1700’lerin sonlarında ortaya çıkan sanayi devrimi, yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Birleşik Krallık’ta başlayan bu devrim akabinde Avrupa, Amerika ve Japonya başta olmak üzere tüm dünyaya yayılmıştır. Üretimde buharlı makineler kas gücünün yerini almıştır. Siyasi, ekonomik ve sosyolojik olarak büyük değişimlere yol açmıştır.
Önceleri ekonomik çarklarını sömürgeleriyle sağlayan Avrupa bu sayede yeni bir ekonomik sistemin kapılarını açmıştır ve genel refah düzeyi yükselmiştir. Sanayi devrimi beraberinde kapitalizmi getirmiş ve sermaye birikimi gibi kavramları oluşturmuştur. Bu sayede sermaye sahipleri paralarını çalıştırarak sürekli sermaye artışı sağlamıştır. Bu durum daha sonraki dönemlerde vahşi kapitalizmi doğurmuş, tüketimi artırmak ve ihtiyaç fazlası tüketimi oluşturmak işletmelerin ve pazarlama alanının birincil amacı haline gelmiştir. 
Buharlı motorun icadıyla birlikte bilim, daha hızlı ilerlemiş, makine ve mühendislik gibi alanlar hızlı gelişmeler yaşanmıştır. Tıp ve ilaç sanayisinde meydana gelen gelişmeler ölümcül hastalıkları ortadan kaldırarak yaşam kalitesini artırmıştır. Bununla birlikte özellikle Avrupa’da bilimsel yöntem ve rasyonel düşünce kavramları ortaya çıkmıştır. Böylelikle bulunduğu coğrafyanın kültürel yapısı daha akılcı bir tutuma evrilmiştir.
Tarımda artık kas gücüne eskisi kadar ihtiyaç olmadığından insanlar şehirlere göç etmiştir. Bu yoğun göçle birlikte endüstriyel bazlı iş alanları doğmuştur ve işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. Bu değişimler bir araya geldiğinde yeni bir siyasi-felsefi kavramı ortaya çıkarmıştır; sosyalizm. İşçi hakları, sendika gibi kavramlar sosyalizm akımıyla birlikte doğmuştur. O günlerde kapitalizm ve sosyalizm bir arada bulunarak birbirini kontrol eden iki sistem olmuştur. O dönemlerde bu iki sistemin sentezi geçerli olmuştur. 
Sanayi devriminin görünen kısmına baktığımızda oldukça tutarlı ve şirin gözüküyor fakat biraz da buzdağının görünmeyen kısmına bakmak gerekiyor.
Bu sistemde paradoksa giren bir nokta var o da artan tüketim çılgınlığı. Tüketici, aslında o işletmelerde çalışan emeğiyle mâl veya hizmet üreten bizleriz. Devamlı olarak yaptığımız tüketimle kendi ürettiklerimizi para karşılığı maliyetinin üstünde fiyatlara satın alarak sermaye artışına katkıda bulunuyoruz. Bir başka deyişle üretiyoruz, gelir elde ediyoruz ve ürettiklerimizi tüketiyoruz. Bu noktada bizlere ödenen para kaynağına geri dönmüş oluyor. Buna da paranın dolaşım hızı deniyor. Günümüzde artan miktarda tüketim olduğundan paranın dolaşım hızı oldukça yüksek. Bu dolaşımın artı ve eksileri var fakat o detaylı incelenmesi gereken ayrı bir konu. 
Bireysel özgürlük, aydınlanma, girişimcilik, mülkiyet ve tasarruf sahibi olmak şüphesiz bizlerin yararına olan yenilikler. Ancak çevresel kirliliği, Çernobil felaketini, iklim değişikliğini, okyanusların en derinine kadar ulaşan atıklarımızı, kuruyan su kaynaklarımızı ve dengesi bozulan doğamızı bir kenara mı atmalıyız? 
Bireysel özgürlük bugün için geçerli. Peki ya o dönemde kadınlara yapılan ayrımcılık, çocuk işçiler, tehlikeli çalışma koşulları, şehre sıkışan nüfus, fizyolojik ve psikolojik hastalıkların çoğalmasına bağlı artan ilaç kullanımı bu sistemin sadece tuzu biberi mi? Yoksa bazı sorunlar günümüzde de devam mı ediyor? Ayrıca neden gelişim hızına bağlı olarak insan doğasına aykırı yeni sorunlar ortaya çıkıyor? 
Teknolojik gelişmelerin yapılması ve teknolojiden yararlanmak zorunluluk ve gelişmenin akabinde gelecek sosyolojik değişimlerin de kaçınılmaz olduğu bir gerçek. Ancak kültürel ve moral değerlerin korunması için alınacak önlemlerin bu değerlendirmeleri dikkate alınarak yapılmasında fayda var.
Günün sonunda tamamen karmaşık ve çelişkilerin olduğu bir durumla baş başayız. Bununla birlikte geleceğin bizler için bir umut mu yoksa kâbus mu olduğu bize ve bakış açımıza kalmış bir konu.

https://canikspace.blogspot.com/2024/03/sanayi-devriminin-celiskileri-refahn.html