Kur’an-ı Kerim'in aşığı, hizmet ehli, yürek fatihi, dava adamı, âlim ve mücahid. Yirminci yüzyıla damgasını vurmuş, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı olarak Selâtin camileri adıyla bilinen, Yeni Camii, Şehzade Camii ve Sultan Ahmet Camilerinde vaizlik yapmış, zülcenaheyn “ iki kanat sahibi”.

Sizlere otuz yaşında profesör olmuş bir üstaddan (Allah dostundan) bahsetmeye çalışacağım. İşte böyle bir zatı yazmak, benim gibi aciz birinin işi değildir. Ancak bildiğimiz ve tanıdığımız kadarıyla bu dava büyüğünü, İslama ve Hz. Kur'an'a hizmetlerini karınca kararınca yazıya dökmeğe gayret edeceğim. 

Süleyman Efendi Hz. Hayatı:
Süleyman Efendi (k.s.), Osmanlı Devleti egemenliği döneminde, bugünkü adıyla Bulgaristan'ın Silistre şehrinin Ferhatlar köyünde miladi 1888 yılında dünyaya geldi. 

Babası, tahsilini İstanbul’da tamamlamış ve Silistre’nin Satırlı Medresesi’nde yıllarca müderrislik etmiş, Osman Fevzi Efendi’dir. Dedesi ise Kaymak Hafız namıyla maruf bir zat olup 110 yaşına doğru vefat etmiş olan Mahmut Efendi’dir. Hoca zadeler olarak bilinen bu asil ailenin ceddi İdris Bey’e dayanır. İdris Bey, Peygamber (s.a.v)’in torunu olan Hz. Hüseyin efendimizin soyundan gelen bir zattır. Onun için Fatih Sultan Mehmet, direk Peygamber (s.a.v)’e nesebi dayanan İdris beyi buldurmuş, onu Tuna Hanı olarak vazifelendirmiş ve üstelik kız kardeşi ile de evlendirmiştir. Bu evlilik vesilesi ile Hz. Fatih Süleyman Efendi 'nın dayısıdır.Peygamberimiz (s.a.v)’in soyuna dayanmakla Hz. Üstad, seyyittir.

Osman Fevzi Efendi, İstanbul’da tahsiline devam ederken rüyasında, vücudundan kopan bir parçanın gökyüzüne çıkıp etrafa ışıklar saçtığını görür. Rüyayı, sulbünden gelecek bir evlâdının dünyayı manen aydınlatacağı şeklinde tabir eder. Bu istidadı; Fehim, Süleyman Hilmi, İbrahim ve Halil isimli dört oğlundan Süleyman Hilmi’de görür. Onun yetişmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz ve fevkalâde alâka gösterir.

Süleyman Efendi, ilk tahsilini Silistre Rüşdiyesi’nden sonra Satırlı Medresesi’nde yaptı. Daha sonra babası, tahsilini tamamlamak üzere onu İstanbul’a gönderdi ve şu tavsiyede bulundu: ‘Oğlum! Usul-u fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun, mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun.’’

Süleyman Efendi, İstanbul’da Fatih dersiamlarından ve devrin meşhur âlimlerinden Bafralı Ahmet Hamdi Efendi’den birincilikle icazeti aldı. Bilâhare Dâru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medreses-i Kısm-ı Âli’yi bitirdi ve ihtisasını yapmak üzere Medresetü’l-Mutehassısîn’in Tefsîr ve Hadîs şubesine girip birinci derece ile mezûn oldu. Aynı zamanda giriş imtihanını birincilikle kazandığı Medresetü’l-Kuzât (Hukuk Fakültesi)’dan da mezun oldu. Böylelikle devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi kazanmış oldular.

Süleyman Efendi Hz. Hizmet Anlayışı
Allah'ı seven,davasını dert edinir.Davası Allah olan'ın,destekçisi   Hz. Allah'tır.

Süleyman Efendi  yaşadığı dönem,zifiri bir gece gibiydi. Zifiri gecelerin bir özelliği vardır. Yıldızlar çok parlarlar. Aslında yıldız gündüzünde parlar fakat gündüz yıldızı kimse göremez. Çünkü gündüzün ışığı yıldızın ışığını bastırır. İşte Hz. üstadın içinde yaşadığı devir zifiri karanlık bir geceye benziyordu. Gecenin karanlığına çakılıp kalmadı. Umudunu kaybetmedi. Allah davasına yardım edenin yardımcısı Hz. Allah idi. Şuna inanıyordu. Her gece iki gündüz arasındadır. Gecenin en karanlık anı, fecre en yakın zamanı olduğuna biliyordu.

Öyle bir devirdi ki, imanı yaşamak közü elde tutmak gibiydi. Elde tutsa el yanacak yere atsa yer yanacaktı.Büyük günahların alenen işlendiği,kıyamet alametlerinin zuhura durduğu,dünyanın ahir ömrünün son dönemecini döndüğü,kıyamet senaryolarının dilden dile dolaştığı,hayrın şer şerrin ise hayır olarak gösterildiği,dede ile torunun anlaşamayıp babanın tercuman olduğu,geçmişi ile bağının kopartıldığı,geri kalmanın sorumlusu yobaz din adamlarına ve İslam'a mal edildiği,maddiyyatın ön plana alınıp maneviyatın söndürülmeye çalışıldığı,Allah demenin bile yasak olduğu ,alimlerin kendi kabuğuna çekilip pasif olduğu bir zamanda parlayan bir yıldız ve aktif bir dava adamı olarak ortaya çıktı  Süleyman efendi Hazretleri.Davetçi olmak iki ayaklı dua olmaktı.O,zor olanı,çetin olanı seçti.Alemlere rahmet olanın yolunda yürümek böyle olmayı gerektiriyordu.Babası Osman efendinin rüyası zuhur ediyordu. Bir yıldız gibi etrafına ışık saçmaya başladı. Manevi vazifeyi yüklenmişti. Bu bir emanetti. Emanete sadakat Hz. Allah’a sadakatti. Manen devraldığı bu manevi sancağı yere düşürmemeliydi. Kolları sıvadı Ya Allah Bismillah dedi. Onun zihninde Bismillah demek;‘’Ben bu hizmeti Allah sayesinde yapıyorum’’ demekti.Bismillah demek;‘’Ben bu hizmete Allah’ı dâhil ediyorum’’ demekti.Bismillah demek;‘’Allah’tan yardım istiyorum ‘’ demekti.Bismillah demek’’Ben bu hizmeti Allah’a ısmarlıyorum’’ demekti.

Allah var. Allah’a iman var. İman varsa imkân’da var. Allah’ın olduğu yerde imkânsız diye bir şeyden söz edilemezdi.

Dahası Hz. Allah sonsuz imkândı. Hz. Kur’an imkândı. Hz. Peygamber (s.a.v) imkândı. Namaz imkândı. Oruç imkândı. Kürsüler imkândı. Yol, çarşı, köy, kasaba, vasıta, çiftlik, mağara, ağaç gölgelikleri, ders okutmak ve talebe yetiştirmek için birer imkândı. Bütün bu imkânlardan yararlanmayı bildi.

Evlatlarının geleceğini düşünürken, yaşadığı toprakların geleceğini düşünürken, ait olduğu İslam medeniyetinin geleceğini düşünürken hep Allah-u Teâlâ’yı hesaba kattı. Hz. Allah (c.c)’ü ayeti kerimede Ve kul cael hakku ve zehekal batil, innel batile kane zehuka. De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (1)Belki kendisi batılın yok olduğunu dünya gözüyle göremese de yetiştirdiği evlatları onu görecekti. Bu da Allah’ın yardımı, Peygamber (s.a.v)’in şefaati ve himmet ehlinin duasıyla gerçekleşecekti. Buna inanıyor ve evlatlarını buna hazırlıyordu. Çardaklarda okuttuğu evlatlarına umut aşılıyor, gelecek günleriniz bu günlerinizden daha iyi olacak, beldelerden beldelere, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere tayyarelerle gideceksiniz ve birde yoruldum diyeceksiniz, ben göremeyeceğim ama siz o günleri de göreceksiniz diyordu.



Yine öyle bir devirdi ki o devir, medreselerin kapısına kilit vurulmuş, Ezanı Muhammedi asli hüviyetinden çıkartılmış, Kur’an-ı öğretirken yakalanmak kalpazanlık yapmaktan daha ağır bir suç sayılmış. İşte böyle bir zamanda pasif iyi ile aktif iyi, hizmetinde samimi olan ile samimi olmayan, çağı iyi okuyanla çağı iyi okuyamayan, etliye sütlüye karışmayan nemelazımcı âlimler ile ümmetin iman derdiyle dertlenen âlimler böylece ayrılmış oluyordu.

Mesela, medreselerin kapatılması esnasında Süleyman Efendi’nin bir duruşunu görüyoruz. Müderrislerin sayısı 500-520 civarındadır. Çıkarılan bir kanunla hepsinin asil vazifesi olan müderrisliklerine son veriliyor, kendileri hükümetin uygun göreceği imamlık, vaizlik veya emeklilik gibi yeni vazifelere tayin edilecekleri söyleniyor. Müderrislerin hemen hepsi bu fiili durumu kabullenmiş gibi görünüyorlar. Yalnız Süleyman Efendi, bu hadisenin din ilimlerinin ve Kur’an ilimlerinin kaybolmasına sebep olacağını düşünüyor ve diğer arkadaşlarına şu ikazları yapmıştır:“Ey dersiamlar! Sizler bu memlekette, bugün için dinin teminatlarısınız. İkişer, üçer kişi oturup, onlara dini öğretirseniz asgari 50 sene bir-iki nesil boyu İslam’ın ömrünü uzatmış olacaksınız. Bunu yapmazsanız, huzur-u İlahide mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız.” diyordu.

Vaizlik yapıyor. Hizmette de boş durmuyor. Amele pazarlarında talebe buluyor, onları okutuyor. İlim tahsil etmesi için çocuğumu getirdim kaç lira istersin diyen babaya; ‘’Talebeden para alınmaz. Talebeye para verilir. Okusun da, dinine, kitabına, milletine hizmet etsin” buyuruyordu. 

Bunun yanında talebe okutmaya başlıyor. Talebelerine maişet endişesi içinde olmamalarını tavsiye ediyor, Allah için okuyan kimsenin dünyalığının da iyi olacağını söylüyordu. Talebelerine; Oğlum!‘’ ilimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp istikbal sevdasına daldıkları şu günlerde Mevla’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref verilen bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah Rasulü’ne yönelen, gölge gibi dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahreti kazanamaz. Zira Ahiret hakikat, dünya haleftir. Eğer ağacı kökünden götürürsen gölge de beraberinde gelir.” diye malumat ve tavsiyelerde bulunuyordu. Bu yumuşak muameleden talebeleri fevkalade memnun olup etkileniyorlar ve hocalarının istediği gibi bir talebe olmaya gayret sarf ediyorlardı.

Talebelerinin sayısı artınca “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği” ismiyle kurslar açıyor yetiştirdiği talebelerini oralarda istihdam ediyordu. Osmanlı zamanında medreselerde yıllarca uzun sürede öğretilen dini ilimleri üç veya dört yıl gibi kısa bir zamanda öğretiyordu. Onun eğitimi merhamet üzere kurgulu idi. Er rahmân. Allemel kur'ân. Rahmân, Kur’an’ı öğretti.(2)  Önce şefkat ve merhamet sonra ilim öğretmekti. Şefkat ve merhameti olmayanın ilim öğretmesi de olamazdı. 

Türkiye dâhil dünyanın neresine giderseniz gidin kurduğu bu hizmet yuvaları Süleyman Efendi (k.s)’un hayatında ne ise şu anda da onu bulursunuz. O talebelerine şöyle diyordu:''Vasıyetim olsun!Tefrikaya düşmeyiniz.Kavmiyyet gütmeyniz.Ehli sünnetin gayri yollara sapmayınız...Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır.Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışma asla elden bırakılmamalıdır.Çünkü Allah'ın nusreti ,maddi ve manevi yardım cemaat ile beraberdir.Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler''.''Evlatlarım!Diliniz sussa haliniz İslam'ı konuşsun''.''Hizmet muvaffak olsunda bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun''.''Bir milletin ıslahı kötülerin imhasıyla değil,yeni neslin eğitim ve terbiyesiyle mümkündür''.''Evlatlarım!Sizin bu alemde ki vazifeniz;bataklığa düşen insanları,düştükleri bataklıktan çıkarmaktır.Öyle ise ümmeti muhammedi ayağınıza beklemiyecek,siz onların ayaklarına gideceksiniz.En ucra yerlere bile bu hizmeti sizler götüreceksiniz.'' Neden kitap yazmıyorsunuz sualine şu cevabı veriyordu.Ben canlı kitaplar yazıyorum.Onlar hiç bir zaman tozlanmayacak,sürekli kendisini okutturacak...diyordu. 

Değerli dostlar!
Bu yurtlardan yetişen hiçbir talebe vatanına ihanet etmiş değildir. Polisine, emniyet güçlerine, jandarmasına silah doğrultan, Molotof atan, devletine, milletine ve vatanına sıkıntı olacak hiçbir eylemin içinde bulamazsınız. Bu hizmette takva öğretilir. Samimiyet öğretilir. Sorumluluk bilinci ile yetişir yetişenler. Bu davada özgürlük şöyle tanımlanır. Özgürlük:Nefsin arzu ve isteklerini yapmamaktır. Batıda özgürlük ise; nefsin arzu ve isteklerini yapmaktır. Bu hizmette kimse kimsenin cehennemine değil cennetine taliptir. Bu hizmette çift dünyalı adam, hem bu dünya hem de ahiret terazisini iyi kurabilen, yaptıklarının hesabının sorulacağı bir âleme de hazırlık içinde olan güvenilir bir nesil yetiştirmektir. İşte Kur’an neslidir onlar. Ehlisünnet ve cemaat çizgisinde bir nesil.Gaye,Allah’ın rızasına nailiyyet.,Maksat;İslâmiyet’in emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve insanlara anlatarak onların dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarına vesile olmaktır. 

Ziraat Mühendisine Edilen Nasihat
Adapazarılı bir zat olan Osman ESLEK, Ziraat Fakültesi’ne devam ettiği yıllarda, Süleyman Efendi’nin yanında ve himayesinde bulunuyordu. Süleyman Efendi’nin, akrabalarından olan bu genç talebeye, beş maddelik bir nasihati vardır. Süleyman Efendi, nasihatleri sıralamadan önce; “Evlâdım! Bu beş hususa riayet edersen, hem cemiyette itibarın hem de ahirette yerin iyi olur” buyurmuşlardır. Beş maddede toplanan bu güzel nasihatler şöyledir:
Evladım!

1-Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol.
Evlâdım! Ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan “söz” olur ve seni cennete götürür, tutmazsan “köz” olur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülâlesine akseder, hepsini hayra götürür.

2-İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol.
Zira en halis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevazı olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz. Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, işini hallet. Sakın ha, “bugün git yarın gel” deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev. İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. “Ben niye onun yerinde olmayayım” deme, elindekinden de olursun. “Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin” diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır. Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.

3-Çalışkan ol, üretici ol.
Zira Peygamber Efendimiz  (s.a.v)“çalışmak ibadettir” buyuruyor. Evlâdım! Alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik... Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil abide dikeceğiz. Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır. Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekârken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum. Ben reklamı sevmiyorum, kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatih ve Beyazıt Camii yanında birer tane çınar ağacım var.

4-Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol.
Münevver kişi, münevvir (nurlandırıcı) kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından dolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir. Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucu ile örtüver...

5-Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al.
Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en “içten geleni” de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, “Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmayı nasip eyle” diye dua ederim. Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir buyurmuşlardır.(3)



Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri, 16 Eylül 1959 Çarşamba günü irtihal buyurdular. Bugün sayısız Kur'an hadimine mürşitlik yapan bu büyük insan dünyanın dört bir yanında ışıldayan Kur'an müesseseleri sayesinde kemalat arşında her gün bir basamak daha yükselmekte ve manevî hizmetine devam etmektedir. Bizler de bu büyük insanın Karacaahmet Kabristan'ında bulunan kabrini ziyaret edip Fatihalar okumalı, feyzinden, manevi tasarruf ve himmetinden istifade etmeye çalışmalıyız. Cenâb-ı Hakk sevenlerini ve bütün Müminleri şefaatlerine nail kılsın. Âmin.

1-İsra s.17/81
2-Rahman s.55/1-2
3- Bu nasihatler Osman ESLEK tarafından 1995 yılında Samsun Yeşilpelit 19 Mayıs Üniversitesi talebelerine  verdiği konferanstan alınmıştır.