Dünya Engelliler Günü dolayısıyla 3 Aralık tarihinde pek çok ülkede halkı bilgilendirmek, bilinçlendirmek, sorunlara dikkat çekmek, kolay yoldan çözüme kavuşturmak, daha fazla hak elde etmek,  insanlar arasında farkındalık oluşturmak, engelli bireyleri topluma kazandırmak, ihtiyaçların zamanında kurumlarınca karşılanması için çekilen sıkıntıların ve taleplerin dile getirildiği çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Sadece 3 Aralık’ta değil, takip eden günlerde de konferanslar, paneller, sanat etkinlikleri ve bilinçlendirme kampanyalarının gerçekleştirildiği biliniyor. 
Bu etkinlikler, çoğu yerde kamu kurumlarının son yıllarda başlattığı kurumsal sosyal sorumluluk projeleri kapsamında sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğine gidilerek, kimi yerde de okullardan ya da üniversitelerden destek alınarak sivil toplum kuruluşlarınca yapılıyor.
Engellilerin toplum yaşamına nasıl katılacakları ve en iyi nasıl desteklenecekleri hususu insanlığın karşısında her çağda ahlaki ve siyasi bir mesele olarak çıktığı görülmektedir.
Engellilik alanında, geçmişten günümüze kadar aşama aşama gelen ve her çağda yaşanan temel bir bakış açısı değişimi var.
Her çağda tüm dünyada engellilik konusu evrensel normlara oturtulmuş ve devletlere bu alanda önemli sorumluluklar yüklenmiştir. 
Herkes yaşamının bir döneminde geçici veya kalıcı biçimde engelli olabilir ve ilerleyen yaşlarda işlev kaybı yaşaması ihtimal dahilindedir. 
Geniş ailelerde çoğu kere engelli bir birey bulunur. Engelli olmayan bireyler, genellikle engelli akrabalarının bakımıyla ve desteklenmesi sorumluluğunu taşır. 
Yakın tarihimize kadar engelliliğin ne olduğunu, ne anlama geldiğini, yaşamdan beklentilerinin neler olabileceğine dair “korunması, gözetilmesi, yardım ve destekte bulunulmasının” dışında pek bilen yoktu. Oysa engellilik insan olmanın bir parçasıdır ve insanlık tarihi kadar eskidir.
Öyleyse engellilik nedir? Engellilik karmaşık, dinamik, pek çok boyutu bulunan ve tartışmalı bir olgudur.
Kısa adı ÖZİDA olarak bilinen şimdi ise mülga olan Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından 2009 yılında Türkiye genelinde 4 binin üzerinde kişiyle yapılan “Toplum Özürlülüğü Nasıl Anlıyor Temel Araştırması” bulgularına göre; engelli dendiğine aklınıza ne geliyor? sorusuna en yüksek cevap oranı ile katılımcıların %24.2’si, “yardıma muhtaç” kişi cevabını verdiği sonuç raporlarından anlaşılmaktadır.
Türkiye’de 2005 yılında kabul edilen “Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” engellilerle ilgili temel kanundur. Bazıları tarafından eksik bulunsa da devrim niteliğinde engellilere yönelik yasal bir düzenlemedir.
Kanun incelendiğinde vatandaşların engellilere olan bakışını ve anlayışını doğduran yansıttığı rahatlıkla söylenebilir. 
Söz konusu kanun engelli bireyi, doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi olarak tarif etmektedir.
Kanunda da vatandaşların engellilere temel bakışı olan “korunmaya ve yardıma muhtaç kişiler” tanımı bu bakış açısını çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Kanundaki tanıma kaynaklık eden “korunmaya ve yardıma muhtaç kişiler” algısı toplum tarafından da paylaşılmakta ve engellilere karşı temel tutumu belirlemektedir.
Engelliler ise, dünya hayatında bağımsız yaşamayı arzularken, kendi ayakları üzerinde hayat mücadelesi vermenin gayreti içerisindeler. 
Bunun için de yaşam alanlarının günlük hayatı kolaylaştıracak şekilde tasarlanmasını ve binaların, sokakların, yaya kaldırımlarının, ulaşım araçlarının, kamusal alanların, park ve bahçeler ile birlikte diğer fiziksel mekanların yeniden düzenlenmesini, kısaca, her araç, mekan ve alanın erişilebilir ve ulaşılabilir olmasını şiddetle talep etmektedirler.