Eskiden kıymetli olan saklanırdı.
Değerli olan, örtülür, içte taşınır, gösterilmezdi.
Bugünse saklanan değil, gösterilen değerli sayılıyor.
Çünkü çağ değişti; görünmek, yaşamanın önüne geçti.

Her şey göz önünde artık. Yemekler, ibadetler, yardımlar, sevinçler, hatta ölümler…
İnsanlar yaşadıklarını değil; yaşadıklarını gösterdikleri, paylaştıkları ölçüde var olduklarını düşünüyor.

Oysa düşünmüyoruz, teşhir ediyoruz.
Hissetmiyoruz, sunuyoruz.
Görmüyoruz, yalnızca görünmek istiyoruz.

Teşhircilik bir davranıştan öte, çağımızın ruh hâline dönüştü.
Eskiden psikolojik bir sapma kabul edilen bu tutum, bugün “normal”leşti.
Sosyal medya, bu yeni teşhir kültürünün sahnesi oldu.

Artık bir kahve bile içiliyorsa paylaşılmalı.
Çünkü gösterilmeyen bir an, sanki yaşanmamış sayılıyor.

Ama sormadan edemiyoruz:
Ne kadar çok şey gösteriyorsak, acaba o kadar az mı yaşıyoruz?

Gösterme arzusu, derin bir eksikliğin dışavurumudur.
İçini dolduramayan insan, dış görünüşle var olmaya çalışır.
Beğenilmek, onaylanmak, fark edilmek…

Modern insan, kalabalıklar içinde görünmek için çırpınan ama aslında fark edilmediğini bilen yalnız bir figüre dönüştü.

Oysa insan yalnızca göz için değil, gönül için de yaşamalı.
Kalabalıklara değil, hakikate seslenmeli.
Görünür olmak için değil, görmeyi öğrenmek için yaşamalı.

Eskiler mahremiyeti bir edep bilirdi.
Şimdi teşhir çağdaşlık; gizlenmek, geri kalmışlık gibi algılanıyor.

Ama en büyük zarafet, saklamayı bilmektir.
Gösterilen değil, korunan değerlidir.
Tevazu sessizlikte büyür; gösteriş ise iç boşluğun süslü çığlığıdır.

Cemil Meriç’in çarpıcı uyarısı hâlâ geçerli:

“Teşhir, cehaletin narasıdır.”

Bazen bir çam ağacına bakıyorum.
Sessizdir. Kimseye gösterme çabası yoktur.
Ama kök salar, büyür, gölge verir. Ne bir alkış bekler, ne bir beğeni.

Varlığı gösterişsizdir ama derindir.

Belki de insan da biraz ağaç gibi olmalı.
Görünmeden de var olmayı bilmeli.
Gölgemiz konuşmalı, meyvemiz anlatmalı; adımız değil.

Şimdi yeniden düşünme zamanı:
Görünmek mi istiyoruz, görmek mi?
Gösterilmek için mi yaşıyoruz, anlamak için mi?

Zaman biraz susma, biraz sadeleşme, biraz içe dönme zamanı.
Belki de en çok şimdi, mahrem olanı hatırlamanın vaktidir.

Durmuş ÇELİKTEN
Eğitimci - Yazar