Türkiye ekonomisi bir süredir dört temel unsur arasında sıkışıp kalmış durumda: Faiz, döviz, altın ve borsa.

Vatandaş birikimini Türk lirasında tutamıyor; çünkü enflasyon canavarı birikimleri eritiyor. Bu yüzden insanlar, parasını nereye koyacağını bilemez hâlde. Ne elindekini koruyabiliyor ne de geleceğe güvenle bakabiliyor.

Ekonomi âdeta değirmen taşları arasında ezilen buğday gibi... Ortada ne memnuniyet verici gerçek üretim var ne de istikrarlı bir yatırım ortamı.

Bu sıkışıklık sadece bireylerin değil, sistemin bir sorunu sanki. Çünkü finansal araçlar artık uzun vadeli ve istikrarlı yatırımların değil, "al-kazan-çevir" ya da "bekle-sat-kaç" stratejilerinin adresi hâline gelmiş durumda.

Faiz oranları piyasa gerçeklerinden uzak; döviz, iç ve dış siyasi gelişmelere endeksli; altın bir nevi “ekonomik sigorta”; borsa ise yabancı sermayenin girip çıktığı bir geçiş limanı olmuş.

Sonuç ortada: Yatırım yok, üretim yok, güven yok.

Bugün ekonominin en büyük düşmanı bu belirsizlik ortamı. Üstelik çok sinsi... Rakamlarla tam olarak görünmese de etkisi her yerde hissediliyor. Yatırımcı yatırım yapmıyor, girişimci yeni iş kurmuyor, vatandaş harcamaktan çekiniyor. Herkes temkinli, herkes gergin.

Bu atmosferde üretim duruyor, istihdam düşüyor ve refah seviyesi geriliyor.

Oysa kurtuluşun yolu belli, ama kolay değil. Acilen üretime dönmemiz gerekiyor. Üretmeden büyümek, kalkınmak, döviz bulmak mümkün değil.

Türkiye’nin enerjisi, kaynağı, zekâsı var; ama yönü ve dengesi yok. Politika yapıcıların günü kurtaran değil, geleceği inşa eden adımlar atması gerekiyor.

Kısacası, bugünü yöneten değil, yarını kuran stratejilere ihtiyaç var.

Ülkemizin sıcak para akışıyla değil; yatırım, üretim, istihdam ve ihracatla döviz kazanması şart. Ayrıca gelir dağılımı konusu artık ertelenemez bir hâl aldı.

Asgari ücretlinin, emeklinin yani orta tabakanın alım gücü eridikçe iç tüketim çöker. Tüketim çökünce üretim durur. Zincir böyle ilerliyor.

Bu yüzden adil ve dengeli bir ücret politikası olmadan ekonomiyi ayağa kaldırmak mümkün değil. Eskiden asgari ücretli kira artışını bu kadar dert eder miydi? Elbette hayır.

Ücretler dengelenmeli; enerjimiz üretime, birikimlerimiz yatırıma, kaynaklarımız ihracata yönlendirilmeli. Çünkü ekonomi sadece rakamlarla değil, psikolojiyle de yönetilir.

Güven varsa dışarıdan döviz gelir; yabancı yatırımcı üretime katkı sağlar. Yerli tasarruflar da faize, altına, dövize ya da borsaya değil, yeni iş alanlarına yönelir. Ama belirsizlik ortamında hiçbir şey filizlenmez.

Artık karar zamanı. Ya faiz-döviz-altın-borsa dörtgeninde dönen bu kısır döngüyü kıracağız ya da her geçen gün biraz daha fakirleşeceğiz.

Yol belli, araç belli... Sadece sağlam bir rota ve kararlı bir irade gerekiyor.

Yoksa, değirmen taşı dönmeye devam eder; buğday ise ezilmeye...