Eskiden, Boyabat’taki evimizin bahçesinde öyle bir köşe vardı ki, ne zaman ilkbahar gelse, orası canlanırdı.

Yağmurlar toprağı yumuşatınca, güneş usulca ısıtmaya başlayınca, o köşe yemyeşil bir sessizlikle dolardı.

İşte tam orada biterdi evelek otu…

Kimi “evelik” derdi, kimi “efelik”, kimi yerde “labada” diye geçerdi adı.

Ama bizim evde adı çok netti: "Evelek."

Annem ne zaman toplanacağını bilirdi. Elinde sepetiyle toprağa eğilir, usulca toplardı yapraklarını.

Ne acele ederdi ne de israf... Bilirdi çünkü, o otun da bir hakkı vardı.

Sonra o yapraklar güzelce yıkanır, ayıklanır, mutfağın eski tenceresine düşerdi.

Tencereden yayılan kokuysa sadece yemek değil, "anı" demekti; "bahar" demekti; "çocukluk" demekti.

Evelek çorbası olurdu önce; hafif buruk, biraz ekşimsi… Ama nasıl da iç ısıtırdı! Hele bir de yanında turşu varsa, ekmeğin ucunu bandırarak içilen o çorba, sanki dünyadaki en sade ve en büyük mutluluktu.

Bazen evelek sarması yapardı annem; incecik sarar, pirincine bir tutam nane, biraz da soğan katar, sonra tencerede yavaş yavaş pişirirdi. Evin içi buram buram kokardı. Koku değil, sanki geçmişin kendisi yayılırdı ocağın başından.

Unutulmaya Yüz Tutan Tatlar

Ama şimdi ne bahçede evelek kaldı ne de pazarda ondan bahseden çok kişi...

Zaman geçti; o sessiz köşe beton oldu, annemin sepeti de artık bir çiviye asılı duruyor.

Sofralar da tatlar da değişti... Hazır yemeklerin arasında, evelek gibi doğanın bize sessizce sunduğu lezzetler unutulmaya yüz tuttu.

Oysa ne çok şey gizliydi o otun içinde... Yokluk zamanlarında bile sofrayı şenlendiren bir umut, çocukların tabağına konan bir doğallık, annenin emeği, toprağın hediyesi...

Eskiden eve gelen bir misafire, dolaptan bir tabak evelek dolması çıkarılırdı; hem ikram olurdu hem de sevgi.

Şimdi misafir geliyor, fırından alınmış pastalarla ağırlanıyor... Tatlılar çoğaldı ama sanki tatlar eksildi.

Bir Avuç Geçmiş, Bir Tutam Bereket

Bugün biri çıksa da dese ki: “Bu ot ne?” Belki dönüp bakmayız bile. Ama bir bilsek, annelerimizin, ninelerimizin mutfağından bize kalan bu sessiz mirasın kıymetini...

Evelek sadece bir ot değil; bir çocukluk fotoğrafı, bir bahar sabahı, bir tencere kapağının açılış anıdır.

Şimdi o eski günleri anarken, içimden şöyle diyorum:

Kim bilir, belki bir gün yine Boyabat’ın bahçelerinde evelek çıkar; yine biri sepetini alır ve toprağa eğilir.

Belki bir çocuk, ilk defa o buruk tadı alır ve “Anne, bu ne güzelmiş,” der.

Ve belki o zaman, unuttuğumuz bir şey hatırlanır yeniden:

Toprağın cömertliğini, geçmişin sessizliğini ve annelerimizin mutfaklarından yükselen sevginin kokusunu.

Ve annemin bu otu toplarken sıkça söylediği o sözü hatırlıyorum şimdi:

"Toprak ne verirse onu al; ve şükret. Aç kalmazsın.”

İşte bu yüzden, bir avuç evelek sadece bir ot değil; bize sunulan nimetin, bereketin, şükrün ve kanaatin adıdır aslında.