3 Temmuz 1853 günü; Rus General’i Gorçakov Prut suyunu geçerek Eflak ve Boğdan’ı işgale başladı.

Rus General “Boğdan ve Eflak halkına” antlaşmalarla korunmuş konumlarını, yeni yasalarını ve barış çalışmalarını korumak niyeti ile geldiğini taahhüt etti. Romen prensleri bundan böyle vergi ödemeyecek ve İstanbul ile ilişiklerini tamamen keseceklerdi.

Mençikov savaş hakkındaki beyannamenin alınmasından sonra Rus Karadeniz filosu komutanı Pavel Stepanoviç NAKHİMOV’a on iki kalyon, iki Firkateyn, iki Korvet, iki Buharlı savaş gemisi ve birkaç küçük gemiden oluşan bir filo ile Karadeniz’e çıktı. Türk gemilerinin İstanbul’dan Kafkasya kıyılarına asker, silah ve cephane götürmelerine mani olunması ve Sinop limanını gözetleme emrini verdi. Karadeniz de ilk görevi olarak;  karaya çıkarmak için bir miktar askeri Sivastopol’den Anakrika‘ya getirdi. Bundan sonra Kafkasya, Kırım ve Anadolu sahillerinde dolaşmaya başladı. Ruslar; Türklerin savaşa gireceğine inanmıyorlardı. Bu nedenle Amiral Nakhimov’a Türk savaş gemileri ile karşılaşırsa ilk ateşi açmaması emri verildi. Rusya fiilen savaşa başlamıştı. Bâb-ı Âli bu hareketi derhal protesto etti.

Rusya; Avusturya ve Prusya’nın dostça bir tarafsızlık takip edeceklerine inanıyor, Fransa ile İngiltere’nin Müslüman bir devletle ittifak kuracağına ihtimal dahi vermiyordu. Aynı zamanda Balkan Miletlerinin ayaklanmalarına da büyük ümitler bağlıyordu. Yunanlıları kışkırtıyorlardı. Çar İran devletini, hatta Baltık denizinde serbest olabilmek için Danimarka’yı bile ittifaka davet ediyordu. Osmanlı devletinin ise parasızlık yüzünden ilkbahara kadar ancak dayanabileceğine, ilkbaharda barış istemek zorunda kalacağına inanıyordu.

Osmanlı Hükümeti, kendine göre bazı tedbirler almaya çalışırken, diğer yandan da elçilerin siyasi faaliyetleri devam ediyordu.  

11 Temmuz 1853 günü; Rusya’nın savaş ilan etmeden Eflak ve Boğdan’ı işgal etmesi, iki devlet arasında fiili savaş durumunu başlatmıştı. Bâb-ı Âli’de genel meclis toplandı. Meclis işgali barış hükümlerini bozucu kabul etmekle beraber, taraflar arasında tam bir savaş sebebi olamayacağına da hükmettiğinden, Hem Rusya nezdinde protesto edilmesine ve hem de Avrupa devletlerine resmen bildirilmesine ve her ihtimale karşı savunma durumuna geçilmesine karar verildi. Osmanlı Hükümeti, başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa devletlerinin tavsiyelerine uyarak böyle bir karar almıştı.  

17 Temmuz 1853 günü; Osmanlı hükümeti, Rusya ile savaş çıkması ihtimaline karşı düzenlediği bir toplantıda Karadeniz sahillerinin düşman saldırılarından korunması için, birer haftalık karakol görevi için gemilerin Karadeniz’de bulundurulması kararlaştırıldı. Toplantıda, bu görevle Karadeniz’e çıkacak gemi kaptanlarının nasıl hareket edeceklerine dair bir talimatname hazırlandı.

20 Temmuz 1853 günü; Mustafa Reşid Paşa Elçilerin tavsiyesine uyarak Kont Nesselrode’a bir mektup yazdı. Eflak ve Boğdan’ın işgalini protesto etmek zorunda kalmış olan Bâb-ı Âli’nin Rusya’ya karşı hala dostluk duyguları beslediğini belirtti. Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Hristiyanlarının eski imtiyazlarını yenileyen padişah fermanlarının örneklerini de mektubuna eklemiş ve Rusya’nın Bundan memnun kalacağını umduğunu da belirtmiştir.

Bu şekilde Bâb-ı Âli, Rusya ile yeni bir savaşa girmemek için diplomatik çaba gösterirken, dört büyük devletin elçileri de taraflar arasında anlaşma sağlanabilmesi için Viyana’da bir araya geldiler.

21 Temmuz 1853 günü; Avusturya ve Prusya Hükümetleri Rus ilerlemesi karşısında telaşa düşerek Rusya’yı protesto ettiler. O güne kadar iki devlet arasında devam etmekte olan görüşmeleri uzaktan izleyen Avusturya Hükümeti, Rusya’nın Tuna kıyılarında nüfusunu genişletip toprak kazanmasından duyduğu endişe nedeniyle harekete geçti. Hariciye Nazırı Kont Boul, İngiliz, Fransız ve Prusya elçilerini, konuyu görüşmek ve bir neticeye bağlamak için toplantıya çağırdı.

Rusların İstanbul Boğazı’na Saldırmaları ihtimaline karşı Boğaz’da tedbirler alınmıştır.

23 Temmuz 1853 günü; Bâb-ı Âli itirazlarını bildirdi. Ama bu itirazlar sadece Viyana’daki kabinenin uzatıp durduğu arabuluculuğu ve birkaç gün sonra tekrar aynı makama getirilmek üzere Haziran ayı başlarında geri çekilmeye zorlanan Mustafa Reşit Paşa’nın barışçıl çabaları sayesinde ve Varna’ya kurulan askeri karargâhtaki birlikleri şimdilik harekete geçirmeden yapılmıştı. Bâb-ı Âli bu şekilde savaşın başladığının bilincine varmıştı. Fakat savaş tedbirleri ile cevap vermek istemiyordu. Şimdilik savunma durumunda bekliyordu ve verebileceği her türlü tavizleri tekrarlıyordu. Avrupa’da bir savaşı engellemek için kurulan ittifak Temmuz ayında İngiltere parlamentosunda toplanmıştı; bu toplantının kapanış konuşmasında ortaya çıkan Nesselrode’nin notasını cevaplayarak, Türklerin durumu yorumlama biçimini onaylamakta hiç tereddüt etmediler.

23 Temmuz 1853 günü; Reşit Paşa, yabancı sefirlere bir nota sundu. “Türk Ültimatomu diye tarihe geçen bu nota, imparatorluk “... Fermanlarının Hıristiyan tebaaya tanıdığı hakların değişmez olduğunu bildiriyor, Bâb-ı Âli’nin hükümranlığının mukaddes bir hak olduğunu teyit ediyor, daha fazla taviz verilemeyeceğini ilave ediyor, Rusya’nın bunu uygun görmesi icap ettiği üzerinde ısrar ediyor ve kimsenin Bb-ı Âli’ye fermanları dikte edemeyeceğini söylüyordu.”

26 Temmuz 1853 (19 Şevval 1269) günü; Kaptanı Deryalık makamının tarihli yazısına dayanarak, telli ve telsiz telgrafın o bölgelerde mevcut olmaması nedeniyle Tersaneden Sarıyer’e kadar arazinin krokisi çıkarılarak, arazinin uygun ve yüksek tepelerine işaret direkleri dikilmişti. Böylelikle acil haberleşmenin süratle yapılabilmesi sağlanmış gemi ile gönderilmeden kaynaklanan gecikmelerin önüne geçilmiştir. Ayrıca Karadeniz’in Anadolu ve Rumeli kıyılarında bulunan limanlarla ilgili mevcut haritalarda olan hataların düzeltilmesi için bahriye Mensuplarından birinin emrine mühendisler verilerek ilgili yerlere gönderilmişlerdir.

3 Ağustos 1853 (25 Şaban 1269) günü; Riyale-i Hümayun Es-seyyid Pir Mehmet Paşa Karadeniz’e karakol görevine çıktı.

11 Ağustos 1853 günü; Pir Mehmet Paşa, bir haftalık karakol görevi esnasında Anadolu ve Rumeli sahillerinde hiçbir Rus gemisiyle karşılaşmadı fakat görev süresi dolmadan iki gün önce emir almadığı halde İstanbul’a döndü.

Müşavir Paşa, anılarında Pir Mehmet Paşa’nın ismini vermeden şu eleştiriyi kaleme almıştır: “Daha önceden Karadeniz’e Paşa komutasında firkateynlerle daha küçük gemilerden oluşan bir filo çıkarılmış, cesaretinin yükselmesi için paşaya bir maaş kadar bir bahşiş de verilmişti. Fakat bu paşa savaşın başlangıcından iki gün önce, emir almaksızın geriye geldi ve bundan sonra müttefik donanmaların muhafazasında hareket fırsatı buluncaya kadar Boğaz’dan bir kere bile çıkmadı. Bu kötü alamet olduğu gibi başkalarına karşı en kötü örnekti.”

12 Ağustos 1853 günü; Bu defa Patrona Osman Paşa, emrindeki hafif filoyla İstanbul Boğazı ile Amasra arasında karakol görevine çıktı.  

Müşavir Paşa, anılarında donanmanın durumu hakkında da önemli bilgiler vermektedir. “Acemi mürettebat, fırtınalı hava, soğuk ve Karadeniz’de sığınacak limanlar olmaması yüzünden Türk donanmasına Karadeniz’de dolaşma emri vermek, onu ya fırtına yahut düşman tarafından mahvedilmeye göndermek bir görünüyordu. Donanmanın kötü donatılmış gemileri ve hafif giydirilmiş tayfaları yalnızca yazın çalışmaya uygundu, hâlbuki o mevsimde de denize çıkarılmamışlardı. Birçok limanı olan Akdeniz’de bile kışın hiç dolaşmamışken şimdi sisin ve akıntıların seyir hesaplarını altüst ettiği “buzlu Pontik’te” (Karadeniz’de) görevlerini yapmayı öğreneceklerdi. Zaten o zaman yeterli miktarda deniz fenerleri konulmamış bulunduğundan doğruluğu şüpheli bir rota ile sahillere inmek çok tehlikeli bir işti. Bu durumda donanmanın yelkenli gemilerini Boğaz’da bulundurarak, dış limanlar ve onlarla İstanbul arasında ki irtibat ve iletişimi buharlı gemilerle sağlamak ihtiyata uygun olurdu, fakat Bâb-ı Âli Karadeniz’de Ruslar gibi bir filo bulundurma hevesine kapıldı ve bu heves tedbire ve ihtiyata üstün geldi.”        

14 Ağustos 1853 günü; Mısır’dan hareket eden ilk filo İstanbul’a geldi.

19 Ağustos 1853 günü; Patrona Osman Paşa Karakol görevini tamamladı oda hiçbir Rus savaş gemisiyle karşılaşmadan İstanbul’a döndü. Osman paşanın ardından Pervaz-ı Bahri Vapuru gönderildi. Aynı şekilde görevini tamamlayıp hiçbir Rus savaş gemisiyle karşılaşmadan döndü.

26 Ağustos 1853 günü; Büyükdere’de toplanan Osmanlı donanmasına Mısır Filosu da katıldı.

Eylül başında Rus gemilerinin Sinop civarında görüldüğüne dair ilk haber İstanbul’a ulaştı.

7 Eylül 1853 günlü; notasında Rus hariciye nazırı Kont De Nesselrode Viyana notasına aldığı ret yanıtının nedeni; Rus isteklerinin ölçüsüzlüğü artık aşikâr olarak ortaya çıkaran açıklamalarla göstermeye ve anlatılmaya çalışmış. Bu nedenle de İngiltere ve Fransa artık ara buluculuk yapmayacaklarını bildirmişlerdir.

9 Eylül 1853 (5 Zilhicce 1269) günü; Kastamonu Eyalet valisi Hamdi Paşa, Sadaret Makamına yazdığı tahriratında; idaresi altında bulunan Sinop kalesi ve tabyaları ile sahilde bulunan diğer kazaların durumlarını ve bu yerlerin korunmasına dikkat edilmesinin kendisinin görevi olması nedeniyle Sinop’un ihtiyaçlarının belirlenmesi için Sadık Efendi’nin, kaledeki tabya ve istihkâmların kontrolü için de Miralay Ahmet Bey’in görevlendirildiklerini ve lüzumu görülen her türlü alet ve harp malzemesinin gönderilmekte olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Sinop çevresinde birkaç Rus gemisinin görülmesi nedeniyle sahilde bulunan kale ve tabyaların istihkâmına bakılmakta olduğunu ve bu yüzden Sinop Kalesi ve tabyalarının tahkimatı için Sinop Kaim makamı Hüseyin Bey ile haberleştiğini tahriratına ilave etmiştir.

Daha sonraki tarihlerde Rus savaş gemilerinin Amasra açıklarında görüldüğü İstanbul’a rapor edilmiştir. Bu Rus filosu, Rus Karadeniz Komutanlarından Visamiral Aleksiyeviç Kornilov’un emrinde bulunan Deniz Yüzbaşı Grogoriy İvanoviç Butakov’a aitti.

13 Ekim 1853 günü; Mençikov tarafından Besarabya Vapuru ile Osmanlı devleti ile münasebetlerin kesildiği haberi Nakhimov’a ulaştırıldı. Osmanlı İmparatorluğu ile savaşın başladığını ve Nakhimov’un hareketlerinde serbest olduğunu bildiren iradeyi getirdi. Amiral filoya; savaşın başladığını dua etmelerini ve tebrikleri kabul edeceğini bildirdi. Ertesi gün Amiral Yaptığı konuşmada, filoya ve subaylarına ve diğer mürettebatına olan güveninden bahsederek birbirlerine destek olmalarını, düşmana yakın bulunmalarını tavsiye ediyor ve şu Emirle;     

“Komutanlara beyan ediyorum ki bizden kuvvetli düşmana rast geldiğim yerde hücum edeceğim, çünkü sizlere güveniyorum. Herkesin kendi vazifesini yapacağından eminim.” Diyerek sözlerini bitiriyordu.

21 Ekim 1853 günü; Mısır Amirali Hasan Paşa komutasındaki dört firkateyn, iki korvet, bir birik ve bir buharlı gemiden oluşan filo ve filonun korumasındaki nakliye gemileri ile Varna’ya oradan da İshakça ve Şumnu’ya gönderildi.

Filoya verilen yönergede, Rus kuvvetlerine rastlandığında, düşmanca bir hareketle karşılaşılmadığı takdirde bir çatışmaya sebebiyet verilmemesi bildirilmişti.

21 Ekim 1853 günü; Patrona Mustafa Paşa komutasında ki diğer bir filo da cephane ve levazım yüklü olarak Kafkas cephesine hareket etti. Karadeniz’de Rus savaş gemileriyle karşılaşmayan Mustafa Paşa Önce Trabzon’a uğradı, Vali ile görüştükten sonra Batum’a hareket etti.   

23 Ekim 1853 günü; Mısır’dan Yardım için gönderilen donanmanın başında bulunan Riyale (Mirliva) Hasan Paşa’nın emrine Osmanlı ve Mısır donanmasından sekiz adet gemi verildi. Mısırdan gelen askerleri Varna’ya götürmek ve Rumeli sahillerinde karakol görevi yapması için Karadeniz’e çıkması emredildi. Filo da ki gemilerin adları; Kaid-i Zafer, Şehbaz-ı Bahri, Reşid firkateynleri, Eser-i Cedid, Pesendide, Tair-i Bahri, Mir-i Bahri, Savn-i Bahri vapurları.

“Hasan Paşa’ya verilen 23 Ekim 1853 (20 Muharrem 1270) tarihli talimatta;…….Rusya Devleti beylik sefînelerine rast gelir ise, onlar tarafından hasmane muamele olunmıyarak şimdiye kadar ittihaz olunan usul üzre gidilmesi, eğerce Rusyalu tarafından tecavüz olunacağına cezm-i yakîn hâsıl olur ise olvakt avn-ı hakla mukabele olunamayacağı anlaşılırsa hemen Boğaz’a doğru gelmesi ve keyfiyeti bir vapur ile Donanmâ-yı Hümâyuna bildirmesi” İstenmekteydi.

Rumeli’ne asker çıkaran Mısır Amirali Hasan Paşa’da görevini tamamlamıştı. Savaş başladığında İğne Ada’ya dönmüştü.

Ekim ayının sonlarına doğru, çatışmaların başlamasını takip eden günlerde Karadeniz’den gelen bir Buharlı gemi, Boğazın 120 Nm (deniz mili) açığında Rus donanmasına ait birinci sınıf üç kalyon, iki firkateyn ve bir Buharlı savaş gemilerinden oluşan filonun dolaşmakta olduğu haberini verdi.

Rus filosunun başında bulunan Pavel Stepanoviç Nakhimov, Visamiral Aleksiyeviç Kornilof komutasındaki bir filoyu, Karadeniz’in Rumeli sahillerine yollamıştı. Nakhimof’un komutasındaki filo da Anadolu sahillerinde dolaşmakta idi.

Kaptan-ı Derya Büyükdere’de demirli bulunan filoya bağlı iki ağır Firkateyn den Nusretiye veya Feyz-i Bari savaş gemilerinden biri ile Müşavir Paşanın da bu gemiyle gitmesi isteğini de bildirmişti. Böylece üç gün önce Karadeniz’e çıkarılan Hasan Paşa’nın firkateyn ve korvetlerden oluşan hafif filosunu takviye edecek ve yeni emirler ulaştırılacaktı.

Uzun boylu birinci sınıf ebadında serenler ve arma ile donatılmış bir gemi olan Nusretiye firkateyni için Müşavir Paşa “kış mevsimi için uygun değildi ve birçok bakımdan eksiklikleri vardı. Daha önce 100 kişilik iyi eğitimli mürettebat başka gemilere görevlendirildiğinden, yerlerine acemi mürettebat alınmış. Tersane depoları boş olduğundan gerekli araç gereç diğer gemilerden temin edilmişti. Müşavir Paşa’da Kaptan-ı Derya ile görüşmeye gitmiş kendisine, Gemilerin Rus gemileri ile aynı sınıfta olmaları gerektiğini firkateynlerin zayıf kalacağını iki birinci sınıf kalyon daha gönderilmesini talep etmişti. Bâb-ı Âli yalnızca bir firkateyn gönderilmesini emrettiğini söylemek zorunda kaldı. Kaptan-ı Derya Şayet bir düşman gemisi ile karşılaşırsanız, ilk ateşi açan siz olmayınız! Dediğinde; Müşavir Paşa savaşta değil miyiz sorusunu yöneltti. Evet, savaştayız ama Bâb-ı Âli’nin emri bu yöndedir! Müşavir paşa böyle bir emre uymamakta mazur görülmesini, çünkü bir deniz savaşında, konum almış bir geminin ateş açmasının savaşın sonucunu belirleyeceğini söyleyince Kaptan-ı Derya “orası sizin bileceğiniz iştir”. Ben size lâzım gelen emri verdim, bu bana yeter! Dedi.  

27 Ekim 1853 günü; Savaşın başladığının Hasan Paşa’ya bildirilmesi ve yeni talimatı iletmek için 74 Toplu, 1079 kişi mürettebat mevcutlu Nusretiye firkateyni, Müşavir Paşa ( AmiralAdoulbhus Slade) ile birlikte gönderildi. Denize çıkıldığının ertesi sabah Boğaza dönmekte olan Pervaz-i Bahri Buharlı korvetiyle karşılaştılar. Pervaz-i bahri korveti karakol görevi için gönderilmiş olduğundan gemi kaptanından bilgi aldılar. Pervaz-i bahri herhangi bir Rus savaş gemisiyle karşılaşmamıştı, yalnız Varna’dayken İsakça tarafından top sesleri duyduğu bilgisini verdi.

28 Ekim 1853 günü; Müşavir Paşanın içinde bulunduğu Nusretiye firkateyni, akşamüzeri Hasan Paşa’ya ulaşmış Rus gemilerine rastlanırsa, bunlara üstün gelineceği umulduğu takdirde harekât da bulunulması, böyle bir umut yoksa temkinli hareket edilmesi ve gemilerin toplu halde tutulmalarını; Hasan Paşanın filosunu güçlendirmek amacıyla gönderildiğini kendisine bildirdi. Bu filoya katılan Nusretiye dönemin en güçlü firkateynlerindendi. Müşavir Paşa’nın, Hasan Paşa ile buluşmasından sonra Filo Kasım ayının ilk haftası çok şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Müşavir Paşa; Fırtına, Hasan Paşa ve Emrindeki mürettebatla ilgili çok önemli bilgiler vermektedir;   

“……Hasan Paşa, Müşavir Paşa’dan fırtına anında denizde kalmak mı, yoksa boğazdan içeri girmek mi uygundur? Diye işaretle sormuş, Müşavir Paşa da denizde kalmanın daha doğru olacağı cevabını vermiş. Böylece Filonun rüzgâr altı kıyısında büyük tehlike altında kalmasına mani oldu. Nitekim bir müddet sonra bora, fırtına patladı ve devam etti. Yağmur, sulu sepken ve kar birbiri peşine geldi. 11 Kasım gecesi güvertede birkaç parmak (Inch) kalınlığında kar yağmıştı. Birbiri ardına gelen bu seri fırtınalar çok büyük zahmet ve zarar vermişti. Fırtına esnasında, Hasan Paşa’nın Mısır filosun da yer alan, Osmanlı donanmasına ait Sinop’ta inşa edilmiş Kaid-i Zafer II firkateyni filodan koparak kayıplara karıştı.

Fırtına ve gemilerin durumu hakkında bilgi veren Müşavir Paşa, gemi personeli ile ilgili olarak da şunları kaydetmiş; “Hemen hepsi az çok deniz tutmasından ve kanlı basurdan mustarip gemiler eratının hâli insanda acıma ile karışık bir hayranlık uyandırıyordu. Bunlardan hiç birinin sırtında fanila yoktu. Ayağında çorabı olan birkaç kişi vardı. Kışlık esvap eksik olduğu için birtakımları hâlâ ince beyaz pantolon giymekteydiler. Kilimden kalın olmayan yataklarında tek ve pamukla karışık battaniyeler altında yatıyorlardı. Gömlek ve ceketleri, hatta kaputları öyle bir kumaştan yapılmıştı ki arkasından yıldızları seyredebilirsiniz. Gıdaları; peksimet, pirinç, zeytin ve sudan ibaretti. Bunları da ancak açlığı bastıracak kadar verebiliyorduk. İnsan besleyecek kuvvet ve miktarda yiyecek yoktu. Lâkin bütün bu felâketler içinde tek bir tanesi dayanıksızlık göstermedi, vazifesini yapmaktan kaçınmadı. Birçokları soğuktan, ıslanmaktan bitmiş bir halde güverteden indiriliyordu”.

Slade, filonun içinde bulunduğu yoksulluktan dolayı Bâb-ı Âli’yi kabahatli tutmanın mümkün olmadığını, çünkü devletin son üç ay içinde kara ve deniz kuvvetlerini üç katına kadar çıkartmakla girdiği büyük masrafın altından kalkamadığını da ilave etmiştir.

Kapudânlık makamından Hasan Paşa’ya gönderilen yeni talimatta;

“……..karakolda bulundukları süre içinde perakende (dağınık) gezmeyip topluca gezmeleri, Rusya tarafından hasmâne (düşmanca) hareket vuku bulursa, bizim taraftan da mukabelede bulunmasının gerektiği, şayet Rusya gemilerinin kalabalık olması dolayısıyla mukabele olunamazsa, kendilerini muhafaza ederek Boğaz’a doğru gelmeleri ve acele olarak durumun bir vapurla Donanmâ-yı Hümâyun’a ve kalelere bildirilmesi” Emrediliyordu.      

Ekim ayının son günlerinde Patrona Osman Paşanın Filosuna ait Korvet sınıfı, 6 toplu Pervaz-ı Bahri buharlı savaş gemisi Ereğli önlerinde bulunuyordu.

Savaşın başlangıcında İstanbul’da deniz kuvvetleri başlıca üç filoya ayrılmış bulunuyordu. Patrona Kayserili Ahmet Paşa Komutasında Mısır Filosu hariç, bir kalyon, iki kapak, iki firkateyn, iki korvet ve bir buharlı gemiden oluşan Türk filosu bulunmakta;

Patrona Mustafa Paşa Komutasında dört buharlı gemiden ve bir firkateynden oluşan bir filo Kafkas cephesine yapılacak nakliyeye refakatle görevlendirilmişti.  

     12 Toplu       Feyz-i Bari            (Buharlı gemi)         Kaptan Bursalı Ahmet Bey

     12 Toplu       Mecidiye               (Buharlı gemi)         Kaptan Mustafa Bey

     12 Toplu       Saik-i Şadi             (Buharlı gemi)         Kaptan Türk İsmail Bey

     16 Toplu       Ta’if                      (Buharlı gemi)         Kaptan Arap Yahya Bey

     40 Toplu       Muhbir-i Sürur       (Firkateyn )             Kaptan İzzet Bey

Patrona Osman Paşa ve Riyale Bozca Ada’lı Hüseyin Paşa komutasındaki; altı firkateyn, üç korvet, ve bir buharlı gemilerden oluşan bu filo Amasra – İnce Burun arasında karakol görevi almıştı.

GEMİ      

İSİMLERi  

SINIFI

BOYU                                                                                                                         

NAMLU

 SAYISI  

PERSERSONEL

  SAYISI                

   KOMUTANLARI

  NAVEK-İ BAHRİ          

FIRKATEYN

41 M

54  TOP

519   KİŞİ

 İMAMOĞLU ALİ BEY

  DİMYAT

                  FİRKATEYN

42 M

46   TOP

450    KİŞİ

ARAP KADRİ BEY

   NİZÂMİYE

FIRKATEYN

      

                                                                  

52 M

60   TOP

584   KİŞİ

  AHMET ŞAHİN BEY

 AVNİLLAH II

FIRKATEYN                                               

      

                                                             

44 M

44  TOP

414  KİŞİ

YARBAY ALİ MAHİR BEY

  FAZLULLAH

FIRKATEYN                                         

       

                                                              

41 M

42  TOP

418   KİŞİ       

 KAVAKLI AHMET BEY

 NESİM-İ  ZAFER II

 FIRKATEYN

                                                             

42 M

48  TOP

485   KİŞİ       

  YALOVALI HASAN BEY

 NECM-İ EFŞÂN

 KORVET                            

                                                             

38 M

24  TOP

190  KİŞİ

 KAPTAN YUSUF BEY

  FEYZ-İ  MA’BÛT

KORVET                                                      

                                                     

39,5 M

26 TOP

228  KİŞİ

KAPTAN İZZET BEY

  GÜL-İ SEFİD

KORVET

           

 38 M  

24 TOP

210  KİŞİ

PEPE AZİZ BEY

  PERVAZ-İ BAHRİ

  BUHARLI

41 M   

4 TOP

160  KİŞİ

2 Kasım 1853 günü; daha önce Çanakkale dışında, Bozca Ada’nın karşısında bulunan Beşike Limanına demirlemiş bulunan İngiliz ve Fransız savaş gemileri Bâb-ı Âli’nin isteği üzerine İstanbul Beykoz önlerine ulaştı. Rusya bu durumu protesto etti ise de, “1841 Boğazlar Mukavelesi” barış zamanlarına ait olduğu için üzerinde durulmadı. Müşavir Paşa İngiliz ve Fransız gemilerinin gelişini şu sözlerle ifade etmişti; “ Türkler bu gemileri Osmanlı Devleti uğruna savaş yapmaya gelmiş sanıyorlar”,    

Amiral Dundas Komutasında ki İngiliz filosu; iki Kalyon, dört kapak, bir firkateyn, iki padıllı vapur ve sekiz pervaneli vapurdan, Amiral Hamelin Komutasında ki Fransız filosu; üç kalyon, yedi kapak, üç birik ve üç vapurdan oluşmakta idi.

Osmanlı Devleti meydana getirilen bu güçlü donanma sayesinde Rusların Karadeniz’e çıkamayacağını düşünüyordu.

3 Kasım 1853 günü; Mösye Pizzani’den, Lord Stratford de Redciliffe’e gelen mektuptan (Pera (Beyoğlu) 3 Kasım 1853) “Türk donanması üç ambarlılar müstesna olmak üzere Karadeniz’e çıkacaktır. Gemiler muhtemel Pazar günü hazır olacaktır.’’ Denilmektedir.

5 Kasım 1853 tarihli; Tarabya kaynaklı mektup: Lord Stratford de Redcliffe tarafından İngiltere’ye Hariciye nazırına hitaben, “Bâb-ı Âli’yi şu sırada Karadeniz’e birinci sınıf harp gemileriyle Firkateynlerden kurulu filo göndermek teşebbüsünden vazgeçmeye ikna ettim”. Denilmektedir.

5 Kasım 1853 günü; Patrona Osman Paşa ve Riyale Bozcaadalı Hüseyin Paşa Komutasındaki Osmanlı filosu Boğazlardan çıkarak Karadeniz’e açılmış ve görev yeri olan Amasra – İnce Burun arasında yerli ve yabancı nakliye gemilerini Rus saldırılarına karşı korumak için devriye gezmeye başlamışlardı. Gemi Personeli toplama ve eğitimsizdi. Çünkü daha önce Rusları kışkırtmamak için donanmanın Karadeniz’e çıkmasına ve eğitimine izin verilmemişti. Bunun yanı sıra Osmanlı geleneksel olarak ilkbahar aylarında Haliç’ten törenle denize açılır, sonbaharda tekrar Haliç’e dönerdi. Bu yüzden gemici bulmada zorlanıldı. Patrona Osman Paşa’nın eğitip hazırladığı denizciler acilen Batum’a asker, silah ve cephane taşımak maksadıyla kendisinden birkaç gün önce sefere çıkacak olan Patrona Mustafa Paşa’nın emrine verildiğinden Patrona Osman paşa çaresiz, eğitimsiz kışlalardan toplanmış denizle ilgisi olmayan erat ile Karadeniz’e çıkmak zorunda kalmıştı.

Kendisi ticaret gemilerinden gönüllüler ve tecrübesiz gemiciler, çiftçiler almak zorunda kaldı. Eğitimsiz ve yetersiz gemicilerin yanı sıra sağdan soldan silah, cephane ve levazım toplanarak alelacele gemilerin eksiklikleri giderilerek donatılmaya çalışıldı.

Bir süre Amasra-İnce Burun arasında karakol görevi yapan gemiler kötü hava koşullarında eğitimsizlik nedeniyle yetersiz kalmışlardı. Müşavir paşanın 11 Kasım’da yakalandığı fırtına Osman Paşa’nın filosunu da karakol görevi sırasında yakalamıştı ve mevkilerini koruyamadıkları için dağılmışlardı. Daha sonra toplanma yeri olarak kararlaştırılan Sinop limanında bir hafta içinde ancak toplanabilmişlerdi.

13 Kasım 1853 günü; Mısır donanma komutanı Patrona Hasan Paşa’nın filosundan ayrı düşen Kaid-i Zafer Firkateyni Sinop limanına sığındı. Patrona Osman Paşa’nın sancak gemisi Avnillah II Firkateyninin grandi direği ıskaçasından çıkmış bir halde Sinop limanına ulaşmıştı. Filonun tamamı ise ancak bir haftada Sinop limanında toplanabilmişti. Gemiler karşılaştıkları bu şiddetli fırtına ile çok hırpalanmışlardı. Personel deniz tutması ve soğuk nedeniyle hastalanmış güvertede ayakta kimse kalmamıştı. Gemiler limana girdikten sonra, uzunca bir zaman yelkenler kendi haline bırakılmış sarılmadan kalmışlardı.

Aynı fırtınada Visamiral Nakhimov’un gemilerinden bir kısmı da hasar görmüştü. Nakhimov bu gemileri tamir için Sivastopol’e göndermiş kendisi üç kapak, bir buharlı ve bir brik ile dolaşmaya başlamıştı. Patrona Osman Paşa’da hasar gören gemilerin onarımını Sinop limanında yaptırıyordu.  

Patrona Hasan Paşa da Büyükdere önlerine gelerek fırtınanın bitmesini beklerken ikmal yaparak harekete hazır hale gelmişti.

Bu arada İstanbul’a dönmüş bulunan Müşavir paşa; firkateyn ve korvetlerden oluşan hafif bir filonun 12 gün önce Karadeniz’e çıktığını öğrendi. Kaptan-Derya’ya sitemde bulundu. 

Kaptan-ı Derya “Mahmut Paşa’da Bâb-ı Âli’ye onun filonun oluşumu ile ilgili düşünceleri ve tavsiyelerini arzettiğini, Bâb-ı Âli’de bu tavsiyeleri yerinde bulduğundan kalyon ve kapakların hazırlanmaya başladığını, işlerin tamam edilme derecesine gelindiğinde de Bâb-ı Âli’den verilen ikinci bir emirle kalyonların gönderilmesinden vazgeçildiği belirtildiğinden filonun yeniden firkateyn ve korvetlerden teşkil edildiğini anlatmıştır”. Mahmut Paşa, bu emrin İngiltere elçisi Lord Stratford Redcliffe arzusuna uyularak verildiğini de sözlerine ilave etmiştir.  

16 Kasım (15 Safer) günlü; Patrona Osman ve Riyale Hüseyin Paşalara yazılan Kapudan-ı Derya’lık tezkiresinde;

“…….Kaid-i Zafer firkateyni hümâyunu, filosundan ayrılarak sizin tarafınıza doğru gittiği işitildiğinden oraya gelmiş ise veyahud gelir ise, yalnız filosuna göndermeyip nezdinizde tevfîk …..” denilmek suretiyle Kaid-i Zaferin de maiyetine alınması istenmiş, ayrıca lüzumu olduğu takdirde Persûd vapurunun da maiyetinde istihdam edilebileceği belirtilmiştir. Ayrıca Emin Bey Kaptanı Deryalık makamından gönderilen emri Patrona Osman Paşaya iletmiştir. Bu yeni emirde;

“…….Ma’iyyetiniz olan süfün-ı donanmâ-yı hümâyun ile bu ana kadar ne taraflarda olduğunuz ma’lûm olup, fakat Rusya’nın kalyon sefîneleri bu aralık İnce Burun üzerlerinde dolaşmakda olduklarının havadisatı mesmû’-ı muhlis olup muktezâ-yı dirâyetleri vechile düşmân sefînelerine mukabil olacağınızı aklınız kestiği halde muhârebeye mübâşeretle hasmâne harekete mübâdert eylemeniz  ve muktezâ-yı mevsim muhalif havaya tesâdüf olunduğu hâlde Sinop limânına demirliyesiz ve bu ana kadar vukû’bulan havadisâtı bend bend tarafımıza iş’âr eyliyesiniz” denilmektedir.  

17 Kasım 1853 günü; Daha önce Patrona Osman Paşa tarafından Kömür almak amacıyla Ereğli’ye gönderilmiş 0lan Pervâz-ı Bahri Buharlı gemisi, Yüzbaşı Gregoriy İvanoviç Butokof komutasındaki Vilademir Firkateyni, Amasra ile Kerempe Burnu arasında karşılaştı.

Amiral Kornilof’un komuta ettiği bir filoya ait olan bu Firkateyn Amasra açıklarına keşif görevi ile gönderilmişti. Pervaz-ı Bahri vapuruna üstünlük sağlayacak güçte olduğu açıkça görülüyordu. Ruslar saldırdılar, Vapur Bordasından ve armalarından aldığı yaralara rağmen 6 saat kahramanca savaştı. O sırada Amiral Kornilof’un filosuda geldi. Sonunda Gemi komutanı ve mürettebattan kırk kişi şehit düşmüş birçoğu da yaralanmıştı. Rus gemisinde ise; teğmen Yeleznof ve üç mürettebat ölmüştü. Geminin güvertesi ve bordaları parçalanmış armaları budanmış bacası delik deşik olmuş bir halde, bu filo karşısında çaresizce makinelerini durdurup bayrağını indirerek Ruslara teslim oldu.

19 Kasım 1853 (18 Safer) günlü, Osman Paşa’nın Kaptanlık Makamına Yazdığı Rapor;

“ şiddetli fırtına nedeniyle emrimdeki gemilerden Navek-i Bahri firkateyni ile Fevz-i Ma’bud Korveti Sinop adasını dolaşamayıp yolunu kaybetmişler, havanın düzelmesi ile iki gün sonra Navek-i Bahrî üç gün sonra da Fevz-i Ma’bud sâliman Sinop limanına gelip salimen filoya katılmışlardır. Dimyat firkateyni ile Necm-i Efşân korveti de fırtına sebebiyle Sinop’a ulaşamayıp Gerze önüne demirlemişler, sonradan Sinop limanına gelmişlerdir….

 Aynı gün yani 11 Kasım da Sinop istikametinde ilerleyen Rus filosu da bu şiddetli fırtınaya yakalanmıştı. Kovarna firkateyni, Tri Sviatitelia kalyonu ve Harbry vapuru gittikçe artan fırtınadan ağır hasar görmüştü. Onarılmaları için Nakhimov tarafından Sivastopol’e gönderilmişlerdi.

21 Ekim günü Karadeniz’e çıkmış bulunan Patrona Mustafa Paşa refakat ettiği cephane ve levazım yüklü nakliye gemileri ile hava ve deniz durumu şartları sebebiyle uzun süren bir yolculuğun ardından 17 Kasımda Trabzon’a ulaşabilmiş ve oradan Batum’a ve 19 Kasım günü Persut vapurunun ardından Şevketil’e ulaşmıştı. Mustafa Paşa yolculuğu esnasında İstanbul’a dönmekte olan Nil vapuruna rastlamış ve Sinop ile ilgili bir tahriratı İstanbul’a göndermişti. Dönüşünde 21 Kasım günü Sinop’a uğramış burada Pervaz-i Bahri buharlı korvetin Rusların eline geçtiğini öğrenmişti. Osman Paşa’nın filosunda da Başka Karakol hizmeti verebilecek buharlı savaş gemisi olmadığından Ta’if buharlı firkateyni ile Ereğli buharlı korvetlerini takviye amaçlı bırakmıştı. 22 Kasım günü Sinop Limanından hareket etmiş ve 24 Kasım günü İstanbul’a ulaşmıştı. Persut gemisi de 27 Kasım günü İstanbul’a ulaşmıştı. Yolda hiçbir Rus gemisi ile karşılaşmadığını rapor etmişti.

21 Kasım 1853 günü; İngiltere dışişleri bakanı, tarafından İngiliz elçisinin 3 Kasım 1853 günü; Mösyö Pizzanı ve 5 Kasım 1853 tarihli; Tarabya kaynaklı göndermiş olduğu mektuplarda bahsettiği Osmanlı Hafif filonun Karadeniz’e çıkarılması konusu ile ilgili, Elçinin diplomatik başarısına cevaben gelen mektup şu sözlerle onaylanıyordu: “Türk Hükümeti, eğer kendi çıkarlarını biliyorsa, zat-ı asilânelerinin sağlam muhakemesine ve Amiral Dundas’ın pratik deneyimine tereddütsüz hürmet edecektir”.    

23 Kasım 1853 günü; İstanbul’a ulaşan Patrona Mustafa Paşa’nın gönderdiği tahrirat; Kömürün ihtiyaca yeter olmadığını, fazla kömüre gerek olduğunu, Sinop kale ve istihkamlarının bakıma muhtaç ve yetersiz olduğunu bildirmiştir. Kaptan Paşalık makamı bunun üzerine; Ereğli’de birçok nakliye gemisinin kömür beklediğini buraya fazla miktarda kömür gönderilmesi gerektiğini ve Sinop tahkimatlarının durumunu Tophane Müşirliğine bildirdiği gibi, Persut Buharlı gemisini de Ereğli’de ki ticaret gemilerine kömür yükleyip süratle Sinop, Trabzon ve Batum’a sevk edilmesi için Karadeniz’e gönderdi.

24 Kasım 1853 Perşembe günü; Sinop limanına; Rüzgar keşişlemeden (Güney doğu) esiyordu. Rus Karadeniz filosu komutanı Amiral Pavel Stepanoviç NAKHİMOV komutasındaki üç kalyon, bir buharlı gemiden oluşan bir filo, sabah saat 07:00 sularında top menzilinin iki katı mesafeye kadar Osmanlı gemilerine yaklaştı. Ruslar, Osmanlı donanmasının yatış planını top lombarlarının sayısını ateş gücünü öğrenmek amacı ile bu keşif hareketini gerçekleştirdiler. Rus filosu saat 10:00 da limanı terk etti. Bunun üzerine durum değerlendirmesi yapıldı. Rus filosu, Ereğli buharlı gemisi ile takip edildi. Filonun Kuzey doğu (Poyraz) yönüne doğru gittiği rapor edildi.

Patrona Osman Paşa, Riyale Bozcaadalı Hüseyin Paşa ve Gemi komutanlarını toplantıya çağırarak Rusların saldırı hazırlığı içinde olduğunu ve savaşa hazır olmalarını istemiş ve tüm filo personeline iletilmesi içinde; “Padişah ve millet uğruna can verinceye kadar gayretle savaşmalarını, bunun içinde gerekli olan mazeretin din duygusu ve milli haysiyet olduğunu” ilan etmişti.

24 Kasım 1853 günü; hava şartları çok kötüydü. Sulu kar ve fırtına devam ediyordu. Bu hava şartları Amiral Nakhimov’un da açık denizde dolaşmasını güçleştiriyordu.

25 Kasım 1853 günü; Osman Paşanın, Harbiye Nezaretine yazdığı rapor;

 ……Rus gemilerinin birkaç tanesinin Sinop adasının Yıldız (Kuzey) tarafına on mil kadar mesafede görünmesi üzerine Ta if ve Ereğli vapurlarının karakol etmek üzere hazırlanırken Rus gemilerinin uzaklaştıkları belirtilmiş, ayrıca birkaç Rus gemisinin de Bartın ve Amasra çevresinde dolaştıklarına işaret edilerek Rus limanlarının Sinop’a yakınlığı nedeni ile de Rus gemilerinin kolayca yardım alarak kendi üzerlerine hücum edebilecekleri tehlikesi dile getirilmiş ve bu durumda ne yapmaları gerektiği sorulmuştur”.

25 Kasım’dan sonra, Osman paşanın Sinop limanından çıkarak İstanbul’a doğru yol almadığı görülmektedir. Bunun sebebi Fırtınanın devam etmesi ihtimalidir. Eldeki veriler bunu doğrular niteliktedir.

26 Kasım 1853 günü; Kaptanlık Makamınca (25 safer) Bâb-ı Âli’ye yazılan tezkirede, Bütün tedbirlere ilave olarak, Osmanlı donanmasının güçlendirilmesi için Hazine-i Hassa kumpanyası idaresinde bulunan vapurların, Donanmây-ı Hümâyun’un emrine verilmesi ve bu gemilerin top ve denizci topçularla donatılması ve ayrıca bu vapurlarda Tersane Amirliğince çalıştırılan yabancı kaptan ve gemicilerin işlerine son verilerek yerlerine donanmadan kaptan ve erlerin alınması istenmişti.  Ancak bu tarihten itibaren, Ferik Ahmet Paşaya yazılan aynı içerikli yazıdan anlaşılmaktadır.

26 Kasım 1853 (25 Safer) günü; Patrona Mustafa Paşa’nın İstanbul’a dönmesinden sonra, Kaptanlık Makamından Osman Ve Hüseyin Paşalara yazılan 26 Kasım tarihli tahriratta şöyle denilmekteydi;

“Bahr-i Siyâh Cânibinde bulunan süfün-i şâhâne kumandanları Livâ Paşalara;

Kumandanızda bulunan sefâyin-i şâhâne ile Sinop Limânında lenger-endâz-ı ârâm oldukları tevârüd eden tahrirâtlarınız meâlinden ve ferik saâdetlü Mustafa Paşa hazretlerinin ifâdeleri şifâhiyesinden anlaşılmış olup, ancak Liman-ı mezkûr sert havalarda sefâyin-i merkûmenin muhâvazasına elverişli isede ve düşman sefînelerinin ma’zallâhi te’âlâ orya zuhûr ve hücûmunda muhâfaza mümkin olamayacağından hemen tahrirât-ı Meclis-î vüsûlünde biran tevaffuk ve ârâm olunmayıp cümleniz limân-ı mezkûrden hareketle esnâ-yı râhda birbirinizden ayrılmayıp, ileri ve geri kalınmayıp topluca olduğunuz hâlde doğruca Boğaz’a yakın mahallere gelip oralarda voltada bulunulması ve hava pek muhâlif olupda barınılamayacağı anlaşıldığı suretde cümleniz birden Boğaz’dan içeriye girilmesi için şukkâ-ı mahsûsa tahrîr ve tastîr kılındı”.

27 Kasım 1853 günü; Karadeniz’de ki görevini tamamlayıp İstanbul’a dönen Yarbay Emin Bey, Kaid-i Zafer firkateyninin salimen Sinop limanında ve filonun kötü hava nedeniyle Sinop Limanında olduğunu bildirmişti.

27 Kasım (26 Safer)1853 günü; Düşman donamasının saldırısına açık olan Sinop limanından tahriratın ulaşmasını takiben toplu olarak Boğaz’a gelinmesini isteyen bu tahrirata ek olarak; yeni yazıda konuya biraz daha açıklık getirilmektedir. Bu tahriratta şöyle denilmekteydi;

Sinop’ta ki filoya; düşmanın bir baskın yapma olasılığı karşısında bu limanda kalmasının doğru olmayacağı, hemen hareketle topluca İstanbul boğazı önüne gelinerek burada beklenilmesi ve kötü hava ile karşılaşılacak olunursa Boğaza girilmesi bildirildikten sonra; herhangi bir Rus gemisi ile karşılaşıldığına dair şimdiye kadar bir haber alınmadığı, bunun Rusların harekatta bulunduğu bölgelerde gözükmeyerek selamet tarafının aranılmakta olduğunun anlaşıldığını, bundan dolayı hemen hareket olunması, bir kayba uğranılacak olursa bunun filo hakkında kötü sonuçlar doğuracağı ve filonun yönergeye uymayan hareketi hesabının dönüşte sorulacağı, ilave edildi.

Fakat savaştan dört gün önce yazılan bu tahriratlarını komutanların eline geçip geçmediği bilinmemektedir. 27 Kasım’da İstanbul’a dönen Kaim makam Emin Bey’in verdiği rapordan, Sinop’ta bulunan filonun emniyette olmadığı ve Kırım’ın yakınlığı dolayısıyla Rus gemilerinin rahatlıkla gidip geldiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Rus gemilerinin Sinop civarında ara sıra görüldükleri haberi alınmaktadır. Bu nedenle uygun bir hava bulup limandan çıkamadığı belirtilmekteydi. Bahriye Meclisinde yapılan toplantıyı takiben;

28 Kasım (27Safer) günü; Bâb-ı Âli’ye yazılan tahrirata, Karadeniz’de düşmandan barınılacak uygun limanların bulunmaması, yelkenli gemilerin kötü havalarda açılamamaları ve bu yüzden istenilen limanlara, hatta Boğaz’a girememeleri nedeniyle bundan böyle yelkenli sınıfındaki teknelerin yerine buharlı savaş gemilerinin yollanması kararı alındı. Karadeniz’e çıkarılacak olan dört buharlı gemiye diğerlerinin ilavesi ile bir filo kurulması ve süratle Sinop’a gönderilmesi kararlaştırılmış, Riştehane (halat yapım yeri) Nazırı Emekli Riyale (Koramiral) Hasan Paşa denizcilik bilgisi nedeniyle bu filoya komutan olarak atanmıştır.

Sinop’ta ki filoya yardım ederek limandan çıkartmak ve Karadeniz’de Karakol görevi yapacak gemiler şu vapurlardan oluşuyordu; Mecidiye, Persut, Şehper, Mecz-i Surûr, Fevz-i Bâri, Sâik-i Şadi, Savn-i Bâri. Top adedi az olan bu gemilerle kurulan hafif filonun nasıl hareket edeceğine dair emir hemen hazırlanış, ancak filonun hareketinden önce Sinop faciasının meydana gelmesi bu olumlu kararın uygulanmasına fırsat vermemiştir.

Görüşmeler sonucunda İstanbul’un korunması için bir filo hazırlanmış Erkan-ı harbiye Reisi Ahmet Paşa’ya bu konuyla ilgili bir de talimat gönderilmiştir. Bu talimata göre; filo gerekirse Rus donanması ile savaşa girebilecekti. Ancak Rus donanmasının üstünlüğü sezilirse savaştan kaçınılacaktır. Ayrıca filo komutanının emirlerine gemi kaptanlarının ve süvarilerin uyacaklarına dair uyarıda bulunulmuştur. Bundan başka kaptan Paşanın Rusya sahillerine kadar gidebileceği kaydı da bu yönergede yer almıştır. Yönergenin üzerimdeki mühürden, Kaptan-ı Derya Mahmut Paşa’nın da okuduğu anlaşılmaktadır. Talimatın tarihi ile Sinop deniz savaşı arasında sadece iki gün bulunması, talimatın filonun hareketinden sonra hazırlandığı veya Kaptan-ı Derya’ya sunulan nüshanın bu tarihi taşıdığı düşünülebilir.

Osmanlı filosu; Patrona Osman Paşa ve Riyale Hüseyin Paşaların Sancak gemileri merkezde dört gemi sağ kanatta dört gemi sol kanatta olacak şekilde ve Sinop limanının doğal yapısının da hilal şeklinde olması ile birlikte Türk denizciliğine has hilal şeklinde düzeni içinde on beş kulaç derinliğe (yaklaşık 28 metre) demirlemişlerdi. İki tabya arasında yer almışlardı. Doğuda, krokilerde 4 numara ile gösterilen zeytinlik mevkiindeki tabya (Rum Tabyaları) ve Batıda Kayseriye tabyası (Ermeni tabyası) 6 Numara ile gösterilmiştir. Doğu kanadında merkezden Doğu’ya doğru; Patrona Osman Paşa’nın sancak gemisi Avnillah II firkateyni, Necm-i Efşan korveti, Fevz-i Mabut korveti,  Fazlullah firkateyni ve Nesim-i Zafer II firkateyni Doğu kanadını oluşturuyordu. Avnillah II ve Nizamiye firkateynlerinin arkasında ve biraz gerisinde Ereğli ve Ta’if buharlı badıllı (Yandan çarklı) savaş gemileri yer alıyordu. Doğu kanadındaki top namlu sayısı yüz seksen sekiz adet idi. Bir borda da doksan dört namlu yer alıyordu. Ereğli Vapuru 4 adet top namlusu ile hilalin gerisinde ve ortasında savaşa katılıyordu. Batı kanadında, Merkezden Batı’ya doğru Riyale Hüseyin paşanın sancak gemisi; Nizamiye firkateyni,  Dimyat firkateyni (Mısır gemisi), Gül-i Sefid korveti, Kaid-i Zafer II firkateyni ve Navek-i Bahrî firkateyni toplam iki yüz yirmi top namlusu bulunuyordu. Bu kanatta bir bordaya yüz on namlu yer alıyordu. Türk gemilerindeki top namlu sayıları Ereğli vapuru ile 416 adeti buluyordu. Fakat demir üzerinde bulunduklarından ve hava durumu nedeniyle sancak bordo top namlularını kullanıyorlardı bu nedenle kullanılan namlu sayısı toplamı 208 idi. Top çapları küçük olduğundan 3kg, 8,5kg ve 14,5 kg ağırlığında gülleler atabiliyordu. Namluların bir kısmı Bronz olduğundan sadece taş gülle atabiliyordu. Bronz namlular çabuk ısındığından seri atış yapılamıyordu. Çelik döküm namlular ise som demir gülleler atıyordu. Bu gemi tiplerini, top namlu sayısı ve namlu çaplarını göz önüne alan Koramiral Nakhimov’da gemilerin yatış planına göre gemilerini tanzim etti. Doğu kanadına iki top güvertesine sahip kapak sınıfı her gemide seksen dört top namlusuna sahip iki kapak ve 120 toplu üç güverteli bir Kalyon ile, Riyale Hüseyin Paşa ve Osman paşanın gemilerini ateş altına alabileceği pozisyonda yerini almıştı. Batı kanadını Tuğamiral Novosilisky komutasındaki üç top güverteli her biri yüz yirmi toplu iki kalyon ve 84 toplu bir kapak sınıfı gemileriyle yerini aldı. O da Planlanan şekilde batı kanadındaki gemilerle 5 ve 6 no’lu bataryaları ateş altına almıştı. Bu altı birinci sınıf gemide toplam 612 top namlusu mevcut olup, İskele bordasındaki 306 top namlusunu kullanıyordu. Top çaplarının büyüklüğü 8,5 ile 50 kğ arasında değişen gülleler atıyordu. Rus Gemilerinde bulunan Paixhans top namlu ve mühimmatları 1840 yılında gemilere yerleştirilmeye başlamış obüs toplarının atası sayılmaktaydı ve ilk kez Sinop deniz savaşında kullanılmıştır. İçleri barut dolu güllelerin kullanılması, ahşap gemilerde parça tesiri ile ağır zayiata ve yüksek ateş gücü sayesinde yangına neden oluyordu.

Fazlullah firkateyni, 1820–1828 Osmanlı–Rus savaşında Ruslardan ele geçirilen REFAİL isimli gemiydi. Gemi ismini “Baş melek Refail” den alıyordu. Refail seyir esnasında yolunu kaybederek Osmanlı gemilerinin arasına düşmüş ve teslim olmuştu. Gemi Osmanlıların eline geçtiğinde Adını Fazlullah koydular; Fazlullah “Allah verdi” anlamına geliyordu.  Rus Çar’ı I. Nikola, “Refail Firkateyni derhal yakılmalıdır. Tekrar elimize düştüğünde Rus bayrağını taşımaya layık değildir”. Demişti. Çarın bu isteği 24 yıl sonra Sinop’ta yerine gelmişti. Dahası Osmanlı’nın eline geçen bu Firkateynin Komutan ve subaylarının rütbeleri sökülerek er olarak askerlikleri devam ettirilmiş, şerefsiz evlat yetiştirmemesi içinde gemi komutanının evlenmesi de yasaklanmıştı.

Bunlardan başka 4–5 kulaca demirlemiş bir İngiliz ve altı Türk nakliye gemisi ile çok sayıda kayık mevcuttu.

Görüldüğü gibi Patrona Osman Paşa gemilerini açığa (15 Kulaç derinliğe) demirlemekle kendine ve askerlerine olan güvenini ortaya koyarken kıyıya yakın demirlemiş nakliye gemilerini ve şehri korumaya amaçladığı düşünülebilir.. Osman Paşa’nın tahmin edemeyeceği durum ise; Rus filolarında kullanılacak olan cephaneydi. Ne gemilerin büyüklüğü ne de topların çapı onu korkutmuyordu. Fransız Askeri Mühendis ve General Henry Joseph PAİXHANS tarafında geliştirilen ve onun adıyla anılan, Osmanlı’nın Lumbara (yanıcı ve patlayıcı) dediği içleri barut dolu düştüğü yerde parçalanan ve yangına sebep olan güllelerdi. Bu gülleler ilk kez bir deniz savaşında kullanılmıştı.

Henry Joseph Paixhans ilk kez içleri boşaltılmış çelik gülleler geliştirdi. Bu gülleler namlularda yiv set olmadığından düz doğru yörüngede güvenli bir şekilde yüksek ateş gücüne sahip güllelerin atıldıktan sonra namludan çıkar çıkmaz patlamasını önlemek için ateşlemeyi geciktiren bir mekanizma geliştirdi. Gülleler ahşap gemilere karşı kullanıldığında yıkıcı oldu. İlk kez 1824 yılında denenmiştir. İlk Paixhans top namlu ve kundakları ile birlikte 10.000 pound  (4536 kg) ağırlığındaydı.

Gemilerin Adı

     SINIFI       

                                      

  BOYU

                             TOP sayısı   

                       PERSONEL                             SAYISI                   

                                    KOMUTANLARI

  NAVEK-İ BAHRİ

             FIRKATEYN

                

    41M

 54 TOP

  519 KİŞİ

  İMAMOĞLU ALİ BEY

  KAİD -İ ZAFER II

            FIRKATEYN

   

     42M

 48 TOP

  485 KİŞİ

  ETHEM BEY

 GÜL-İ SEFİD

 KORVET

   

    38 M

  24 TOP

 210 KİŞİ

  PEPE AZİZ BEY

 DİMYAT

            FİRKATEYN

    42 M

 44 TOP

 450 KİŞİ

  ARAP KADRİ BEY

  NİZÂMİYE

            FIRKATEYN

    52 M

 60 TOP

 684 KİŞİ

  AHMET ŞAHİN BEY

 AVNİLLAH II

            FIRKATEYN

    44 M

 44 TOP

 414 KİŞİ

 YARBAY ALİ MAHİR BEY

 NECM-İ EFŞÂN

 KORVET

    38 M

 24 TOP

 210 KİŞİ

 KAPTAN YUSUF BEY

 FEYZ-İ MA’BÛT

 KORVET

  39,5 M

 26 TOP

 228 KİŞİ

 KAPTAN İZZET BEY

 FAZLULLAH

           FIRKATEYN

    41 M

 42 TOP

 418 KİŞİ

 KAVAKLI AHMET BEY

 NESİM -İ ZAFER II

            FIRKATEYN

     42 M

 48 TOP

 485 KİŞİ

  Bnb. YALOVALI HASAN BEY

  TÂ’İF

            BUHARLI

    68 M

 16 TOP

 320 KİŞİ

  ARAP YAHYA BEY

  EREĞLİ

           BUHARLI

   40,5 M

  4 TOP

 150 KİŞİ

  HÜSEYİN BEY

Mürettebat sayısı (Ta’if hariç) 4253 kişidir; top namlu sayısı 416 adettir. Bir bordada 208 namlu    

28 Kasım 1853 günü; Koramiral Nakhimov’un beklediği gemilerin yelkenleri ufukta görünür. Gelenler Sivastopol’e gönderdiği gemiler değildir. Gelen filo Tuğamiral NOVOSİLSKY komutasında ki takviye filosuydu. Sinop açıklarında buluştular. Böylece üç kalyon, üç kapak, iki firkateyn ve bir brikten oluşan güçlü bir filo oluşturulmuştu.

                                                           

29 Kasım 1853 günü; Sancak gemisi İmparatoriçe Mariya’da bir toplantı düzenledi Koramiral Nakhimov, Tuğamiral Novosilsky, Kıdemli Yüzbaşı Konstantin Kuzminsky ve diğer gemi komutanları burada tartışılarak kabul edilen plana göre baskına üç kalyon, üç kapak sınıfı savaşa katılacak iki firkateynde liman ağzını tutarak ihtiyatta kalacaktı. Aynı gün Amiralin emri filoya duyuruldu. Verilen emir, Nakhimov’un yaveri tarafından okundu. Emir şu cümlelerle bitiyordu;    

“….Değişen durumlar hakkında ilk talimatların kendi işini bilen kumandanı zor durumda bırakabileceği konusundaki fikrimi söyleyeceğim. Bundan dolayı ben, hepinizin müstakil olarak, istediğiniz şekilde hareket etmenize müsaade ediyor, ancak vazifenizi mutlaka yerine getirmenizi istiyorum. Çünkü İmparator ve Rusya, Karadeniz filosundan zafer bekliyor. Bunu temin etmek bizim görevimizdir.”  Taarruz kararı  hurra” çığlıkları ile kutlandı.   

Rus yazarların 29 Kasım da yapılan toplantıyı şöyle anlatıyorlar; “Ertesi gün Nakhimov, gemilerin komutanlarını amiral gemisine ("İmparatoriçe Maria") davet etti ve onlara düşman filosuyla yapılacak savaşın planını anlattı. İki kolona halinde saldırmaya karar verildi: 1. sırada, düşmana en yakın, - Nakhimov'un gemileri, 2. sırada - Novosilsky; Fırkateynler, yelken altındaki düşman gemilerini izleyecekti. Çapaların, pürmeçeleri (gemiyi belirli bir pozisyonda tutmayı kolaylaştıran halatlar) düşmana mümkün olduğunca yakın, demirler ve pürmeçe halatlarının hazır olarak atılması emredildi. Konsolosluk binaları ve Sinop şehrinin haricinde sadece gemilere ve bataryalara (tabyalara) ateş açılacaktı”.  

Geçe, oldukça rüzgârlı karanlık ve sürekli yağmurluydu. Gece yarısından sonra rüzgâr durmuştu yağış devam ediyordu.                                                                           

RUS FİLOSU

 1-Tuğamiral Nakhimov’un Sancak gemisi; İmparatoriçe Mariya (İmperatriytsa Maria) 84 toplu İki  

     top güverteli Kalyon (kapak) sınıfı

 2- Grand Dük Konstantin (Veliky Knyaz Konstantin) 120 toplu, üç top güverteli kalyon sınıfı

 3- Chesma (Çeşme) 84 toplu iki top güverteli kalyon (kapak) sınıfı,

 4- Visamiral Novosilski’nin Sancak gemisi; Paris  (Parizh) 120 toplu Üç top güverteli Kalyon sınıfı

 5- Tri Sviatitelia (Üç Papazlar) 120 toplu, üç top güverteli kalyon sınıfı

 6- Rostislav 84 toplu, iki top güverteli kalyon (kapak) sınıfı,

 7- Kulevchi 60 toplu firkateyn Kulevchi

 8- Kagul (Cahul) 44 toplu firkateyn

 9- Kinez Birik (Filoda olmasına rağmen savaşa katıldığına dair bir bilgi mevcut değildir.)

Savaşa katılan sekiz gemideki muharip sınıf ve gemici sınıfının toplam mevcudu 10.000 kişinin üzerindeydi.

Rus filosunun Top çapları; 18, 24, 36, 52 ve 68 librelik gülle atan namlular bulunuyordu. Rus gemilerindeki top namluları; 8 kgr. ile 50 kgr. (Güllenin boş ağırlığı İçi barut ile dolu olduğunda çok daha ağır hale geliyordu.) değişen ağırlıkta içleri barut dolu gülleler atıyordu.

Rus gemilerinin toplam, top namlu sayısı 720 adetti ve bir borda da 360 namlu yer alıyordu. Üstelik ilk kez bir deniz savaşında kullanılan modern toplardı gülleler düştüğü yerde infilak ediyor yangın çıkarıyor ve parça tesiri yapıyordu. Bu gemilerin, üzerindeki top çapları ile mühimmatın teknolojik üstünlüklerinin yanı sıra insan gücü üstünlüğü yaklaşık Türk gemilerinin iki katıydı.

 On bir Osmanlı savaş gemisinin toplam top namlu sayısı 416 adetti. Rus yazarlar bu sayıyı 510 namlu olarak göstermektedir. Güney sahilindeki 6 bataryanın namlu sayısını da 38 olarak göstermektedirler. Bu bataryalardan 1 ve 2 nolu tabyalarda toplam 6 adet namlu vardı ve savaşa katılamadı. Burada Ta’if vapurunun top sayısı hariçtir). Yani bir bordaya 208 namlu düşüyordu. Bataryaların top sayısını 38 kabul etsek dahi 208+38= 248 namlu savaşa katılsa; iddia edilen sayıya ulaşamadığı görülmektedir. Üstelik çapları küçüktü. Bu namlulardan birçoğu bronzdu ve ancak taş gülleler çelik namlular ise çok eski ve som demir gülleler atabiliyordu. 11 geminin toplam mürettebat mevcudu; Topçular, gabyarlar, gemiciler, marangozlar, aşçılar, yamaklar, ateşçiler, hâce efendiler, subaylar, onbaşılar, çavuşlar, gemi imamları, bölük eminleri ve Muharip sınıf tüfekçiler (kara kuvvetlerinden alınan piyadeler, gemilerdeki mevcudun yarısını oluşturuyordu). Toplam mevcut İngiliz kaynaklarında 4253 Osmanlı kaynaklarında 4200 kişiden oluşuyordu.

(Osmanlı gemilerindeki top namluları; 3 kgr. ile 8.5 kgr. ve 14.5 kgr arasında değişen ağırlıkta som gülleler, veya taş gülleler atıyordu. Üstelik bronz namlular çok çabuk ısınıyordu ve soğutup tekrar doldurulması uzun zaman alıyordu). 

Bu savaşta, Nakhimov, Türkler için üç seçenek sunmuştu; ya yanarak, ya denizde boğularak, ya da ağır ateş altında parçalanan güllelerin yarattığı demir şarapnel yağmuru altında öleceklerdi.

30 Kasım 1853 Çarşamba günü; sabah ezanı ile kalkan, gemilerin mürettebatı sabah namazını kılmış, gemi imamlarının ve hâce Efendilerin yaklaşmakta olan savaşla ilgili vaazlarını dinlemiş ve peksimetlerini birkaç zeytinle yemişlerdi.

   O sabah hava puslu, deniz sakin ve rüzgâr yoktu. Sıkıntılı, soğuk bir hava fırtına öncesi sessizliği ortalığa hâkimdi. Mürettebat günlük işleri ile uğraşıyordu

Saat 07:00 de çıkan hafif poyraz (Kuzey doğu) rüzgârı soğuk ve beraberinde sulu sepken ile esmeye başladı. Bu kötü hava şartları yatay görüşü kısıtlıyordu.

Saat 10:30 da poyraz rüzgarının orta kuvvete çıkmasıyla, Ruslar sabırsızlıkla bekledikleri hava şartlarını yakalamıştı. Rus Sancak gemisi İmparatoriçe Mariya flamalar ile savaşa hazır ol, Sinop’a İleri işaretlerini veriyordu. Rus gemilerinde dualar ediliyordu.  

30 Kasım sabahı, karakol görevi Arap Yahya Beye verilmişti. Ta’if vapuru kazanlarını yakmış sitim tutmuştu. karakol görevi hazırlıkları tamamlanmış, Hava şartları nedeniyle görev emrinin verilmesini bekliyordu.                                        

Saat 12:00’ de Rus filosu iki kolona halinde Boz tepe burnunun güneyinden Sinop Limanına girdi. Poztepe burnunda bulunan 1 nolu tabyanın top menzili dışında ayrıca tabyanın top namluları doğu yönüne bakmaktaydı. Nakhimov bu nedenle limana güney doğu istikametinden girmişti. 2 nolu tabyaların da menzilleri dışındaydı. Osmanlı gemilerinin hilal şeklindeki pozisyonlarına karşı Türk filosuna yaklaşırken ücgen pozisyonu aldı. Böylelikle demir atıp önceden belirledikleri pozisyona hızla girmeyi ya da bu birinci sınıf gemileri gören Osman Paşa’nın sancağını indirip teslim olacağını düşünmüş olabilirdi.

 Saat 12:30’da Rus Amiral Nakhimov’un Sancak gemisi İmparoriçe Mariya, Riyale Bozca Adalı Hüseyin Paşa’nın Sancak gemisi Nizamiye firkateynine 300 m. ve Patrona Osman Paşa’nın Avnillah II firkateynine, 200 m. yaklaştı. Kont Amiral Novasilsky’nin Sancak gemisi Paris kalyonu da, Patrona Osman Paşa’nın Sancak gemisi Avnillah II firkateynine bir tüfek atımı yaklaşmıştı ki Riyale Hüseyin Paşa ateş emrini verdi.   

Ya Allah nidaları, atılan naralar, top seslerine karışmış ortalık cehenneme dönmüştü. Nizamiye II Firkateyninin sancak bordasındaki 30 top namlusu düşman gemisine gülle yağdırdı. Diğer Osmanlı gemileri de toplarını ateşlemişti. Rus gemileri Borda toplarını Osmanlı gemilerine çevirebilmek için hızla demir atıp demir zincirlerine vurdukları pürmeçe halatların yardımıyla geminin sancak tarafından pürmece çımasını gerdirerek borda bordaya gelmeye ve topçu düellosuna başlamak için çalışıyorlardı. Bu manevralar sırasında Osmanlı gemilerinden atılan gülleler düşman gemilerinin küpeştelerini parçalıyor, armalarını buduyordu. Osmanlı gemileri, ve tabyaları Müşavir Paşanın da belirttiği limana girerken ateş altına alınsaydı daha fazla hasara uğrayacakladı. Osmanlı topçusu geç ateş açmalarına rağmen Ruslar savaş düzenine girene kadar oldukça fazla hasar verebildi. Bu sırada oluşan yoğun barut dumanı görüşü engelledi Rus gemilerinden atılan ilk gülleler isabetsiz oldu küpeştelerin üzerinden geçti. Fakat rüzgar şiddetlenip dumanı dağıttıktan sonra Osmanlı filosu adeta bir metal yağmuruna tutuldu. Osmanlı filosundaki bazı gemiler 3 ya da 4 atıştan sonra üzerlerine yağan, düştüğü yerde infilak eden mühimmatlar nedeniyle toplarını tekrar dolduramamışlardı. Firkateynlerden birinde üç dört dakika içinde altı adet çelik ve birkaç bronz top namlusu parçalanmıştı.

Gemiler birbirine o kadar yaklaşmıştı ki atılan hiçbir gülle boşa gitmiyordu. Rus gemilerindeki toplar aslında daha modern, daha uzun menzilli ve mühimmatları yüksek tahrip gücüne sahipti.

Rus gemilerinin bu kadar yakına girmesi tabyalardan ve filonun kanatlarından ateş açılmaması Osman paşanın teslim bayrağı çekeceğini düşünmesine neden olmuş olabilir. Fakat Osmanlı gemilerinden ateş açılması aborda olmaktan son anda vazgeçtikleri izlenimi de uyandırmaktadır. Üstelik Rus kuvvetleri, Mürettebat olarak Osmanlı denizcilerin iki katından daha fazlaydı.

Ruslar limana girip savaşa başladıkları sırada Arap Yahya Bey demir almıştı. O sabah karakol görevi için kazanlarını yakmış stim tutmuştu. Rus donanmasının ateş açmasından önce gemilerde gözlemci olarak bulunan İngiliz subayları savaş alanından tahliye edebilmek için subaylar hızla bulundukları gemilerden filikalar ile Ta’if buharlı firkateynine gönderildi. Özellikle Rus yazarlar Ta’if buharlısının süvarisinin Adolphus Slade (Müşavir Paşa) olduğunu Ruslara karşı 30 dakika savaştığını da iddia ediyorlar. Tüm gemilerin imha edilmesi 30 dakika sürmüştü Ta’if savaş başladığında demir almamış olsaydı akıbeti diğer gemiler gibi olurdu. Ta’if vapurunun süvarisi Arap Yahya Bey, Osman Paşanın emriyle Osmanlı gemilerindeki İngiliz subayları alarak, Osmanlı filosunun arkasından geniş bir kavisle Güney yönünde, Gerze istikametine doğru uzaklaşmaya başladı. Ta’if bahsedilen rotayı izlemiştir; fakat Adolphus Slade Müşavir Paşa’nın Kendi hatıraları da dâhil savaş esnasında Sinop limanında olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur.

Fazlullah firkateyni komutanı Kavaklı Ahmet Bey gemisini terk etmişti.

İkinci kaptan gemi süvarisine ateş etmiş fakat vuramamıştı. Aynı anda Sinop Kaim makamı Öküzoğlu Hüseyin Bey’de Osman Paşanın savaşı limanda kabul edeceğini öğrendiği günden sonra önceden toparladığı eşyaları ve mahiyeti, Rus gemilerinin limana girmesi ile birlikte Kum kapıdan Sinop surlarının dışına kaçmıştı. Kaim makamın kaçtığını gören halk da onunla birlikte Sinop’u terk etmişti. Bu durum sivil kaybının önüne geçmişti.

Rusların savaş düzenine girmeye çalıştığı bu esnada Ta’if buharlı firkateyninin Osmanlı filosunun arkasından Güneye doğru kaçtığını gören, Kazul ve Kulevchi firkateynleri takibe koyuldu iseler de Ta’if daha süratli olduğu ve rüzgâr üzerine gittiği için bu kabasorta tam yelken donanımlı gemilerin takip etme şansları yoktu. Firkateynlerin takibinden kurtulan ve Gerze önlerine uzanan geniş bir kavis çizen Ta’if Buharlı gemisi Rotasını tekrar batıya çevirdi.

Saat 13.00’de Rüzgâr yön değiştirdi ve Keşişleme ’den (Güneydoğu) saat 17.00’ye kadar esti.

Toplam sekiz gemi ya batmış ya da karaya vurmuştu. Bu üç geminin üzerlerine 30 dakika daha liman ağzındaki firkateynlerinde katılımıyla 360 top namlusu 13.30’a kadar ölüm kusmuştu. Her isabet eden gülle İmamoğlu Ali Bey’in denizcilerinden birkaçını şehit ediyordu.

Liman ağzını tutan firkateynlerin kendine doğru manevra yaptığını gören İmamoğlu Binbaşı Ali Bey Gemisinin havaya uçurulması emrini verdi. Verdiği emrin yerine getirilmediğini gören Ali Bey Gemisinin düşman eline geçmesine müsaade edemezdi. Mürettebatına gemiyi terk emri verdi. Mürettebatın gemiyi terk etmesini sağladıktan sonra cephaneliğe yanan bir paçavra fırlattı, Adamlarının çoğu şehit olmuş kalanların da çoğu yaralanmıştı. Kendisine rampa edecek Rus kuvvetleri ile savaşabilecek sayıda mürettebatı kalmamıştı. Adamlarının bütün ısrarlarına rağmen de gemisini terk etmedi. Onlara; “Sizler vazifenizi sonuna kadar layığı ile yaptınız gitmekte serbestsiniz. Ama benim vazifem henüz bitmiş değildir. Bir gemi kumandanı şartlar ne olursa olsun gemisini terk etmez. Ancak gemisi ile mukadderat birliği yaptığı takdirde vazifesini bitirmiş olur.” Demişti.

Cephaneliğin infilak etmesiyle gemi bir enkaz halinde havaya yükseldi ve bu büyük kahramanın vücudu ile birlikte toz haline gelip Karadeniz’in soğuk sularına serpildi. Gemi enkazı bugün DSI dinlenme tesislerinin önünde on dört metre derinliktedir.

Akşamüstü saat 15.00 civarında Boztepe Burnu açıklarına ulaşan Ta’if, Prens Mençikov tarafından takviye olarak yolanmış olan Visamiral Aleksiyeviç Kornilof’un içinde bulunduğu Odesa (Odessa), Kırım (Krym) ve Kersones (Khersones) isimli üç buharlı Rus gemileri ile Sinop Boztepe Burnu’nun en doğu ucunda karşılaştılar. Ta’if İnce Buruna doğru yoluna devam ederken Rus Buharlı gemileri dönüp peşine takıldılar. Takip Sinop yarımadasının kuzey kıyılarına kadar takriben bugünkü stadyum önlerine kadar devam etti. (saatler ve izlenilen yol Rusların hazırladığı krokilerden alınmıştır.) Bir buçuk saat süren bir topçu düellosunun ardından hızı sayesinde bu gemilerin takibinden de kurtuldu. Ta’if 9 Knot hız yapıyordu. Ayrıca üç direkli ve uskuna yelken donanımlı bir gemiydi. Osmanlı ve İngiliz kaynaklarında İnsan kaybına dair bir bilgi yoktur. Ayrıca gemi komutanı Arap Yahya beydi. Sadece Osmanlı filosuna ait gemilerde İngiliz subayların bulunduğuna dair kanıtlar mevcuttur.

Artık savaş meydanında iki Türk gemisi kalmıştı. Buna rağmen Osman Paşa teslim olmayı aklından bile geçirmiyordu ve sancağını indirmiyordu. Adeta yaralı bir aslan gibi arada bir kükrüyor düşmanına direniyordu. Cephanelikten barut taşıyacak mürettebatı kalmadığından cılız da olsa top atışını sürdürüyorlardı. Bir yandan da yangınla baş etmeye çalışıyorlardı.

Kısa bir müddet sonra bu iki Türk gemisi de ateş kesmek zorunda kalmışlardı. Ruslar karşı koyacak kimsenin kalmadığından emin olduktan sonra demir zincirleri kesilmiş başıboş bir şekilde sürüklenen Avnillah II firkateyni ’ne bugün Mobil plajı olarak anılan mevkide ve savaşın ilk 20’nci dakikası sonunda Güney’e sürüklenen Nesim-i Zafer firkateynlerine rampa ederek aborda oldular. Rus firkateynleri iki geminin toplam personeli olan 899 kişiden geriye, vücutlarının muhtelif yerlerinden yaralı Patrona Osman Paşa, Avnillah II’nin kaptanı Yarbay Ali Mahir Bey, Nesim-i Zafer’in kaptanı Binbaşı Yalovalı Hasan Bey, Üsteğmen Halil Bey olmak üzere iki geminin toplam mevcudundan geriye kalan 125 Türk denizcisini de esir aldılar. Bu kahraman denizcileri esir alan Ruslar, Avnillah II firkateynini tutan ipleri kestiklerinde Avnillah II eski mobil tesislerin önünde sulara gömüldü, 23 metre derinliktedir. Bugün bu gemiden geriye birkaç tahta parçası kalmıştır.

Daha önce suya indirdikleri asker dolu filikalarda ki Rus denizciler; Denize dökülmüş yüzme bilmeyen gemi enkazlarından arda kalan ahşap parçalarına tutunarak kurtulmaya çalışan yaralı Türk denizcilerini kanca ve balyozlarla parçalıyor ya da üzerlerine yanıcı maddeler döküp yakıyorlardı. Uzaktakilere tüfek ve toplarıyla ateş edip şehit etmişlerdi.  Limanda bulunan nakliye gemileri, balıkçı teknelerine kadar ne varsa hepsini yok edebilmek için gülle yağdırdılar Bir takım nakliye gemileri gümrük iskelesine çok yakın yerde battılar.    

Nesim-i zafer firkateynini zaferlerinin anısına Sivastopol’e götürmek için alı koydular. Top namlularını Sinop’a çeviren Ruslar şehri saat 16.30 kadar topa tutular. Büyük Dük Konstantin kalyonu dört buçuk saat boyunca şehre 2602 gülle atmıştır.  Şehri yakıp yıktılar. 5 ve 6 numaralı tabyalar 14.30’a kadar Ruslara karşı koydular. Ruslar Rum tabyaları olarak bilinen Rum köylerine yakın tabyaları da tahrip ettiler. Rus kalyonları armaları budandığı için seyir kabiliyetlerini yitirmişlerdi. Hasarları vardı su almaya başlamışlardı. Nakhimov’un İmparatoriçe Marya kalyonuna 84 delik, Tri Siviatitelia kalyonunun bordasında 50 delik açılmış, direkleri tamamen kırılmıştı. Büyük Dük Konstantin kalyonunun tüm direkleri kırılmış bordasında 30 delik açılmıştı. Paris Kalyonunda ise 16 delik açılmıştı. Bu kalyonda bir ara yangın çıkmış fakat söndürülmüştü. Bu Rus gemileri oldukça ağır hasarlıydı. Rus gemileri filikalarının yardımıyla Sinop Kalesinden 6–7 deniz mili uzağa Demirci Köy açıklarına çekildiler  

Sinop Limanında ki savaşta buharlı İngiliz nakliye gemisi yakılmış ve mürettebatından bir denizci hayatını kaybetmişti. Bu gemi balıkçı barınağının çıkışının güneyinde batmıştı. Bu geminin biraz daha doğusunda bir Türk nakliye gemisi batmıştır. Gümrük iskelesi karşısında Barınağın içinde nakliye, balıkçı tekneleri ve çok sayıda kayık yanıp batmıştır. Günümüzde (SKY) yelken Kulübü’nün açığında da bir nakliye gemisi yanarak batmıştır.  

Ta’if Ayancık önlerine geldiğinde geçenin karanlığı iyice çökmüştü. Sinop’un alevleri hala gökyüzüne yansıyordu. Dehşet verici bu görüntü uzunca bir süre arkalarında kıpkırmızı bir gölge gibi Ta’if’i takip etti. Ta’if’i elinden kaçıran Amiral Kornilof Rotasını tekrar Sinop Limanına çevirdiği buharlı gemileri ile Sinop Limana girdiğinde Sinop’un alevleri gökyüzüne uzanıyordu ve denizi aydınlatıyordu. Osmanlı donanmasından geriye sadece suyun üzerinde yanan enkaz parçaları ve şehitlerin cansız bedenleri yüzüyordu. Karadeniz filoları komutanı Kornilof savaştan sonra gemilerini Sinop ile Gerze arasında kalan Demirci Köyü açıklarına filikaları ile çektirip 35 ile 40 metre arasında bir derinliğe demirleyen Amiral Nakhimov’un filosunun yanına gitti. Bu başarılarından ötürü Paris Kalyonuna çıkarak Nakhimov’u tebrik etti.

Saat 17.00’de rüzgâr yeniden yön değiştirmiş ve saat 21.00 kadar gündoğusundan esmiş ve bu saatten sonra tamamen sakinlemişti.

1 Aralık 1853 günü; Rus gemilerinin onarımı devam ederken, Sinoplu Rumlar, Karakum mevkiinde eski Rum Köyü; günümüzde özel idare tesislerinin olduğu Nisi köyünde Rum asıllı deniz asteğmeni Manto’nun yanında toplanmış ve ondan kendilerinin de Rusya’ya götürülmelerini Talep etmişlerdi. Gerekçe olarak da Türklerin onlara saldıracağından korkuyorlardı. Manto kendisinin bu konuda bir şey söylemeye yetkili olmadığını Amiral Nakhimov ile görüşmelerini ve ayrıca Türklere karşı silahlanmalarını da tavsiye etti. Rumlar seçtikleri bir heyeti Nakhimov’la görüşmeleri için İmparatoriçe Maria Kalyonu’na gönderdiler. Kendisini ziyaret eden Rum Heyetinin heyecanla anlattıkları sakince dinledi. Nakhimov “kendisinin burada Türk filosu ile savaşmak için komutanlık yaptığını, buradan Rusya’ya, Sultan’ın tabiiyetindeki birkaç bin kişiyi götürmenin mümkün olamayacağını, eğer bunu yaparsa Rusya’nın bu hareketi dolayısıyla büyük siyasi güçler tarafından tehdit edileceğini” söyleyerek onları Sinop’ta kalmaya ikna etmiş ve kendilerini korumak için silahlanmalarını tavsiye etmişti.  

1–2 Aralık 1853 günlerinde; Ruslar, Sinop limanında gemilerini alelacele onarıp, ağır hasarlı kalyonları Buharlı firkateynler ile yedeklediler, biran önce buradan uzaklaşmak istiyorlardı. Osmanlı kalyonları her an gelebileceği endişesi taşıyorlardı. Çünkü Ta’if vapurunun Osmanlı filosundan ayrılmasını Ruslar, Osman Paşa’nın, yardım çağrısı için gönderdiğini düşünmelerine neden olmuştu.

Sivastopol’e götürmeyi düşündükleri Nesim-i Zafer Firkateyninin çok su alması, top güvertelerinin çökmüş, bordalarının dağılmış olması götürme fikrinden vazgeçmelerine neden oldu. Onları yavaşlatabilirdi. Firkateyni çektikleri mevkii de batırdılar. Bu gün Demirci köy mevkiinde 37 metre derinlikte yatmaktadır. 

2 Aralık 1853 günü; Ta’if İstanbul’a ulaşmış ve Sinop faciasının haberini vermişti. Durum Padişah Abdülmecid’e arz edilirken Dolmabahçe Sarayından penceresinden Ta’if buharlı gemisini seyreden padişah; “Keşke o da gelmeseydi, Sinop’ta dövüşerek batsaydı.” Diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir. Daha sonra Arap Yahya Bey Divan-ı Harbe verildi ve askerlikten atıldı.

Savaştan sonra Müşavir Paşa üzüntüsünü şu sözlerle ifade edip gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştu.

“…Kaptan-ı Derya Mahmut Paşa’nın, birinci sınıf savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkmasını İngiliz elçisinin önlediği beyanını inanmadan dinlemiştim, fakat mavi kitap tarafından doğrulandı”.  

Mavi kitap, İngiliz parlamentosu tarafından yayınlanan Parlamento tutanakları ve diğer devlet yazışmalarının yer aldığı kitaba verilen isimdi.

Bu kitap yayınlandığı zaman Lort Stratford de Redciliffe kendini mazur göstermek için, bu gemilerin hareketini İngiliz Amiral Dundas ile Fransız Amiral Hamelin’in tavsiyeleri üzerine veto ettiğini söyledi. Buna karşı hayretle böyle bir konuda yerel koşulları ve durumu bilmeyen adamların sözüne neden güvendiği sorulduğunda, bana da, bu zatlara hükümetleri tarafından verilmiş olan rütbeler ve komuta yetkisinin kendisine başka seçenek bırakmadığı cevabını verdi.  

Sinop’tan gelen bu açı habere en çok sevinen, İngiliz elçi Lort Stratford de Redcliffe olmuştu. Çünkü bu savaşın baş mimarıydı.

İşin başından beri anlaşma sağlanmaması için her türlü entrikayı çevirmişti. Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa’nın da içinde yer aldığı savaşın planlarını yapmaya başlamıştı. İşte o günlerde Karadeniz’e bir filonun gönderileceği haberini almış, o da Osmanlı devlet adamları yanında ki itibarı sayesinde birinci sınıf gemilerden oluşan filo yerine hafif teknelerden oluşan bir filo gönderilmesini sağlamıştı. Amacı; bu hafif filonun, üstün Rus gemileri karşısında alacağı muhtemel bir yenilgiyi gerekçe olarak kullanıp İngiltere ve Fransa’nın da savaşa girmelerine zemin hazırlamaktı. Amcası Navarin Baskını ve Yunan Devletinin kurulmasını sağlarken, Osmanlı Devleti içindeki İngilizler ve İngiltere devleti lehine menfaatler sağlayan Yeğen Caning 50 yıllık süre içinde Lort unvanı ile ödüllendirilmişti. Ülkesine başarıyla hizmet etmişti Navarin’de olduğu gibi burada da hatayı Osmanlı Devletine yıkmış istediğini elde etmişti. Navarin de Dünyanın üçüncü büyük donanması yok edilmiş, sonrasında Batılıların kullanabileceği bir hain hazırdı. Bu hain Balta Limanı anlaşması ile Osmanlı ekonomisi yok etmiş, İngilizler tarafından Tanzimat Fermanı dikte ettirilmiş, Mısır valisi Mehmet Ali paşanın İngiltere için tehlikesini ortadan kaldırılmıştı. Mısır sanayisi ve Avrupa standartlarında eğitilmiş kendini kanıtlamış ordusu çökertilmişti. Üstelik bunun için Osmanlı ordusu kullanılmıştı. Şimdi Doğu Akdeniz’de Rus tehlikesi başlamak üzereydi ve donanması yok edilmeliydi. Osmanlı da Rusya da ağır darbe almıştı. Böylece İngiltere amacına ulaşmış Osmanlı ve Mısır İngiltere’nin gizli sömürgesi haline dönüştürülmüştü. Doğu Akdeniz kontrol altına alınmıştı. Artık Mısır ve Hindistan yolu İngiltere için açılmıştı.

3 Kasım günlerinde; Mösyö Pizzani’den aldığı Tarabya kaynaklı ve 5 Kasım da İngiliz elçisi Lort Stratford tarafından İngiltere Hariciye Nazırlığına yazılan Beyoğlu kaynaklı gönderdiği mektup metni bu anlatılanların kanıtı niteliğindedir.

Sinop faciasını duyduğunda; ”Şükürler olsun harp başlıyor.” Sözüyle sevincini belirtmişti.

3 Aralık 1853 günü; Sinop faciasının meydana gelmesinden sonra düzenlenen toplantıda durumu incelemek, yardım ve yaralıların İstanbul’a getirilmesi için Sinop’a kimin gideceği konusu görüşüldüğü sırada Müşavir Paşa bu göreve hazır olduğunu Kaptan-ı Derya’ya bildirdi. Kaptanı derya onun yalnız gitmesinin uygun olmayacağını, bu nedenle İngiliz ve Fransız elçileriyle görüşerek biri Türk, biri Fransız ve biri de İngiliz vapuru olmak üzere üç vapurla gidilmesinin daha uygun olacağını söyledi.

Bu görüşmeden sonra harekete geçen Müşavir Paşa, İngiliz ve Fransız elçilerini kendi donanma komutanları ile birlikte Sinop meselesini konuşurlarken bulmuştu. Onlara toplantı da görüşülenleri anlatı. Ancak Fransız elçi, savaşta böyle şeylerin normal olduğunu söylerken, İngiliz elçi birkaç gün önceye kadar Karadeniz’de bir Türk filosunun bulunduğundan haberi bile olmadığını belirtti. Kayıtsızlıklarını göstermişlerdi. Amirallerde bunu bilmediklerini ifade etmişlerdi. Bununla birlikte yapılan görüşmenin sonunda, elçiler başka felaketlerin olmasından korktukları için Türk vapurlarının Sinop’a yalnız gitmelerini uygun bulmadıkları gibi oraya gönderilecek gemilerin içinde bir Türk gemisinin bulunmasının ve onlarla beraber bir Türk sancağının görünmesinin kendi hükümetlerini de zor durumda bırakacağınından çekindiklerini beyan edip karşı çıktılar. Hatta İngiliz elçisi, bir Türk deniz subayının İngiliz vapurunda bulunmasına dahi itiraz ederken, Fransız elçisi Lord Stratford’un endişelerini yersiz bulmuş ve bir Türk subayının kendilerine çok faydalı hizmetlerde bulunabileceğini belirterek, İngiliz elçisini bu görüşünden vaz geçirmiştir. Ancak Lord, şayet Ruslar Hala Sinop’ta iseler, Türk subayının başındaki fesi göstermemesini ve yanındaki adamlarının da ortada dolaşmamalarını şart koştu. Müşavir Paşa, Sinop’ta hiçbir şeyin bulunamayacağı ihtimali hatırlatarak, vapurlarda fazla cerrah ve tıbbi malzemenin de gönderilmesini söylemiş, onlarda bu isteği yerinde bulmuşlardır.

Subay ve erlerin durumlarını kontrol etmek üzere İstanbul’dan Yâver Besim Efendi’nin gönderildiği Kaputanlık Makamı’ndan Bâb-ı Âli’ye yazılan arz tezkiresinden anlaşılmaktadır.

4 Aralık 1853 günü; Sinop faciasın duyulmasından iki gün sonra Mustafa Reşit Paşa, İngiliz ve Fransız elçilerine,verdiği nota da;

“İngiltere ve Fransa donanmalarının Boğaziçinde bulunmaları ve Devlet-i Âliyye’nin memâlik-i sâhiliyyesini muhâfaza niyyet-i hâlisesiyle olup şimdi Rusya kuvve-i bahriyyesinin şu hareketi ise gözüne kesdireceği mahallere tasallut edeceğine delâlet eder bir keyfiyyet olarak bu kadar sevâhil-i vesi’anın himâyesi dahi derece-i kifâyede kuvve-i bahriyyenin Bahr-i Siyâhda bulunmasına mütevakkıf olduğundan ve saltanat-ı Seniyye her ne kadar kendi donanmasını Bahr-ı Siyâha çıkarmak niyyetinde ise de işbu Sinop vak’ası sebebiyle gidecek kuvve-i bahriyye kifâyet rütbesinde olmıyacağından iki devlet-i müttefikanın himmet-i fi-iliyesine mürac’at lâzım gelmiş olmağla bu keyfiyetin Fransa devleti sefâretine bildirildiği misillü taraf-ı asilânelerine dahi beyânı zaten derkâr olan ihtirâmat-ı faikamın te’yidine zeria ittihaz olundu”.

Fransız ve ingiliz donanmalarının  Boğaziçi’nde bulunmalarının samimi maksadının Türk kıyılarını korumak olduğu belirtilerek müttefiklerin Etkin caba göstermeleri arzusunda olduğunu bildirir.

4 Aralık 1853 günü; dört buharlı gemi ile Karadeniz’e çıkma emri almış olan Riştahane Nazırı Emekli Riyale Hasan Paşa’nın görevi iptal edildi. Bu göreve gerek kalmamıştı. Bu filonun yerine; 4 Aralık 1853 günü Adolphus Slade Müşavir Paşa’nın da içinde bulunduğu İngilizlerin RETREBÜTİON, Fransızların MAGODOR isimli buharlı firkateynleri Sinop’a hareket etti. Önceki fırtınanın da etkisiyle  elli saat süren zorlu bir yolculuktan sonra gemiler  Sinop limanına demir atmıştı.    

9 Aralık 1853 günü; “Allah yaralılara acıdı, onlara rüzgarsız bir hava, dalgasız bir deniz verdi. Sallanmadan istanbul’a geldik. Retribution ve Magador Tophane önüne vardıkları zaman, hükümetten bir haber geldi: Halkın görmemesi için karanlık basıncaya kadar yaralılar gemilerden çıkarılmayacaktı”.

Sinop Mahalli Meclisince Hazırlanan mazbatada, Yaralı sayısı yüz elli gösterilirken İstanbul’a gelen bu vapurlarda getirilen sağlam ve yaralı asker sayısı, Kaputanluk Makamınca hazırlanıp Sadaret Makamı’na sunulan ve bu makamca da bir takrir eklenerek Padişaha arzedilen pusulada, altmış ikisi nefer olmak üzere toplam doksan üç kişi olduğu kaydedilmekte, yüz sekiz kişininde hastahanede olduğu belirtilmektedir.

Daha sonra Müşavir Paşa Hariciye Nezaretine çağırılmış ve orada bulunan Devlet adamlarına Sinop’taki durum hakkında bilgi vermesi istenmiştir.

Müşavir Paşa yaralılarla birlikte Sinop’tan döndüğünde savaşın ayrıntılarını anlatması için saraya çağırıldığında; olayın ilgisizce dinlendiğini ve Öküzoğlu Hüseyin Bey’in kaçışından söz ettiğinde ise “eski Türk ruhunun kıvılcımı parlayıverdi” demektedir. Bunun sebebinin; Öküzoğlu Hüseyin Bey’in evvelce Reşit paşanın konağında hizmet etmiş bir adam olduğundan, Mustafa Reşit Paşa, Hüseyin Bey’i mazur göstermeye çalıştı, naifçe: “Ne yapsın, top güllelerinin önünde duramazdı  ya!” dedi. Bu söze Giritli Mustafa Naili Paşa’nın çok anlamlı ve hiddetli bakışı cevap vermişti. O sırada Mustafa Reşit Paşa, buna dikkat etmez gibi göründüyse de bunu unutmadı. 

Rusya’nın yayılma siyaseti, Rusların Akdeniz’e inmesi ve Hindistan yolunu kesmesi anlamına geliyordu. Lort J. Russel, Kırım savaşı öncesinde şu açıklamayı yapmıştı; “Rusya’yı şimdi Tuna kıyılarında durduramazsak, günün birinde İndus kıyılarında durdurmak zorunda kalacağız.”  İngiltere’nin İstanbul elçisi Lort Stratford de Redcliffe’de aynı düşüncedeydi.

KAYIPLARIMIZ

Dört bin iki yüz kişilik filo mensubundan 2800 kişi şehit düşmüştür. (Birkaç kaynak bu rakamı verirken diğer birkaç kaynak çelişkili rakamlar vermektedir). Ağır yaralı sayısı 556 kişidir. Gemi mürettebatlarının toplam sayısı da İngiliz arşivine göre 4258 kişi olduğunu doğrulamaktadır. Bu filoya ait olup 17 Kasım günü Rusların eline geçen Pervazi Bahri gemisinin mürettebat sayısı da eklendiğinde Toplam mürettebat 4418 kişiye ulaşmaktadır. Şehitlerin içinde; savaşın ertesi günü cesedi denizde bulunan ve başına bir gülle isabet ettiği anlaşılan Riyale Bozca Adalı Hüseyin Paşa. Nizamiye Firkateyni komutanı Ahmet Şahin Bey, Dimyat Firkateyni Komutanı Arap Kadri Bey, Navek-i Bahri Firkateyni Komutanı İmamoğlu Binbaşı Ali Bey, Feyzi Mabut Korveti komutanı Pepe Aziz Bey. On bir gemi imamından beşi şehitlerin arasında idi. İstanbul’a ulaşan yaralı gaziler; defter diye adlandırılan listeden kurtulan subayların hangi gemiye mensup oldukları, hâce efendiler, çavuşlar, bölük eminleri, onbaşılar, Topçular, ateşçiler, kömürcüler, mühendisler, hekimler, imamlar ve 628 muharip asker ki tamamı 958 kişi tutmaktadır. 13 subay 120 er Sinop’ta kalmış, 3 subay 700 er Anadolu içlerine çekilmiştir.

ŞEHİRDE MEYDANA GELEN ZARARLAR

Gemiler arasında savaş devam ederken Rus gemileri bir yandan da Sinop’u top atışına tutuyorlardı. Bu yüzden Müslümanlardan beş kişi şehit oldu. Hıristiyan Reayadan da on altısı hayatını kaybetti. Avusturya Konsolosluğu’nda görevli bir Rum hizmetkâr da atılan Rus güllesinin isabetiyle ikiye bölünerek hayatını kaybedenler arasındaydı. Osman Paşanın savaşı Sinop limanında yapacağını öğrenen Öküzoğlu Hüseyin Bey Yükte hafif pahada ağır değerli eşyalarını hazır edip Rus gemilerinin Limana girmesiyle atına binip mahiyeti ile birlikte Kum kapıdan çıkarak şehri terk etti. Halkın Sinop Kaimmakamı Öküzoğlu Hüseyin Bey’in peşine takılıp şehri terk etmesi Sivil kaybını azaltmıştı. Şehirde 7 mescit, 2 mektep, 170 dükkân, 247 ev, 50 Hıristiyan dükkânı, 40–50 Hıristiyan evi yanmıştır. Bu veriler Sinop Mahalli Meclisi’nin hazırlamış olduğu mazbatadan alınmıştır. Rusların şehre attığı gülleler (Lombaralar) yangına sebebiyet veriyor evler ve dükkânlar bitişik olduğundan yangın kolayca yayılıyordu. Rum Mahallesi Sinop kalesinin doğusunda yer alıyordu. Evler geniş bahçeler içinde olduğundan ancak gülle isabet eden evler harap oluyor ve yanıyordu. Eskiden Ortodoks kilisesi olan bina, cumhuriyet döneminde sinema ve günümüzde Halk Eğitim Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır. Bu kilisede isabet alıp yanmıştı. (29 Mart 1854 yılında Sinop’a tayin edilen yeni Kaimmakam İsmail Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği raporda 259 ev, 224 dükkân olarak gösterilmiştir). Bu acı olay ülkeyi mateme boğarken, her üzücü olayda olduğu gibi derhal felaketzedelerin imdadına koşuldu. Hem devlet hem de halk tarafından Nakdi olmak üzere çeşitli yardımlar yapılmıştır. Ev ve dükkânları yananlara Kastamonu mal sandığından hazineye mahsuben 400 kese akçe nakdi yardımda bulunulması emredildi. Halk tarafından da 91.733 Krş. nakdî yardım toplanarak Sinop’a gönderilmiştir. Ayrıca üç yıllık vergi affı tutarı 119.290 krş. Padişahın da onayı ile af edilmiştir. Rus güllelerinden kısmen zarar gören 1854 yılı Mart ayında Alâeddin camiinin tamiri için 3.184 krş, tamamen yanan Rum Ortodoks kilisesinin yapımı için 15.000 Krş devlet yardımı yapıldı. Bundan başka; şehit ailelerine ve harp malulü gazilere emekli aylığı bağlandı. Savaşta Sinop’un çok büyük tahribata uğradığı ve uzun süre eski canlılığını kazanamadığını Avrupalı yazarların yanı sıra Rus Yazarlar tarafından da itiraf edilmiştir. Örneğin; savaştan önce şehri ziyaret eden Humpary Sandwith; “Sinop’u ilk gördüğüm de modern trajedi oynanmamıştı. Diğer sefer manzara dehşet vericiydi. Yanan ve batan gemilerin enkazı hala görülüyordu” demişti.

RUSLARIN KAYIPLARI

Rusların Büyük Dük Konstantin Kalyonu ağır yara aldı ve direklerini kaybetti, Kapak Sınıfı İmparatoriçe Maria’da ciddi hasar gördü. Tri Sviyatitel Kalyonu Çapa zinciri kesildiği için Mevkiini koruyamadı ve kıç tarafı Osmanlı kıyı (5 nolu) tabyalarına döndü kıyıdan atılan gülleler ve Türk gemilerinden atılan gülleler geminin üç direğini de budadı. Paris kalyonu da epey isabet aldı o da direklerini kaybetti. Diğer gemilerde bu kadar büyük hasar oluşmamıştı. Onlarında da armaları budanmıştı. Akşam saatlerinde gemilerini filikaların yedeğinde bugünkü Demirci Köy açıklarına çektiler Sinop kalesinden altı yedi mil uzaklaştılar. Gemileri su alıyordu. Hızla onarıma başladılar.

 2 Aralık akşam saatlerine kadar onarıma devam ettiler. Visamiral Nakhimov elinden kaçırdığı Ta’if vapurunun yardım istemeye gittiğini zannediyordu. Bu nedenle bir an önce Sinop’tan ayrılmak istiyordu.  İnsan kaybının azlığı da Rus gemileri Filikalarını Boztepe açığında asker yüklü olarak indirmişlerdi. Ayrıca Topçu düellosu sırasında Topçuların dışındaki gabyarlar ve diğer personellide alt güverteye indirmişlerdi. Türk gemileri Rus topçuları atışa başladıktan sonra 3 ya da 4 atıştan sonra toplarını kullanamamış yangınla uğraşmak zorunda kalmıştı. 30 dk süren bu savaşta bile Rus gemilerine hasar vermeyi başarmışlardı. Sinop limanından ayrılan Rus Kalyonları oldukça fazla zarar görmelerine rağmen Buharlı gemilerin yedeğinde Sivastopol’e doğru çekilmeye başladı. Fakat bir mil sonra İmparatoriçe Mariya kalyonu yeniden su almaya başlamıştı. Tekrar onarılması için geride bırakıldı. Bu arada onarım görmüş diğer gemilerinde durumu da pekiyi değildi. Visamiral Nakhimov, Amiral Kornilof’u Zaferi müjdelemesi ve hem de bu hasarlı filoya acil yardım getirebilmesi için Odesa vapuru ile gönderdi. Geride bırakılan İmparatoriçe Mariya kalyonu onarımını tamamlayıp yavaş ilerlemekte olan filoya Sivastopol’den gönderilen Buharlı ve padıllı Bogatyr firkateyninin yedeğinde 4 Aralık’ta Sivastopol önlerinde yetişebilmiştir.

Kırım savaşı başladığında bu hasarlı gemilerin topları sökülüp kara bataryalarına konulmuş ve gemiler de Sivastopol liman ağzında batırılıp müttefik gemilerinin içeri girmesi engellenmişti

Amiral Nakhimov daha yolda iken yazdığı mektubunda; “Ekselanslarının Karadeniz Filosuna verdiği emrin muvafakatiyle icra edildiğini, Türk filosunun imha edilerek kumandanının yaralı olarak esir alındığını belirtmiş ve savaşta; bir subay, 33 denizcinin kaybedildiğini, 230 yaralının bulunduğunu bildirmişti”.

Sinop’ta ki Katliam Rusya’da büyük coşku ile karşılanmış St. Petersburg’da düzenlenen ayin ve ihtişamlı bir törenle kutlanmıştı.

Nakhimof Visamiral rütbesinden, Koramiral rütbesine terfi ettirilip, üçüncü derece Georgiyev nişanı ile ödüllendirilirken, Novasilski Viceamiral rütbesi, İstomin’e Kontamiral rütbesi verildi, Çar’a zafer haberini getiren yüzbaşı yarbaylığa terfi ettirilirken diğer subaylarda terfi ettirildi. Savaşta yararlıkları görülenler için özel madalya çıkartıldı. Ayrıca bine yakın şiir yazılmış, başkent tiyatrolarında Sinop piyesi oynatılmıştır.

Rus Prensi ve Baltık Donanma Komutanı Mençikov’un Çar’a yazdığı mektupta;

“İmparatorumuzun emirleri Karadeniz donanması tarafından pek parlak bir şekilde uygulandı. 30 Kasım günü Visamiral Nakhimov kumandasındaki donanmamız ile çarpışan Osmanlı donanması tamamen yok edilip kumandanı Osman Paşa yaralı olarak esir edilerek, Sivastopol’e getirilmiştir. Sohum’un işgali ile Kafkasya halkını aldatmak üzere denize çıkarılan ve sizce de bilinen yedi firkateyn, üç korvet ve iki vapurdan donanmadan ancak bir vapur kurtulmuştur.” Demiştir.

Hart Fegit tarafından, Paris darphanesinde 68 mm. Çapında 141,2 gr. Ağırlığında, ön yüzünde Padişah Abdülmecid’in portresi, arka yüzünde Sinop baskınında ölen denizcilerin mezarına çelenk koyan kadın resmiyle; “Avrupa onlar senin için öldü, Sinope 1853” yazılı hatıra parası bastırıldı. Bu hatıra parasının dışında; Osmanlı Devleti 1853 yılının sonlarında, birde Sinop madalyonu bastırdı. Bu madalyalar Sinop Deniz Savaşında Üstün Yararlılığı görülen kahramanlara verilmiştir.   

1895 yılında basılan Rus Ansiklopedisi Entsiklopeçeskiy Slovar’ın Sinop maddesinde şehrin bu savaştan çok etkilendiğini ve halen durumunu düzeltemediği ifadesine yer vermiştir. 1853 yılı öncesinde yer alan yazılı bilgilerde nüfus, on-on beş bin arasında gösterilirken, savaş sonrası kayıtlarda altı ile dokuz bin arasında gösteriliyordu.

Türk denizcilerinin bu savaşta büyük bir kahramanlık örneği sergilediği yerli ve yabancı eserlerde dile getirilmiş, Kinglake; “Türkler Ümitsizce ama kahramanca ve yiğitçe dövüştüler. Teslim olmayı reddettiler. Zaten teslim olmak için bayrak çekseler bile Rus Amirali görmezlikten gelecekti.” Demiştir.

Sinop Limanında gemileri yakılan İngiliz denizcileri de; “Türklerin gayretle, fedakârca çarpıştıklarını ve gemilerini düşmana teslim etmemek için şehit oluncaya kadar savaştıklarını” anlatmışlardı.

Ubicini’de şunları yazmıştı;

“Osmanlı donanması hakkında, kara ordusu kadar terakki kaydetmemiş, çok geride kalmış demekte başka söylenecek bir şey bulamıyorum. Tecrübeli kaptanlara ve denizcilere sahip değil. Fakat yiğitlik ve fedakârlıkta ordudan aşağı kalmıyor. Sinop’ta gördük. O korkunç faciada hayatını kaybeden nice yiğitlerin adını torunları ve nice kuşaklar asla bilmeyecekler. Hayatta kalan biriyle tanıştım. Osman Paşa firkateyninde topçu olarak hizmet görüyormuş. Cenk sırasında bir gülle sağ kolunu koparmış. Fitili sol eliyle kavramış ve nişan almaya devam etmiş. O kolu da bir gülleyle uçmuş. Acıdan ve kan kaybından düşmüş, cerrahlar koşmuşlar, karşı gelmiş, dişlerimle diye haykırmış. Bereket versin bir senkop gelmiş (Bayılmış) de, çekip götürebilmişler.”  

30 KASIM 1853 ANISINA SİNOP’TA YAPILANLAR  

ŞEHİTLİK

Şehitlik, müzenin yanında ve Adliye binasının arkasında yer almaktadır. Şehitlik yol üzerinde olduğundan çiğnenmemesi için etrafının duvar ya da parmaklıkla çevrilmesi düşünülmüş ve taş duvar örülmesine karar verilmiştir. 1857 Yılında etrafı bir buçuk zırra (yaklaşık 120 cm) yüksekliğinde duvarla çevrilmiştir. Duvarın maliyeti olan on bin kuruşun da Sinop emvâlinden karşılanması uygun bulunmuştur.

Şehitliğin ve Şehitler çeşmesi için kullanılacak olan mermerlerin ve kurşunların İstanbul’dan Sinop’a gönderilmesi devlete ait posta vapuru ile ve Padişahın emri ile de nakliye ücreti ödenmeden sağlanmıştır.                                                                                                    

Anıtın üzerinde; “1853 SİNOP DENİZ SAVAŞINDAKİ YÜCE ÖLÜLERİMİZİN SAYGI ANGISI” yazılmıştır.

ŞEHİTLER ÇEŞMESİ

Sinop Deniz Savaşı’nda şehit düşenlerin ruhlarını şad etmek amacıyla, sahilde günümüzde Tersane semti Olarak anılan, Osmanlı döneminde Tophane Meydanı olarak bilinen semte büyük ve güzel bir çeşme yaptırılması için Sultan Abdülmecit Han tarafından Kastamonu Sancağına ve Sinop’ta bulunan Hasan Paşa’ya, 18 Mart 1854 tarihli bir belge gönderilmiştir. Bu belge ile deniz kenarında yer belirlenerek büyük bir çeşmenin yapılmasının kararlaştırıldığı belirtilmekte, çeşme için getirilecek suyun kaç saat mesafede bulunduğu ve masrafının ne kadar olacağı keşfinin yapılarak İstanbul’a bildirilmesi istenmektedir.

4 Nisan 1854 (5 Recep1270) günü; İstihkâm Miralayı Tevfik Bey’in raporu şöyledir; Bu emir gereğince görevlendirilen İstihkâm Miralayı Tevfik Bey, Sinop çevresindeki araştırmasını tamamlamış ve konu ile ilgili olarak hazırladığı raporu, Kastamonu valisi Hamdi Paşa’ya takdim etmiştir. Hamdi Paşa, bu raporu kendi arz tezkiresi ile beraber İstanbul’a göndermiştir.

Tevfik Bey’in, Hamdi Paşa’ya takdim ettiği bu keşif defterinde mermer masrafı hariç, yapılacak çeşme ve suyolları masrafının bölgedeki rayiç üzerinden tahminen doksan bin yedi yüz elli (90.750) kuruş olacağı belirtiliyordu;

Kastamonu valisi Hamdi Paşa, 12 Nisan 1854 (13 Recep 1270) tarihli arz tezkiresinde, deniz ve kara yolu itibariyle Gümrük İskelesi Meydanının çeşme inşası için uygun bir yer olduğunun meclisce kabul edildiğini belirtmekteydi. Bu arz tezkiresi ile Tevfik Bey’in raporu, Sadrazam tarafından Sultan Abdülmecit’e sunuldu. Verilen rapora uygun olarak çeşmenin yaptırılması Padişah tarafından da olumlu bulunmuş ve sevabına ortak olmak için Padişah ve bazı ileri gelen devlet adamları nakdi yardımda bulunmuşlardır.

Bu yardımların kayıtlı olduğu defterde Padişahın elli bin, diğerlerinin de Elli yedi bin olmak üzere toplam yüz yedi bin kuruş yardımda bulundukları açıklanmaktadır.

Tevfik Bey’in hazırladığı rapora uygun olarak inşa edilen bu çeşme, kubbeli ve dört köşeli olup üç tarafında su musluğu bulunmaktadır. Kuzey ve güney cephelerinde kitabe mevcut olup güney (deniz) cephesindeki ön yüzünde sağ ve sol tarafında Sultan Abdülmecit’in tuğraları bulunmaktadır. Buradaki kitabe metni şöyledir;

ûr-ı mükâfat mefkür din-ü devlet âliyyede gârîk-i deryâya rahmet ve câm-ı nûş-ı Kevser-i şehâdet olan şühedâ-yı benâmın terviç-ı rüh-u. Eshâb-ı hayrâtdan inşa kılınan çeşme-sâr teberrük âsârdır. Latifleri içün sâye-i ihsan-mâye-i hazret-i şâhânede cânib-i

                                                                       

                                           Sene 1274  

Osmanlı Devlet’inde ve dinde bol olan mükâfat uğruna Rahmet denizinde boğulan ve şehitlik Kevserini içecek olan namlı şehitlerin güzel ruhunu rahatlatmak için Padişah Hazretlerinin iyilik etme mayası sayesinde hayr sahipleri tarafından inşâ kılınan çeşmesi bol uğur sayılan eserleridir.

                                                                         

                                                 Sene 1857

Çeşmenin kuzey cephesinde ki kitabenin sağında ve solunda Sultan Abdülmecit’in tuğrası bulunmadığı gibi, ilaveten en alt satırda, “Ketebehu Mehmet Zeki, sene 1274, el Mevlâ Ğaferallahu” “Allah Günahlarını afetsin onları sahip çıksın”.  “Ketebe”; kâtip, yazıcı, “Ketebehu” “onu yazdı” anlamındadır.

                     “1853 SİNOP DENİZ SAVAŞINDAKİ YÜCE ÖLÜLERİMİZİN SAYGI ANGISI”

               30 Kasım Deniz şehitliği 1934 yılında çekilmiş fotoğrafı      (Zeynel Zeki Özcanoğlu Arşivinden) 

İngiliz Firkateyni Retrebütion’da ki bir ressam Teğmen O’Reilly 4 Aralık 1853 günü savaştan sonraki dehşet verici görüntüyü yaptığı tablo ile ölümsüzleştirdi. Fotoğraf,  Dr. Rıza Nur tarafından Londra’daki Ulusal Denizcilik müzesinde o günün teknolojisi ile çekilmiş Gümüş Negatif siyah beyaz bir fotoğraftır. Sinop’un en eski fotoğrafçısı olan ve üç nesildir sürdürülen Ay Yıldız stüdyosunda Atilla Ayyıldız’a kadar ulaşmıştır. Günümüzde Dr. Rıza Nur’un Kütüphane binasında yer alan özel odasında ilk siyah beyaz baskısı muhafaza edilmektedir.

              Teğmen O’Reilly tarafından yapılan bu tablonun aslı Londra’da Ulusal Denizcilik Müzesindedir.

Merhum ismet Ülgen tarafından Siyah Beyaz fotoğraftan sulu boya tablo haline getirilmiştir.

Patrona Gazi Osman Paşa’nın akıbeti:

İvan Ayvazovsky, esir alınan ve Sivastopol’de esir tutulan Gazi Osman Paşa’yı görmeye gitmiş, o görüşme esnasında da karakalem resmini çizmiştir. Bu görüşme esnasında aralarında geçen diyalog Sinop savaşının genel durumunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Ayvazovski, Gazi Osman Paşa’ya “Sinop’ta yanınızda neden kalyon yoktu?” Diye sorar. Osman Paşa;  “Bizim gemicilerimizle ne götürsek aynı şey olurdu” cevabını verir.

İvan Ayvazovsky tarafından karakalem çizilen Patrona Gazi Osman Paşa’nın resmi

Kırım Savaşı'na son veren Paris Antlaşması'nın imzalanması üzerine Patrona Gazi Osman Paşa diğer esirler ile birlikte serbest bırakıldı. Ülkeye geri dönünce Rize'de zorunlu oturmaya tabi tutuldu. 1860 yılında Rize'de vefat etti. Gazi Osman Paşa Rize de defin edilmiştir. Mezarı ile ilgili araştırmamda dönemin Rize belediyesi tarafından meydan genişletme çalışmaları sırasında diğer mezarlarla birlikte  kaldırılmış olabileceği bilgisine ulaşabildim.

Patrona Gazi Osman Paşa, 16 Eylül 1890 tarihinde Japonya'da batan Ertuğrul Firkateyninin Komutanı Mirliva (Riyale) Osman Paşanın da dedesidir.

 (Resim son derece doğruydu 30 dk da Osmanlı filosu ya batmış ya da karaya oturup yanmıştı fakat Nakhimov savaş sırasında ve sonrasında dört saat boyunca Sinop üzerine binlerce gülle yağdırmış denizi ve gökyüzünü kızıla boyamıştı işte bu kızıllık denizdeki şehitlerin kanı ve yanan Sinop şehriydi).

Rus Amirali Nakhimov; baskından sonra Sinop’ta ki Avusturya Konsolosuna gönderdiği mektubun tercümesi şöyledir;

 Şahsınızı Sinop’ta murahhas üye olarak kabul ettiğimden, niyetimi aşağıda olduğu gibi anlatmak isterim. İsteklerimi uygun bulduğunuz takdirde hükümetinize ve sair konsüllere anlatmanızı da beklerim”.           

Meydana gelen çarpışmada şehrin harap olması üzüntü vericidir. Bunun ise Türklerin şiddetli savunmalarından ileri geldiğini söylemeye lüzum yoktur. Görevim Kafkasya sahillerini işgal ile Çar ve Hükümete karşı ihtilal yapan Kafkasya halkı için gönderilen harp mühimmatının sevkine mani olmak ve bu amaçla gelen donanmayı tahrip etmekten ibaretti.”

Rus yazarların 29 Kasım günü yapılan toplantıda Nakhimov komutasında alınan kararda sivil hedefler ve konsolosluklar ateş altına alınmayacağı ile ilgili yazıları ile yaşananlar örtüşmüyordu. Rus kuvvetleri bir vahşet sergilemişlerdi. Buna savaş demek mümkün değildi. Sivil hedeflere, konsolosluklara ve savaş dışı kalmış yaralılara karşı uyguladıkları savaşın etiğine aykırı insanlık onuruna yakışmayacak çirkin bir saldırıydı, bir katliamdı.  

İngiliz Hükümetinin ve Büyükelçinin bu başarısının ardında milli ve manevi değerlerden yoksun, kullanılmaya müsait Mustafa Reşit Paşa rolü çok büyük olmuştu.    

Tüm bu gelişmelerin sonucu Osmanlı imparatorluğu iyice yıpranmış toprak kaybetmiş ve İngiliz siyaseti etkili bir hal almıştı. İngiltere istediğini elde etmiş Osmanlı İmparatorluğunu bir sömürge haline getirmişti. Doğu Akdeniz politikası gereği Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamen ortadan kaldırılmasını istemiyor Rus İmparatorluğunun sıcak denizlere inmesini engellemek amacıyla zaman zaman Rus imparatorluğunu zaman zaman da Osmanlı İmparatorluğunu destekliyorlardı. Stratford Canning 1808 den 1858’e kadar yarım asırlık bir zaman dilimi içinde çeşitli aralıklarla İstanbul’da İngiliz elçisi olarak görev almıştı. Son kez 1842’de atanan Stratford Canning üstün hizmetlerinden ötürü 1852 yılında Lort unvanı verilerek Lort Stratford de Redcliffe adını almıştır.

İngiltere, bu defa güçlenen ve Boğazları ele geçirip Akdeniz’e inmesinden korktukları Rusya’ya karşı Osmanlı Devletini kullanılıyordu. Yeğen Canning (Lord Stratford de Redcliffe) istediği sonuca ulaşmıştı. Sinop deniz savaşının ve Kırım harbinin mimarı olmuştu. Avrupa da oluşturulan kamuoyu Avrupa halklarının Osmanlıyı desteklenmesi sağlanmıştı.

Rusya’nın yayılma siyaseti, Rusların Akdeniz’e inmesi ve Hindistan yolunu kesmesi anlamına geliyordu. Lort J. Russel, Kırım savaşı öncesinde şu açıklamayı yapmıştı; “Rusya’yı şimdi Tuna kıyılarında durduramazsak, günün birinde İndus kıyılarında durdurmak zorunda kalacağız.”  İngiltere’nin İstanbul elçisi Lort Stratford de Redcliffe’de aynı düşüncedeydi.

Osmanlı Devletine sözde yardıma gelen İngiltere ve Fransa donanmaları bir türlü Karadeniz’e çıkmıyor aldıkları emri çeşitli sebeplerle savsaklıyorlardı. Rus donanması Karadeniz’de sivil gemilere saldırıyor korsanlık faaliyetlerini rahatlıkla sürdürüyordu. Balkanlarda başarı kazanan Osmanlı kuvvetlerini desteklemek yerine çıktıkları Gelibolu sırtlarında siperler kazıp oyalanıyorlardı. Kırım savaşı sırasında Osmanlı devletinin Kafkasya’da Ruslarla savaşan Şeyh Şamil’e denizden yardım gönderilmesi İngiliz ve Fransız donanması tarafından engellenmişti. Rus Kuvvetleri Kafkasya’yı ve Kars kalesini işgal etmişti. Müttefikler kışla ve hastane yapmak için Harbiye, Bahriye ve Tıbbiye mektepleri dahil olmak üzere İstanbul’daki hükümet binalarının hemen hepsini istemiş ve elde etmişlerdi. Yerli garnizon için ise büyük birçömertlik göstererek iki kışla ve 800 hastalık bir hastane bırakmışlardı. Böylece Fransızlar 12.000, İngilizler ise 5.000 hasta için yer elde etmiş bulunuyorlardı. Fransızlar askeri bir gaye ile düşünerek binaları işine göre hem hastane, hem müstahkem kışla gibi kullanılmak üzere seçtiklerinden, İstanbul şehrine içeriden ve dışarıdan her anlamda hâkim bulunuyorlardı.

Fransız askerleri Davutpaşa, Maltepe, Rami çiftliği kışlalarında, 400 yıl önce İstanbul’u almaya gelen II. Mehmet’in ordusunun yerleştiği yerlerde yerleşmişlerdi. Pera’nın tam göbeğindeki Rus elçilik sarayını da işgal ederek limanın ağzına hâkim olmuşlardı. Ellerinde bulunan Taşkışla ile Gümüşsuyu kışlaları Beyoğlu’na giden yolları yandan çeviriyor ve Padişah sarayına bakıyordu. Sarayburnu ile ona yakın Gülhane kışlaları da onların elindeydi. Maslak’a ordugâh, bentlere (su havzalarına) karakol kurmuşlardı. Aynı zamanda hassas Ayasofya çevresinde o kutsal mabet yakınında geniş bir binaya da yerleşmişlerdi ve orada Tunus askerleriyle aralarında kanlı bir kavga olmuştu. Ayasofya hem Türkler, hem Rumlar için değerliydi; Türkler için fetih ganimeti, Rumlar için İmparatorluk anısıydı. Fransızlar bütün bunlardan başka Binbirdirek boyunca, getirilmesi düşünülen 60.000 kişilik bir ihtiyat ordusu içinde baraka karargâh kurmuşlardı.

O günler İstanbul’un işgal provası gibiydi. Halk tedirgindi. Bu yabancı askerlerin taciz ve hoyratlıkları huzursuzluk yaratıyordu. Mezar taşları tahrip edilip kaldırım taşlarına dönüştürülüyordu. Birde Gayrimüslimlerden askeri kuvvet teşkil etme istekleri vardı ki buna müsaade edilmedi. Sürekli silahlanmak için İngiltere de   

Fransa Sefiri olan Veliüddin Rıfat Paşa ve İngiltere Sefiri olan Kostaki Musurus Paşa, bu ülkelerde bulunan tüccar ile iletişime geçerek Osmanlı Devleti’nin kendilerine tanıdığı yetki çerçevesinde mühimmat ve benzeri silah malzemelerinin alımını gerçekleştirmeye çalışmışlardı. Yurtiçinden tedarik edilecek mühimmat ve çeşitli savaş malzemesinin bedeli 29 milyon kuruş olarak hesaplanmış iken yurtdışından ithal edilecek mühimmat için Hazine’den Tophane ve Harbiye namına 11.250.000 kuruşluk kredi mektubu tahsis edilmişti. Bununla birlikte Rothschild, yurtdışından gerçekleştirilecek bakır, kurşun ve buna benzer hammadde alımında aracılık faaliyeti ile Osmanlı Devleti’ne hizmet etmeye gönüllü olduğunu bildirmişti.

Londra’dan getirtilecek mühimmatın bedelinin Rothschild tarafından karşılanması karşılığında bazı büyük gümrüklerin Kırım Savaşı Sırasında Osmanlı Devleti ile Müttefik Devletler Arasındaki Silah Ticareti (1854-1856) karşılık gösterilmesinin veyahut mühimmat alımının taksitli olarak gerçekleştirilebilme durumunun oluşturulacak bir komisyonda kararlaştırılması uygun görülmüştü.

Sonuçta Osmanlı imparatorluğu Duhulü Umumiye adıyla bilinen büyük bir borç altına sokulmuş, Osmanlı ve Mısır sanayisi çökmüş, Mısırın askeri gücü yok edilmiş, Osmanlı donanması yok olmuş, Karadeniz’de ki Sinop tersanesi kapatılmıştı. İngiltere Osmanlı İmparatorluğunu bir sömürge haline getirmişti. Doğu Akdeniz’e hâkim oldular. Kırım savaşı ve Paris antlaşmasında en fazla zararı Rusya ve Osmanlı imparatorlukları gördü. Mısır İngilizlerin eline geçmiş Hindistan yolu tamamen açılmış Hindistan’da ki Babür Türk Devleti İngilizler tarafından yıkılmış Babür Türk soyundan gelenler idam edilmişti.

19 Mart 1854 günü; Yunan Kralının ve eşinin Rusya tarafından beslenen hayalleri de yok olmuştu. Rusya, Osmanlıya her savaş açtığında Rus ajanları Balkanlar da Osmanlıya karşı ayaklanmalar tertiplemek için faaliyetlerde bulunuyordu; bu defa da Yunan Megalo ideası hayalleri yine ortaya çıkmış Osmanlı devletinin sonunun geldiğine yine inanmıştı. Sırplar ve Bulgarlar da kışkırtılıyordu. Yunan isyancıların başında Yunan bağımsızlık savaşında şöhret kazanmış Karaskaiki’nin oğlu, Grivas ve Çavellas yönetiminde ki isyancılar Teselya, Epir’de çıkarılan ayaklanma, Volo’daki asilerin çok küçük başarısından sonra fazla uzun süreli olmadı. Yunan kralı sınırı geçen asilerden haberi olmadığını ileri sürüyor bir yandan da onları teşvik ediyordu Fuat Paşa bu karışık bölgeye görevlendirildi. Fuat Paşadan isyanın mümkün olduğunca kan dökmeden bastırılması konusunda aldığı talimatı, kişisel cesareti ve yeteneği sayesinde çözdü. Epir Müslümanlarının gayretini de yanına aldıktan sonra reayayı bakaya vergilerinin bağışlanacağı vaadiyle yatıştırdı. Böylece karışıklık Teselya topraklarıyla sınırlı kaldı. Teselya’da da İsyan beklendiği gibi büyümeden yatıştı. Sırbistan tamamen tarafsız kaldı ve Rus Çar’ının Bulgarlardan beklediği ayaklanma gerçekleşmedi. Rum reayası Türk hâkimiyeti ile tamamen barıştırıldı ve bu nedenle Rumlar bu isyanla hiç ilgilenmedi. Yunanistan için hiç kimse parmağını oynatmadı; ne de olsa Rum reayanın ileri gelenleri devletin diplomatik ve başka görevlerinde idi hatta Sultannın doktoru da Rum’du. Bâb-ı Âli Yunan bayrağı taşıyan gemileri ve Yunan pasaportu taşıyan Yunan vatandaşlarını yirmi bir gün içinde sınır dışı etti. Yunan pasaportu almış yerli Rumlarda bu durumla karşılaşınca siyasi krize neden oldu. General Baraguay d’Hilliers Doğuda ki Katoliklerin himaye hakkını ileri sürdü; Katolik mezhebinden olanların muaf tutulmasını istedi. Elçi bu iddiayı ortaya atarken Yunan Krallığının kurulduğu sırada Fransa’nın Yunanlı olan Katolikler üzerinde böyle bir yetkisinin olmadığını kabul etmiş olduğunu unutuyordu. Bâb-ı Âli vakur davrandı, inzibat işleri ile din ve mezhep işlerinin birbirine karıştırılmayacağı cevabını verdi. General bu cevaptan pek mutlu olmadı; isteğine üç güne kadar “evet” denilmezse İstanbul’u terk edeceğini bildirdi; aynı zamanda Mustafa Reşit Paşa’nın istifaya mecbur kalması durumu da vardı. Bâb-ı Âli Serasker Paşa’yı gönderip elçiyi yatıştırmaya çalıştı. Böyle zor bir zamanda Fransız elçisinin gitmesini göze alamayan Osmanlı Devleti kararı geri aldı. İngiliz elçisi Lort Stratford de Redcliffe’de elçinin dediğini yapmakta kararlı olduğunu fark edince ondan aşağı kalmamak için Bâb-ı Âli’nin kapısına dayandı ve İngiltere’deki ticarethaneler ile alakası olan Yunan Tebaasının da memleketten gönderilmemesi istedi. En sonunda bir uzlaşma şekli bulundu: Fenalıkları yapan ve yapabilecek halde bulunan zengin ve himaye altındaki Yunan tebaası memlekette kalırken zararsız, kimsesiz ve fakir olanlar memleketten kovuldu. Önce Osmanlı devletinin 19 Mart’ta ve daha sonra 12 Mayıs’ta Avrupa Devletlerinin Yunan Krallığına verdikleri ültimatomdan sonra, müttefikler, Atina’nın Pire Limanını işgal ettiler. Müşavir Paşa bu durumu şu sözleri ile özetliyordu; “Bâb-ı Âli kendi topraklarında çıkan ayaklanmayı başarıyla yatıştırdığı sırada, İngiltere ve Fransa hükümetleri de Attika’ya çıkardıkları askerle, şımarık çocukları olan Yunanistan’ı uslu oturtmaya çalışıyorlardı. Yunanlıların megali İdea’sını içtenlikle kabul etmiş olduğu için kendi tebaasından daha sonra gördüğü muameleden daha iyisini hak etmiş olan Kral Otto egemenlik haklarının bu şekilde çiğnenmesine çok kızdı; Kraliçe Amelie de muhteşem bir rüyadan kabaca uyandırılmasından dolayı gözyaşları döktü. 1854 yılı ilkbaharında Atina kraliyet tiyatrosunda sahnelenip sonsuz alkışlar toplayan Bizans İmparatorluğu komedyası da işte böyle bitmişti”.  

Nâvek-i Bahri Firkateyni 2009 yılında Tahsin Ceylan’ın sualtı çekimlerini yaptığı Mavi Tutku TRT belgesel çalışmaları esnasında dönemin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kürşat Tüzmen batığı incelerken Firkateyn Gemi komutanı Binbaşı İmamoğlu Ali Bey tarafından bizzat havaya uçurularak düşman eline geçmesi önlenmişti.

 

Riyale Bozcaadalı Hüseyin Paşa, Seyit Bilal Türbesi’nin bahçesindeki şehitliğe defnedilmiştir.

                                                                                                                Foto: Rasim Yaşar Tarakçı

                       Savaştan sonra ki gece adlı tablo  (1)                                            İvan Ayvazovski      

  Sinop deniz savaşında Amiral Nakhimov ve Sinop Limanında ki Osmanlı filosu ile savaşı  Tablo (2)   İvan Ayvazovski     

 

Aivazovski'ye Sinop Savaşı hakkında söylentiler duyduğunda derhal Sivastopol'e gitti ve savaştaki tüm katılımcılar ile savaşın koşulları hakkında bilgi edindi. Daha sonra Sivastopol’de Aivazovsky tarafından Sinop savaşını gece gündüz tasvir eden iki resim sergilendi. Bunlar 18 Kasım 1853'te Sinope'deki Deniz Savaşı'nın ve Sinop Savaşı'nın resimleriydi.

Sergiyi Amiral Nakhimov ziyaret etti; Aivazovsky'nin çalışmalarını övmek, özellikle Sinop savaşının, Savaştan sonra ki gece tablosu için "Resim son derece doğru." Dedi.

(Resim son derece doğruydu 30 dk da Osmanlı filosu ya batmış ya da karaya oturup yanmıştı fakat Nakhimov savaş sırasında ve sonrasında dört saat boyunca Sinop üzerine binlerce gülle yağdırmış denizi ve gökyüzünü kızıla boyamıştı işte bu kızıllık denizdeki şehitlerin kanı ve yanan Sinop şehriydi).

FEYZ-İ MABUT KORVETİ 1852’de Sinop Tersanesinde Denize indirildi Hüsnü Tengüz tarafından resmedilmiştir.  

 

Rus filosunda kullanılan obüs top mermilerinin atası sayılan Henry Joseph Paixhans tarafından geliştirilmiş

İçleri boş demir gülleler Osmanlı gemilerinin 30 dk gibi kısa zamanda imha etmişti. Aynı gülleler Sinop şehrine de binlerce adet atılmıştı. Bu güllelerin bir kısmı infilak etmemiş günümüze kadar ulaşabilmiştir.

Güllelerin çevresi 102 cm. içinde barut bulunmamakta olup boş ağırlığı 50 kg civarındadır.

                                                                                                                    Foto: Rasim Yaşar Tarakçı

GÜNÜMÜZDE SİNOP 30 KASIM 1853 DENİZ SAVAŞI ŞEHİTLİĞİ

                                                               Foto: Rasim Yaşar Tarakçı