İnsanların çoğu sağlıklı bir şekilde dünyaya gelirken, bazıları da engelli olarak doğmaktadır. Sağlıklı doğanların bir kısmı, hayatının sonraki bir döneminde değişik sebeplerle, bir tür engelli olabilmektedir. 
İnsanın temel fonksiyonlarını kısıtlayan veya olumsuz etkileyen, fizikî ve aklî pek çok engel çeşidi vardır. Ülkemizde belirli engelli grupları şunlardan oluşmaktadır: Bedensel, görme, işitsel, zihinsel, omurilik felçlileri ve süreğen hastalıklar. 
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de engelli bireyler toplumun önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. 
571 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Başbakanlığa bağlı olarak 30 Mayıs 1997 tarihinde kurulan, daha sonra 633 sayılı KHK ile 2011 yılında kapatılan Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın 2002 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü’ne yaptırdığı “Türkiye Engelliler Araştırması” sonuçlarına göre, ülkemizde engelli olan nüfusun toplum nüfus içindeki oranı %12,29’dur. Bu istatistiğe göre ülke nüfusunun 8,5 milyonu engellidir. 
Ülke nüfusunun içerisindeki engelli bireylerden oluşan %12.29 oranının; %7,092’inin erkek, %5,022’sinin kadın; ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel engellilerin oranının %2,58, süreğen hastalığı olanların oranının ise %9,70 olduğu ifade edilmektedir.
Dünya Engellilik Raporu'na göre de, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15'ine karşılık gelen 1 milyardan fazla insan, bir tür engellilik ile yaşamaktadır. Bu rakama engelli bireylerin aileleri de dahil edildiğinde ortaya çıkan sarsıcı gerçek ise dünya çapında 3 milyar insanın engellilikle yaşadığıdır.
Hem ülkemizde yaptırılan, hem de dünyada gerçekleştirilen bu çalışmalar,  istatistiksel süreçler ve sonuçlar bakımından sıhhati bazı çevrelerce zaman zaman tartışma konusu edildiği herkesin malumudur.
Gerçek olan şudur ki; engelli bireyler dünyanın en büyük ve en dezavantajlı azınlığını oluşturmakta, dünyanın bütün bölgelerinde çoğunlukla toplumun dışında yaşamakta ve en temel yaşam deneyimlerinden çoğu kere yoksun ve mahrum bırakılmaktadırlar.
Engelli bireyler hapsolunduğu kendi evinden sokağa çıkma, kamusal alanları ve araçları kullanma, okula gitme, yüksel tahsil yapma, iş bulma, aile kurup çocuk yetiştirme, sosyal hayatın tüm alanlarından faydalanma, oy kullanma gibi temel hak ve özgürlükler konusunda pek çok kısıtla karşılaşmaktadır. Dahası, alışveriş merkezleri (AVM), mağazalar, spor alanları, kamusal tesisler, otoparklar, telekomünikasyon sistemleri, bilişim uygulamaları çoğu kere engelli bireylerin kullanımı dışında bırakılmaktadır. Toplumda ve üreticilerde halan farkındalık tam anlamıyla oluşamamıştır.
Dünyadaki en yoksul nüfusun %20’ini engellilerin oluşturduğu; gelişmekte olan ülkelerde yaşayan engelli çocukların % 98’inin okula gidemediği; dünyada sokakta yaşayan çocukların %30’unun engelli çocuklardan meydana geldiği, engelli yetişkinler arasında okuma yazma oranının % 3’lere kadar düştüğü ve hatta bazı ülkelerde bu oranın engelli kadınlarda % 1’e kadar indiği tahmin edilmektedir.
Yoksul insanların yaşamlarının herhangi bir döneminde sonradan engelli olma ihtimali istatistiksel olarak anlamlı gelebilmektedir. Ancak, engelli bireyler sıklıkla ayrımcılığa ve ötekileştirmeye maruz kaldıklarından, engelliliğin kendisi de yoksulluğa neden olabilmektedir.
Dünyada engelli sayısının azaltılması refah toplumları inşa etmekle mümkündür. İstatistiki veriler dikkate alındığında yoksul ülkelerde nüfusun, gelişmiş ülkelere nazaran artmaya devam edeceği anlaşılmaktadır. Tabii engelli birey sayısı da. 
Dünya nüfusu arttıkça engelli bireylerin sayası da çoğalacaktır. İstatistiki veriler bunu işaret ediyor. Artan nüfus içerisinde doğan her bireylerin refah seviyesi çoğaltılmadıkça yaşamının bir evresinde bir tür engelle karşılaşma/engelli olma olasılığı yüksek olacaktır. 
Bu gerçekler bizim için can sıkıcı olmakla beraber, engelli bireyler için can yakıcı olabileceğini düşünüyoruz.