23 yıl kadar önce amatör fotoğrafçılığa ilk başladığımda öğrenmiştim: Nehirde yüzen ördek mi çekiyorsun, 3 tane ördeği çek; oynayan çocukları mı fotoğraflayacaksın, kadrajda 3 çocuk olsun. Bu kuralı yıllardır uygulamaya dikkat ederim.

Tabi bu “Üç Unsur”un uygulandığı yer sadece fotoğrafçılık değil...

Örneğin bize verilen kurumsal iletişim eğitimlerinde anlatılırdı ki, müşterinize ürünlerinizin  bütün özelliklerini uzun uzun anlatmak yerine sadece üç temel özelliğini vurgulayın. 

Sunduğunuz bir hizmetin sayısız faydasını anlatmak yerine üç temel faydasına odaklanın.

Nedeni de şu:

Çünkü insanın zihni sadece üç unsuru kısa süreli belleğinde tutabiliyor ve üçlü grupların akılda kalıcılığı ile etki gücü daha yükseliyor.

Mesela Fransızların ünlü  sloganı “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”tir. Buna bir unsur daha eklense, sloganın akılda kalıcılığı aynı olmazdı bence de! 

“Türk'üm, Doğruyum, Çalışkanım" diye başlardı milli andımız; en çok da bu kısmını hatırlarız. Kesinlikle geri gelmeli ama bu farklı bir yazı konusu...

“Üç Unsur Kuralı” yalnızca karşımızdakine yönelik değildir; aynı zamanda kendi zihnimizi de konuya ve hedefe odaklamamızı sağlar.

Mesela Büyük İskender, seferlerine giderken yanında üç nesne götürdüğü ve bunları her gece yatarken yastığının altına koyduğu anlatılır tarih kitaplarında: Bir hançer, bir kutu ve bir de kutunun içinde İlyada’nın bir kopyası. 

Bunu böyle yaparken amacı da yalnızca üç şeye odaklanabilmek imiş: 

Yastığının altına yerleştirdiği hançerle, suikasta kurban giden babasıyla aynı kaderi paylaşmama isteğine karşı önlem alır; 

Persli rakibi Darius’tan savaşta ele geçirdiği kutuyla da rakibini gereken şekilde yenilgiye uğratamadığını kendisine hatırlatırmış. 

Kutunun içinde taşıdığı ve ona yol gösterdiğine inandığı Homeros’un İlyada eseriyle ise dünyayı fethedebileceğine inanırmış.

Bugün hala kökenini çok da bilmeden kullandığımız “Vatan-Millet-Sakarya” üçlü sloganı vardır. Bu slogan, Sakarya Meydan Muharebesi’ne hazırlık sırasında halkı, ordunun ihtiyaçlarını karşılamaya teşvik etmeye yönelik oluşturulmuş ve Tekalif-i Milliye Emirleri ile beraber gerçekten de başarıya ulaşmıştır.

Sunumların ve yazılı anlatımların etkileyiciliği ile hatırlanabilirliği açısından bakıldığında “giriş, gelişme, sonuç” kurgusu boşuna değildir. 

Ya da, Aristoteles‘in ikna sürecini retoriğin üçgeni temelinde ele aldığını görürüz: Ethos, Pathos ve Logos’tur o üçlü.

Anlatımlarda bu “üç kuralı” şu üç şeyi çok iyi başarır:

Birincisi anlaşılabilir bir çerçeve sunar.

İkincisi kapsayıcı bir sentez oluşturur.

Ve üçüncüsü dinleyicinin veya okuyucunun vermek istediğiniz mesajları daha kolay anlayabilmesini sağlar.

“geldim, gördüm, yendim” anlamına gelen Sezar’ın ünlü “veni, vidi, vici” üçlemesi, Allah’ın hakkının üç olması, Osmanlı İmparatorluğumuzun üç hilali,mübarek üç aylarımız,masalların sonunda genellikle gökten üç elma düşmesi gibi gibi örnekler çoğalabilir...

Hatırlarsınız masalı: lambadan çıkan cin bile Alaaddin’e iki veya beş değil; yalnız üç dilek hakkı verir.

Efendim aklınıza gelebilecek farklı örnekler ile alakalı yine sözü sizlere bırakıyor ve hepimize sevdiklerinizle birlikte huzurlu mutlu bir pazar diliyorum. 

Bol Selam Saygılarımla...