Hayatın en temel sorularından biri şudur: “Önce neyi yapmalı, sonra neyi ertelemeli?”
Ne yazık ki biz, millet olarak bu soruya net bir cevap vermekte zorlanıyoruz. Çoğu zaman aciliyeti olmayan şeyleri önceliyoruz, asıl elzem olanları ise ya erteliyoruz ya da tamamen görmezden gelebiliyoruz. Böylece hem iş hayatında hem de sosyal yaşamda öncelik sıralamasını kaybediyor, günü kurtarmakla yetiniyoruz.
Ertelemenin Gizli Psikolojisi
Bu tercihlerin elbette tesadüfî olmadığını biliyoruz. Altında hem psikolojik hem de sosyolojik sebepler var. Psikolojik olarak insan zihni, kolay ve anlık tatmin sağlayan işleri öncelikli görmeye yatkındır. Zor, meşakkatli ve uzun vadeli fayda getirecek işlerse sürekli ertelenir. Sosyolojik olarak ise toplum baskısı ve çevrenin gözü önceliklerimizi belirliyor.
Görsellik Çağının Tuzakları
Yaşadığımız çağ bir “görsellik çağı.” İnsanlar ihtiyaçlarını değil, vitrine konulabilecek olanı tercih ediyor. İhtiyacı olmadığı halde aldığı eşya, sadece “görsünler” diye yapılan işler ya da içi boş gösterişli etkinlikler hep bu çağın tuzakları. “Desinler” kültürü, gerçek ihtiyaçların önüne geçiyor. Böylece önce-sonra dengesi tamamen altüst oluyor.
Maslow’un Merdivenini Unutmak
Aslında bireysel ve toplumsal önceliklerimizi değerlendirmek için Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi bize güçlü bir çerçeve sunuyor. En altta fizyolojik ihtiyaçlar, ardından güvenlik, aidiyet, saygı ve en üstte kendini gerçekleştirme gelir. Fakat biz çoğu zaman bu basamakları karıştırıyoruz. Kişi henüz güvenliğini, ekonomik düzenini sağlayamamışken statü ve gösteriş peşine düşüyor. Devletler de aynı yanılgıya düşüyor; temel altyapı, adalet, eğitim ve güvenlik gibi “alt basamaklar” hâlâ eksikken, vitrine koyabilecek “görsel projelerle” uğraşabiliyor.
Sinop’a baktığımızda da bu durum çok net görülüyor. Bugün şehrin en temel meselelerinden biri su sorunu. Mahalle çeşmelerinin kuruması, kesintiler ve altyapı yetersizlikleri halkı doğrudan etkiliyor. Bir diğer mesele ise köy yolları. 2025 yılını yaşıyor olmamıza rağmen hâlâ bazı köylerin yolu toprak… Kışın çamur, yazın toz içinde kalan bu yollar, köylünün pazara ulaşmasını, öğrencinin okula gitmesini, hastanın ambulansa yetişmesini zorlaştırıyor. Yani Maslow’un en alt basamağı olan fizyolojik ihtiyaçlar dahi tam anlamıyla karşılanamıyor. Buna rağmen kimi zaman kısa vadeli, vitrinlik projeler öne çıkabiliyor. Oysa Sinop’un uzun vadeli geleceği için önce altyapı, içme suyu ve yol güvenliği gibi temel basamakların sağlamlaştırılması şart.
Toplumdan Devlete Yansıyan Hâl
Biz bireyler böyle davranınca seçtiğimiz veya atadığımız yöneticiler de farklı bir çizgi izlemiyor. Halkın önceliklerini nasıl ters yüz ettiğini gören devlet, aynı alışkanlığı kurumsal düzeye taşıyor. Yıllardır konuşulan ama temel ihtiyaç niteliğindeki meseleler erteleniyor; buna karşılık günübirlik, göze hoş gelen işler “başarı” diye sunuluyor. Bu, bireysel psikolojiden devlet yönetimine sirayet eden bir kültürel sorun. Sinop’un su krizinin ya da köy yollarının çözümünün ötelenmesi, bu durumun en somut göstergelerinden biri.
Kısa, Orta ve Uzun Vadeli Bakış
Maslow’un hiyerarşisini dikkate almak hem bireye hem devlete hem de şehirlere bir yol haritası sunuyor.
• Kısa vadede: Önce temel ihtiyaçlar… Birey için bu, sağlığını, işini ve ailesini düzene koymak; devlet ve şehirler içinse güvenlik, adalet, gıda, enerji, su ve yol gibi yaşamsal alanları sağlam temellere oturtmaktır.
• Orta vadede: Aidiyet ve saygı… Birey sosyal çevresiyle, toplum ortak değerleriyle güçlü bir bağ kurar. Devlet ve şehirler ise vatandaşına adil ve eşit muamele ederek güven tesis eder; göç veren Sinop gibi şehirlerde aidiyet duygusunu yeniden inşa eder.
• Uzun vadede: Kendini gerçekleştirme… Bu noktada birey potansiyelini açığa çıkarır, toplum ve devlet de bilim, kültür, sanat ve medeniyet üretimiyle dünyada özgün bir yer edinir. Sinop içinse bu, doğal güzelliklerinin ötesine geçip kültür, turizm ve üniversite şehri kimliğiyle kendini dünyaya tanıtması demektir.
Çıkış Yolu
Çözüm, öncelikleri bu basamaklara göre yeniden tanımlamak ve kısa, orta, uzun vadeli projeksiyonlar geliştirmek. Hem birey hem toplum hem de devlet, “önce” ile “sonra” arasındaki dengeyi kurmayı bir yaşam biçimine dönüştürmek zorunda.
Çünkü kaybolan şey sadece zaman değil; aynı zamanda hayatın düzeni, emeğin değeri ve geleceğin inşası.
Peki biz gerçekten Maslow’un merdiveninde hangi basamakta duruyoruz: temel ihtiyaçlarda mı, yoksa kendimizi gerçekleştirme yolunda mı?
Durmuş ÇELİKTEN
Eğitimci-Yazar