İnsan, bir imtihan hayatındadır. İmtihanın her anı bir olmayabilir. Normal günlük
yaşamımızdaki imtihanlarda bile bazen bildiğiniz yerlerden gelen sorularla mutlu olur
bazen de bilmediğiniz konularla muhatap olur canınız sıkılabilir.
Hayatımız da böyle değil mi? Günlük koşuşturmalar içinde sevindiğimiz ve
üzüldüğümüz anlar olabilmektedir. Sevinçlerimiz bize mutluluk, üzüntülerimiz ise
karamsarlık vermektedir. Aslında bu durumlar bir imtihan dünyası için yaşanılması
normal olan hallerdir. Zaman zaman bizler imtihan hayatının bu noktasını
unutarak kendimizi karşılaştığımız can sıkıcı meselelerden dolayı bedbaht bir hale
sokabilmekteyiz.

Allah Teâlâ, “Biz insanın kaldıramayacağı yükler yüklemeyiz” (Bakara Suresi, 2/
286) buyurmaktadır. Demek ki insanın günlük hayatta işlerimizde kullandığımız
aletler gibi bir istiap haddi bulunmaktadır. Yaratan Rabbimiz hiçbirimize adaletinin
bir tecellisi olarak gücümüzün üstünde bir yük yüklememektedir. Karşılaştığımız
problemlerde aklımıza ilk gelmesi gerekenin aslında bu olduğunu bilmek ve
mücadeleye devam etmek gerekmektedir. Gücünün farkında olmayan kişiler,
içinde bulundukları durumdan çıkışın ancak hayatlarına son vermekle olabileceğini
düşünmektedirler.

Toplumda ara ara insanların hayatlarına son verdikleri görülmektedir. İntihar
edenlerin hem normal halktan biri hem de bilgi ve becerileriyle temayüz etmiş
kişilerden olduğu tespit edilmektedir. İntihar etmede kişide bilgi seviyesinden ziyade
dünyanın bir imtihan hayatı olup-olmadığını bilme etkili olacaktır. Siz pozitif ilimleri
çok iyi bilirken manevi dünyanızı ihmal ederseniz sıkıntılı zamanlarınızda yardımcı
olabilecek, çıkış yolu sağlayabilecek bir unsuru devre dışı bırakmış olursunuz.
Rasûlüllâh (s.a.v.) de Mekke’de Peygamberlikle görevlendirildiği ilk zamanlarda
bir ara vahiy kesilmişti. (Buhârî, Bed’ül-Vahy, 1) “Müşrikler, Muhammedi Rabbi
terk etti” (Müslim, Cihâd ve’s-Siyer, 106) diye alay etmişlerdi. Allah Rasûlü de
bu ifadelerden dolayı çok müteessir olmuş ve dağlara çıkmıştı. Kendisi vahyin
olmadığı bir ortamda ölüm daha iyi diye düşünüyordu. Ama arkasından ayetlerin
inmeye başlamasıyla rahatlamıştı. Medine döneminde çölde yaşayan ve İslâm’ı
çok iyi bilmeyen bedevilerden bir kısmı Peygamber (s.a.v.)’i görmeye gelmişlerdi.
Ancak Medine’nin havası onlara çok sıkıcı gelmiş, Allah Rasûlü’ne de bunu
söyleyememişler ellerini kesmek suretiyle intihara yeltenmişlerdi.

Yukarıda zikredilen olaylar aslında bize bazı öğütler vermektedir. Allah Rasûlü
buhranlar içindeyken gelen vahiyle rahatlamıştır. Kendisine çıkış yolunu bizzat
Allah Teâlâ göstermiştir. İnsanın duygu ve düşünce olarak kendini aciz hissettiği
zaman mutlaka yaratan Rabbine sığınarak bir çıkış yolu bulabileceği buradan bize
öğretilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatı dikkatlice okunduğu zaman onun
yaşadığı birçok olayın yaşanma hikmetlerinin olduğu görülecektir. Her bir yaşanılan
olayda bizler için değerli hikmetler ve dersler bulunmaktadır.

İmam-ı Şâfiî, “Hakkın boş bıraktığı yeri batıl doldurur” demektedir. İntihar eden
insanların yaşantılarında mutlaka bir şeylerin boşluğu vardır. Çünkü boş bırakılan
alana şeytanın ve nefsin isteğiyle hayatımıza son verme düşüncesi hâkim olmuş ve
Allah korusun fiiliyata yansıtılmış olunabilir.

Bu noktada, pozitif ilimlerin yanında manevi dünyayı önemsememiz gerekiyor. İnancı
güçlü olan ve başına gelen musibetlerin yaratanın takdirinde olduğunu bilen hiçbir
insan intihar noktasına gelmemelidir. Başa gelen sıkıntı her ne olursa olsun mutlaka
onu verenin de Rabbi olduğunu bilir ve rahatlar. Çünkü Allah bazen kullarının
başlarına musibetleri vererek de onların kendisine olan sevgilerini ölçmektedir.
Peygamber (s.a.v.), “Allah kimin hakkında hayır dilemişse onu imtihan eder” (Buhârî,
Merda, 1) buyurmaktadır. Biz bile günlük hayatımızda sevdiklerimizin sevgilerinin
gerçek olup-olmadığını kontrol etmiyor muyuz?
Allah, insana canı emanet vermiştir. Canımızın sahibi odur. Biz, kendi canımıza
kıyarak aslında onun iradesine karşı gelmekteyiz. Verenin de, alanın da o olduğunu
bilmek durumundayız. Alın yazımızı onun vermiş olduğu irade ile onun yoluna amade
kılmayı başarmalıyız. Değilse hem dünyamızı hem de ahiretimizi heba etmiş oluruz.
Hayatta önemsediğim bir cümle vardır. “Nasrettin hocaya kader nedir diye sormuşlar.
O da hiç benim dediğim olmuyor ki demiş.” Bizler yaratanın bize verdiği can
emanetini aldığımız değerde ve onun rızasına uygun bir yaşantıyla değerlendirerek
murat ettiği son nefese kadar korumalıyız. Ne mutlu, her an nefsine hâkim olan,
sıkıntılar karşısında canını canların canı uğrunda muhafaza edebilenlere.