Ülkemizde son yıllarda gözle görülür biçimde artan motorlu araç sayısı, ne yazık ki trafik sorunlarının da aynı hızla büyümesine neden oluyor.
Araç sayısındaki artış sadece büyük şehirlerde değil, Anadolu'nun en ücra bölgelerinde bile kendini hissettirecek düzeye ulaştı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre her yıl milyonlarca yeni araç trafiğe çıkıyor. Bu durum, ne şehir içi yolların ne de otobanların mevcut haliyle ihtiyaca cevap verebilmesini mümkün kılıyor.
Ancak burada gözden kaçırmamamız gereken daha derin bir gerçek var:
Trafik sorunu sadece fiziki değil, aynı zamanda sosyolojik, kültürel ve yönetsel bir sorundur.
Beton, asfalt ve levhalar ne kadar güçlü olursa olsun; eğer direksiyon başındaki insan sabırsız, saygısız, eğitimsiz ve kuralsızsa trafik de sorun olmaktan asla çıkmaz.
Bayramda Büyükşehirden Anadolu’ya Taşınan Kaos
Büyük şehirlerdeki trafik ve otopark sorunu geçici olarak çözülse de, bu çözüm sadece mekânsal bir yer değiştirmeden ibaret oluyor.
Özellikle bayram tatillerinde Anadolu şehirleri, küçük ilçeler, sahil kasabaları ve tatil beldeleri âdeta büyükşehirlerin göçmen trafiğini yaşıyor.
Nüfusu birkaç kat artan bu yerleşimlerde alt yapı yetersiz kalıyor, otoparklar dolup taşıyor, sokak araları araçlarla tıkanıyor.
Peki bu durum bir istisna mı, yoksa dikkate alınması gereken bir uyarı mı?
Aslında bu geçici yoğunluklar, Anadolu’daki belediyeler için çok değerli bir fırsattır.
Büyükşehirlerin trafik sorunlarından ders çıkarmak, benzer sıkıntıların yaşanmasını engelleyecek planlamalar yapmak adına önemli bir deneyim alanıdır.
Fakat üzülerek söylemek gerekiyor ki, çoğu yerel yönetim yaşanan sorunları görmezden gelerek plansız yapılaşmaya, park yeri olmayan yeni sitelere, dar sokaklara ve yetersiz yol düzenlemelerine göz yummaya devam ediyor.
Modern Mahalleler Hayal Değil, Niyet Meselesi
Artık çağımızda “akıllı şehir” ya da “modern mahalle” kurmak teknolojiyle zor değil, ama irade ortaya koymak çok zor.
Gelişmiş ülkeler, şehirlerinde dijital yönlendirme sistemleri, otopark sensörleri, yaya önceliği veren ışıklandırmalar ve bisiklet yolları ile sadece trafiği değil, insan odaklı yaşamı merkeze alıyorlar.
Bir şehri yaşanabilir kılan şey, sadece geniş yollar veya çok şeritli kavşaklar değildir. O şehrin insanının güvenli, huzurlu ve düzenli biçimde bir yerden bir yere ulaşabilmesidir.
Erişilebilir şehirler, yaşam kalitesini artırır, kent aidiyetini güçlendirir.
Bizim bölgemizde de, tıpkı Avrupa’nın örnek alındığı bazı şehirler gibi, çağdaş planlamalar yapılabilir. Mahalleler hem sosyal hem de trafik açısından “model” hâline gelebilir. Yeter ki önce bir niyet, arkasından da kararlılık olsun.
Oluşan iradeyle, gerekiyorsa Ferhat gibi dağlar delinmeli. Ama maalesef bizde genellikle niyet varmış gibi yapılıyor, kararlılık ise sadece seçim dönemleriyle sınırlı kalıyor.
Trafik Tabelası Bile Yoksa, Orada Ne Kural Kalır Ne Saygı
Basit bir örnek vermek gerekirse, Sinop’un en büyük ilçesinin şehir merkezinde temel yönlendirme tabelaları dahi eksik. Var olanlar ise çoğu zaman görünmüyor ya da dikkate alınmıyor.
Şehir merkezinden geçen ana karayoluna çift sıra park eden araçlar, sadece ulaşımı tıkamakla kalmıyor, aynı zamanda büyük bir güvenlik riski oluşturuyor. Kaza olmaması ise çoğu zaman tamamen tesadüf.
Trafikte tabela eksikliği sadece yön kaybına değil, kural ihlallerine, zaman kaybına ve stresli bir şehir yaşamına neden oluyor.
Bu da zincirleme şekilde bireysel psikolojiye, iş verimliliğine ve toplum sağlığına etki ediyor. Çünkü trafik sadece direksiyon başında değil, zihinlerde başlar.
Frene Basan Medeniyet, Gaza Basan Umursamazlık
Yurt dışında bulunduğumuz seyahatlerde bir şey çok dikkat çekiciydi: Sürücüler yayayı gördüğü anda refleksle frene basıyor. Çünkü yaya kutsal, insan hayatı tartışmasız bir öncelik. Bizde ise ne yazık ki tam tersi bir refleks gelişmiş. İnsan görünce gaza basan, camdan bağıran, kornayla tehdit eden bir sürücü profili yaygınlaşmış durumda. Bu refleks, sadece eğitimsizlik değil, trafikte egemenlik kurma çabasıdır. Hatta bir nevi kibirdir.
Şunu unutmamalıyız: Direksiyon başındaki her insan, bir anlamda hem kendi canını hem de başkasının hayatını teslim almış olur. Böyle büyük bir sorumluluğu yüklenmiş biri; bu kadar keyfi, bu kadar hoyrat, bu kadar vurdumduymaz olamaz.
Trafik: Aynı Anda Hem Ayna Hem Ölçü
Bugün trafik deyince insanların aklına; otobanlarda, şehir caddelerinde ve sokak aralarında sıkışmış rengarenk araç kuyrukları geliyor. Kazalar, gecikmeler, sinir harpleri… Oysa trafik ne sadece araç yoğunluğudur ne de çarpışan otomobillerin haberidir.
Trafik, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini, eğitim sistemini, insan ilişkilerini ve toplumsal kültürünü yansıtan bir aynadır.
Herkesin yol hakkına saygı gösterdiği bir trafik, aynı zamanda herkesin hak ve hukukuna saygılı bir toplumdur.
Gelişmiş ülkelerdeki düzenli trafik akışı tesadüf değildir. Bu sonuç, planlı eğitim politikalarının, etkili denetimin ve güçlü toplum bilincinin ürünüdür.
Ülkemizde ise kazaların sayısı ve bu kazalardan kaynaklanan ölümler oldukça yüksek.
Her yıl binlerce insan hayatını kaybediyor, on binlercesi yaralanıyor.
Trafik, sadece can almıyor; ekonomiyi de çökertiyor, iş gücünü azaltıyor, kamu kaynaklarını heba ediyor.
Tesadüfen Yaşamak Değil, Bilinçle Yaşatmak
İnsan hayatı tesadüflere bırakılamayacak kadar kıymetlidir. Bu nedenle sadece yol yapmak değil, trafik kültürü oluşturmak en az o kadar önemlidir.
Toplumun her kesiminde bu kültür yerleştirilmeli; çocuk yaşta başlayan trafik eğitimi, medya kampanyaları, örnek davranışlar ve etkili denetimle desteklenmelidir.
Trafik sorununu çözmek sadece belediyelerin ya da trafik polisinin görevi değildir. Öğretmenin, velinin, muhtarın, gazetecinin, esnafın, öğrenci servisinin, otobüs şoförünün… herkesin görevidir.
Ancak bu ortak sorumluluğu üstlenirsek; sabır, anlayış, empati ve bilinçle hareket edersek bu sorunların üstesinden gelebiliriz.
Unutmayalım, trafikte attığımız her adım; toplum olarak ne kadar medeni, ne kadar saygılı, ne kadar bilinçli olduğumuzu gösterir.
Yolların genişliği değil, yüreklerin açıklığıdır önemli olan.