İnsan kelimesinin en çok bilinen köklerinden biri “nesy/nisyan” unutan olmaktır.

Aslında bütün uğraşının sebebi “unutulmamak” olan insanın, ezelden ebede yolculuğu da verdiği ilk sözü unutmakla başlar.. ve hep unutmak ile hatırlamak arasında geçip gider..

Ne yazık ki unuttuklarımız hatırladıklarımızdan hep fazla olmuştur ki “insan nisyanla malüldür”. Yani unutmakla gelen; bir şeyleri hep eksik yapmak, bir şeylerde hep eksik kalmak hali insanın ta kendisidir. Bu yüzden insanlığımızı “hatırlatan”, insana “aslını” yaşamayı öğretip bizi diğer suretlerden ayıran ve zamanın bütün ziyan ettiklerine karşı durarak “yol gösteren” peygamberler gönderilmiştir insana..

Lütfedilmiştir..

İnsana gönderilen peygamberlerin zamana sorsan en sonuncusu; ama ilk peygamberin, ilk insanın ilk hatasına yaptığı ilk tövbesinden “önce” göklerden adını okuduğu idi Hz. MUHAMMED (s.a.v.)…

En büyük lütuf “O” insanlığa..

İnsanın yaratılışındaki üstün tutulma; ona verilen irade, ona öğretilenler, ona has meziyetler değildi sadece..insanın unutması, insanın gafleti neticesinde her saptığında “pişman” olabilmesi, “Onun Adı” ile af dilemesi..velev ki yolundan hiç sapmasa dahi “eksik” olduğunu ve ancak “Onun şefaati” ile tamamlanıp, Rabbinin merhametine mazhar olduğunu kabul edebilmesi idi “insanın üstün tutulması”..

Yaratanın; melek olana değil de, melek “gibi” olabilene üstünlük payesi vermesi bu sebeple idi.. (Prof.Nazan BEKİROĞLU,Lal Sonsuzluk Hecesi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2018)

“Onun Adı” ile yapılan dualar ve “O” nun hürmetine bağışlanmalar kadardı insanın kıymeti..

Her şey gizli bir hazineyken ezelde, bilinmek isteyen “O” nun hürmetine yarattı bütün yarattıklarını..

Ve bütün yarattıklarına da bunun böyle olduğunu bildirdi…Yine “O” nun marifetiyle..yine “O”nun hürmetine ve “Onun şefkati” ile..

“Onun şefkati” yaşamın her tarafında öyle zahirdi ki yaşadığı zaman ziyan etmesindi ümmetini..ve yine öyle saklamıştı ki şefkatini zamanı bittiğinde ümmetinin sonsuzlukta “şefaat” edecekti.

Belki de “O”nun en büyük kerameti şefaatiydi.. “Kendi” seçtiği..

Zamana göre son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dünyaya gelişinin yıldönümü olarak idrak ettiğimiz mevlit kandilini kutladık.. Dualar ettik birbirimize..hayır diledik..Bağışlanma diledik “O” nun hürmetine..

Zamanların en özellerinden olan o geceki zaman dilimine kendimiz kadar bir işaret koyduk. Zaman her şeyi yok ettiğinde biz de kaybolmayalım diye..

Zamanı şahit tuttuk..Dedik ki: şefaatinden bizi mahrum etme Ya Rasullallah (s.a.v.)..

Biz de muhtacız..Biz de “isteyeniz” işte..

Senin şefaatin olmazsa eğer biz zamanın yok etmesinden de öte helak oluruz..keşke hiç var olmasaydık diyenlerden eyleme bizi..

Bu özel zamanların varoluş sebebi insanların affedilmesinin öyle çok arzu edilmesi..işte bu yüzden “O” nun da kimseye nasip olmadığı kadar, olamayacağı kadar çok sevilmesi.. “O”nun insanı öyle kayırıp, öyle çok sevmesiydi sebebi..

Biz, ahir zaman insanları, o gece seni bir kere daha “hatırladık” Ya Rasulallah (s.a.v.)…

Ama gece bitip de hayatın gerçekleri zannettiğimiz kendi zamanımızın boşluklarına döndüğümüzde bir kere daha suretlere karışıp, karıştırıp da “aslı” unutacak mıyız?

Kendi ellerimizle hazırladığımız sonumuzda “yok” olmamak için işaret bırakacak zamanı her daim bulacak mıyız?

Bize lütfedilen özel zamanları birer birer tüketirken, bıraktığımızı düşündüğümüz kendi izlerimizi koruyabilecek miyiz

Zamanımız nihayetlendiğinde izlerimizin kaybolmamasını ve bizi “O” na kavuşturmasını dilerim her “isteyene”…