Bulunduğumuz durumun nedenini  bilgi, istikamet veya kaynak kaybı ile izah edemeyiz.Zira kaybını öne süreceğimiz her şey kendi dönemlerine hayat verdiğinden daha düzenli bir biçimde elimizin altındadır.Buna rağmen, elimizdeki bu  bilgi,hikmet ve kaynak; bizi  uyuşukluk, geri kalmışlık ve zillete düçar olmuş hayatın nedeni  bir sistemin sahibi kılmaktadır.Çünkü hiçbir çıplak bilgi, işlenmemiş kaynak, yanlış tanımlanmış hayatla ilgisi olmayan retorik,  arzu ettiklerimizi  bize vermeye gücü yetmez.Geçmişimizin parlak dönemleri  sayılan kaynaklardan çok, onları algılama,  anlama ve hayatın içine dahil etme sürecini gerçekleştirmeleri ile ilgilidir.Ecdad mevcut menbaadan nasıl istifade edeceklerine dair kendilerine izzet bahşeden usulu icat ettiler.Bizse, bir nehirde iki kez yıkanılamayacağa gerçeğini göz ardı ederek, asırlar sonra hala onların çözüm biçimlerini birebir uyguladığımızda çıkan sonuçları görüp onlara küfretmekle meşgulüz.Oysa bizim an itibariyle ihtiyacımız olan şey yeni bir ‘Tuz’ oluşturmaktır.Geçmiş oluşturduğu tuz ile başarı elde etti.Şimdi biz kendi tuzumuzu oluşturup, tarzımızı geliştirmek, anlama biçimimizi  yenilemek zorundayız.
            İhtiyacımız olan ‘Tuz’dur.Tuz’u kurmanın yolu ise hiç kimseyi suçlamadan, içinde yaşadığımız zamanı bütün problemlerini kapsayacak biçimde anlayıp yorumlamak, kendi imkanlarımız ile duygusal  travmalardan arınarak yüzleşmek, vahiy menbaının öncelikli kıldığı  hudutlar doğrultusunda özgüvenle hür biçimde arayışı diri kılmakla mümkündür.Sıkıntımız, bizi diri kılan kaynaklarla ilgili olmayıp, tamamen onları anlama, aktarma ve uygulama biçimi ile ilgilidir.Tuz’dan kasıt da budur.Bu bağlamda, yaşam içindeki savrulmalarımızı sonlandırmanın en yetkin yolu da hür düşünce ve özgüven olmalıdır.Yine,  geleneğin her şeyiyle kötü olmadığı gibi, bize üstünlük sağlamış modern medeniyetin de bütünüyle iyi olmadığını görmek zorundayız.Kaldı ki, içinde bulunduğumuz dönemde insanlığın kilit problemleri, geçmiş ve mevcut dönem arasında dengeli bir vasatın kurulamama nedeni  ile izah edilebilir.
               Bütün bunları gerçekleştirmenin en etkin, ve olmazsa olmaz şartı i ise,  görüş ve düşünceleri safsataya dayalı ele alma biçiminden uzaklaşarak dile getirmektir.Sokrates, kendi döneminde retoriği belden aşağa bir konuşma tarzı haline getiren sofistlere karşı amansız bir mücadeleye girmiş ve ‘retorik sözcüklerle, felsefe kavramlarla yapılır’ demiştir.Bulunduğumuz dönem itibariyle üzücü olmakla birlikte konuları ele alış tarzımız sofistlerden daha farklı değildir.Bu noktada  yapılacak en önemli şey, düşüncelerimizi izah edeceğimiz kavramlar üretme zorunluluğudur.Bunları üzerine bine edeceğimiz paradigma ise ‘insan nedir’ sorusuna vereceğimiz cevapla şekil alabilir.Günümüz medeniyetine şekil veren  anlayış İnsanı ve yaşamı  dünyevilik üzerine kurarak tanımladı.İçinden geçtiğimiz yaşam biçiminde oluşan,  ağır sömürü ve isitismar ortamı ile edinilen tecrübe ise sekülarizmi yanlışlayan bir mahiyet arzeder.Bizim kendi tarih ve değerlerimizden yararlanarak oluşturacağamız yaşam biçimi, komplex ve taklidden arınmış,  saygınlığını özünde yakalamış, hür olmanın ağır sorumluluğunu idrak etmiş, akletmenin taşıdığı derinliklerden istifade ederken,  vicdanın Allah ile kurduğu bağdan an be an istifade edebilen oturmuş bir zihniyetin  işleyişi ile mümkündür.