Oruç, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvereye hicret ettikten bir buçuk veyahut iki yıl sonra kıblenin Mescid-i Aksa’dan Kabeye alınmasından sonra şa’ban ayının onuncu günü farz kılınmış olup İslam’ın beş şartından biridir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) dokuz yıl Ramazan orucu tutmuş, bunlardan dördü 29 gün, beşi de 30 gün olmuş ve hicretin 11. Yılında Rebiul evvel ayında ahrete irtihal etmiştir.(1)
Oruç kelimesinin Arapçada ki karşılığı savm ve sıyamdır. Savm sözlükte ‘’nefsi tutmak ve engellemek’’ anlamına gelir. Dini bir terim olarak savm , ’’Mükellefin niyetli olarak sabahın başlangıcı sayılan ikinci fecirden (tan yerinin ağarmasından) başlayarak güneşin batışına kadar ki sürede başka bir değişle imsakten iftara kadar ibadet niyetiyle yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden nefsi uzak tutmaktır. Bu amaç ve  bilinç olmadığı zaman, mesela imkân bulamadığı veya perhiz, rejim, zindelik gibi başka bir amaç için bu üç şeyden (yeme, içme, cinsel ilişki) uzak durmak oruç olarak değer kazanmaz.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i Kutsi’de;’’Küllü ameli bn-i âdeme lehü illas sıyame fe innehü li ve ene eczii bihi = Oruç doğrudan doğruya benim için yapılmış bir ibadettir. Onun (sayısız) karşılığını da doğrudan doğruya ben vereceğim’’ (2) buyurmaktadır. Bu itibarla oruç, ibadetlerin en büyüğüdür. İnsanları miraca yükselten bir Burak’tır. İnsanların nefis ve arzularıyla yaptıkları savaştır.
İmamı Gazzâlî (r.a) orucun üç derecesinden bahsederken, bedende iştah ve şehvetin tatmin yeri ve aracı olan iki azayı yani mide ve cinsel organı, iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmekten ibaret olan orucu, "sıradan insanların orucu" (avam orucu) dur. Gözü, kulağı ve diğer azaları günahtan korumayı "özel kişilerin orucu" (havas orucu) dur. Tüm bunlara riayet ettikten sonra, kalbini düşük emellerden, dünya düşüncelerinden kısaca, mâsivâdan arıtarak bütün varlığıyla Allah'a bağlanmayı ise "daha özel kişilerin orucu" (ehassü'l-havâs orucu) diye tanımlar. Orucun hangi derecesi ele alınırsa alınsın, ibadetin toplumsal ilişkilere, toplumsal hayata, kısaca " ahlaka " yönelik olumlu sonuçları açıkça görülecektir.(3)
Not: İbadetlerin sırlarını, gerçek mana ve önemini kavrayan kimi âlimler namaz kıldığı, oruç tuttuğu halde, hala çirkin işler yapan ve fenalıktan sakınmayan kimseyi, abdest alırken yüzünü, eline su almadan üç kere yıkayan kimseye benzetmişlerdir. Uzaktan bakan onun abdest aldığını zannetsede o gerçekte abdest almamaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘’Oruç tutan öyle kimseler vardır ki, karları sadece açlık ve susuzluk çekmektir’’ derken bunu kastetmiştir.(ibn-i mace ,sıyam;21)

Oruç Kimlere Farzdır
Bir kimseye orucun farz olması için kendisinde beş şartın bulunması gerekir. Bunlar şunlardır.
1-Müslüman olmak,
2-Akıllı olmak,
3-Ergenlik çağına gelmiş olmak.
4-Sıhhatli olmak,
5-Mukim olmak, (B.İ.İ.Oruç bahsi s.281,Ömer Nasuhi Bilmen) 

Orucun Sıhhat Şartları
1-Niyet (Şafi ve Malikilerde  rükün sayılmıştır).
2-Hayız ve Nifas hallerinden temizlenmiş olmak.

Oruç Çeşitleri
Farz olan oruç, vacip olan oruç, sünnet olan oruç, müstehab olan oruç ve mekruh olan oruçlardır.
1-Farz olan oruçlar: Buda kendi içerisinde iki kısma ayrılır.
a-Zamanın kendisi sebebiyle farz olan oruç. Ramazan ayında tutulan oruç gibi.
b-Bir sebepten ötürü farz olan oruç. Kaza ve kefaret için tutulan oruçlar gibi.
Not: Ramazan Orucu’nun kazası da istenilen mübah günlerde tutulabilir. Fakat İmamı Şafinin kazaya kalan orucunu aynı yıl içerisinde kaza edilmesi gerektiğine ilişkin görüşü de dikkate alınarak, her hangi bir sebeple kazaya kalan orucu mümkün olan en kısa zamanda tutmaya çalışmak uygun olur. (T.D.V.İ. c. 1 s.385)
2-Vacip olan oruç: Buda kendi içerisinde iki kısma ayrılır.
a-Kişinin, kendisini tutmak için yükümlü tuttuğu oruç. Adak orucu gibi.Adak adanırken,orucun tutulacağı gün belirlenmişse,mesela falan ayın falan günü gibi,bu muayyen bir vacip olur ve orucun belirlenen günde tutulması gerekir.Nezredilen itikaf orucu da belirli günde tutulacağı için muayyen vacip sayılır.Orucun tutulacağı gün belirlenmemişse gayri muayyen vacip olur ve dilediği mubah bir günde tutabilir.
b- Başlanmış nafile bir orucun bozulması durumunda bunun kaza edilmesi Hanefîler'e göre vacip’tir. Mâlikîler ise kazanın farz olduğunu söylemişlerdir. Şâfiî'ye ve Mâliki’den başka bir rivayete göre ise, nafile orucun kazası gerekmez.
3-Sünnet olan oruç: Muharrem ayının onuncu gününe "âşûrâ" denilir. Hz. Peygamber'in bugünde devamlı olarak oruç tuttuğu rivayet edilmiştir. Fakat sadece o günde oruç tutulması doğru görülmemiş, bunun yanında bir önceki veya bir sonraki günün de oruçlu geçirilmesi tavsiye edilmiştir. Bir rivayete göre Peygamberimiz Medine'ye geldiğinde Yahudilerin aşure gününde oruç tuttuklarını görünce, bu orucun anlamını yani ne için tutulduğunu sormuştu. Yahudiler, bugünün büyük bir gün olduğunu; Hz. Allah'ın Hz. Musa (a.s)’ı ve İsrailoğulları'nı düşmanlarından bugünde kurtardığını ve Musa’nın bu sebeple bugünde oruç tuttuğunu, kendilerinin bugünde oruç tutmalarının da bundan kaynaklandığını söyleyince, Peygamberimiz "Ben Mûsâ'ya sizden daha yakınım" demiş ve bugünlerde oruç tutulmasını emretmiştir (4). Aşure orucunu Câhiliye döneminde Araplar'ın tuttuğu ve Hz. Peygamber'in de ramazan orucunun farz kılınmasına kadar bu orucu tutmayı emrettiği rivayetleri de vardır (5). Daha sonra ramazan orucu farz kılınınca aşure orucu bir yükümlülük olmaktan çıkarılmış, fakat aşure günü oruç tutulması tavsiye edilmiş ve bugün oruç tutmak sünnet olarak devam etmiştir.
4-Müstehap olan oruçlar: Buda kendi içerisinde yedi kısımdır.
a-Şevval orucu; Ay takviminde ramazan ayından sonraki ay, şevval ayıdır. Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Hz. Peygamberimiz (s.a.v)'in, ramazanı oruçla geçirip buna şevvalden altı gün ilâve eden kişinin bütün yılı oruçlu geçirmiş olacağı yönündeki ifadesinden anlıyoruz.(6)
b- Her Ay Üç Gün Oruç. Her aydan üç gün oruç tutmak, bunu özellikle her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde yapmak müstehap kabul edilmiştir. Kameri takvim (ay takvimi) hesabına göre bugünlere "eyyam-ı bîd" denir.
c- Pazartesi-Perşembe Orucu. Her hafta pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak da teşvik edilmiş bir nafiledir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in pazartesi ve perşembe günleri oruç tuttuğu ve soruya cevaben de "İnsanların amelleri Allah Teâlâ'ya pazartesi ve perşembe günleri arzolunur; ben amelimin arzı sırasında oruçlu olmayı tercih ediyorum" (7) dediği rivayet edilmektedir.
d- Zilhicce Orucu. Zilhicce ayının ilk dokuz gününde oruç tutmak tavsiye edilmiştir. Zilhicce ayının 10. günü kurban bayramının ilk günüdür. Hz.  Peygamber (s.av)'in zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutmayı sürdürdüğü rivayet edildiği için zilhiccenin ilk dokuz gününün, yani kurban bayramından önceki dokuz günün oruçlu geçirilmesi müstehaptır.
e- Haram Aylarda Oruç. Haram aylar olarak anılan zilkade, zilhicce, muharrem ve recep aylarında, perşembe, cuma ve cumartesi günleri oruç tutmak müstehaptır.
f- Şaban Orucu. Şaban ayında oruç tutmak müstehap sayılmıştır. Hz. Ayşe annemizin belirttiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) en çok orucu şaban ayında tutmuş, şaban ayının tamamını oruçla geçirdiği olmuştur.
g- Dâvûd Orucu: Gün aşırı oruç tutmak yani bir gün oruç tutup ertesi gün tutmamak, Peygamberimiz tarafından "savm-ı Dâvûd" olarak nitelenmiş ve bu şekilde oruç tutmanın faziletli olduğu ifade edilmiştir.
5-Mekruh olan Oruçlar: Buda kendi içerisinde iki kısma ayrılır.
a-Tenzihen mekruh olan oruçlar: Muharrem ayını sadece onuncu günü ile yalnız Cuma ve yalnız cumartesi günlerinde oruç tutmak, ‘’savm-i visal’’ İki veya daha fazla günü, arada iftar etmeksizin biribirine ekleyerek oruç tutmak demektir. Akşamdan iftar etmeyerek bir günün orucunu ertesi güne birleştirmek mekruh olduğu gibi, kişiyi zayıf düşürmesi ve orucu adet haline getireceği için senenin tamamını oruç tutmak, yasaklanan günlerinde iftar etmeksizin tam bir sene tam bir sene oruç tutmak da mekruhtur. Buna da ‘’Savm-i Dehr’’denir.
b-Tahrimen mekruh olan oruçlar:Ramazan bayramının birinci günü ile kurban bayramının dört günü oruç tutmak tahrimen mekruhtur.Bu günler ,Allah-u Teala’nın kullarına bir ziyafet günleridir.Oruç tutarak Hz. Allah’ın bu ziyafetinden kaçmak doğru olmasa gerektir. 
1-İlmihal (TDVY c.1 s.382-B. Şafi İlmihali M. Keskin s.243-Nevevi,el-Mecmu, 6/251
2-Buhari ,Savm 2,2226 =Müslim ,Sıyam ,163,1807
3- İlmihal (TDVY c.1 s.380
4- İbn Mâce, "Sıyâm", 41
5- Müslim, "Sıyâm", 116
6- Müslim, "Sıyâm", 204
7- EbuDâvûd, "Savm", 60; İbn Mâce, "Sıyâm", 42


‘’Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Haller’
Bazı sebeplerden dolayı oruç tutmamak veya başlanılan orucu açmak mübahtır. Bunlar:
1-Yolculuk: Ramazan-ı şerif’te en az üç günlük (yaya on sekiz saatlik = 90 km.)bir yere gidecek olan kimse, geceden oruca niyet etmeyebilir. Bundan dolayı o gün yola çıkınca oruçlu bulunmamış olur. Fakat bir kimse oruca niyet ettikten sonra gündüzün yolculuğa çıksa, orucunu tamamlar. Bozarsa sadece kaza gerekir.
Sefer hali, genellikle, sıkıntı ve meşakkatli olduğu için yolcu olanlara birçok konuda kolaylıklar getirilmiştir. Yolcu olanlar için, namazın terkine değil, kısaltılmasına veya cemedilmesine ruhsat verildiği halde, namaza göre daha yorucu ve yıpratıcı olduğu için orucun terk edilmesine ruhsat verilmiştir. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.  Bununla birlikte yolcu sayılan kimsenin, eğer gerçekten bir sıkıntı yoksa ve zarar da görmeyecekse oruç tutması daha faziletli görülmüştür.(1)
Not: Geceden niyetlendiği orucu tutarken, gündüzün yola çıkmak durumunda kalan kimse, Hanefîler'e göre, bu orucunu tamamlasa daha iyi olur; fakat bozması durumunda keffaret gerekmez. Şâfiî ve Hanbelîler ise, ramazan ayında Hz. Peygamber'in Mekke fethine çıktığında Kadîd denilen yere varıncaya kadar oruçlu olup orada orucunu bozduğuna dair rivayete dayanarak, geceden niyet edilmiş orucun bile sefer durumunda bozulabileceğini söylemişlerdir. Savaş durumu veya cephede uzun süre çatışma durumu da aynı şekilde bir mazerettir. Bu durumlarda kalan kişi, sağlığına ve görevine uygun düşen seçeneğe göre hareket etmelidir.
2. Hastalık: Hastalık da birtakım ruhsatların sebebi olan bir durumdur. Bir hasta öleceğinden, aklının gitmesinden, hastalığının artmasından veya uzamasından korkacak olursa oruç tutmayabilir veya tutmuş olduğu orucu bozabilir. Bunda sadece korku kâfi değildir. Hastanın tecrübesi veya görülen alametlerden kat’i kanaati bulunmalı veya Müslüman bir doktor haber vermelidir. Sonradan iyileşince tutamadığı günleri kaza eder. 
3. Gebelik ve Çocuk Emzirmek: Gebe veya emzikli olan kadınlar, kendilerine yahut çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları halinde oruç tutmayabilirler. Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara bu ruhsatı tanıyan hadisler de bulunmaktadır. (2)
4. Yaşlılık. Dinimiz oruç tutmaktan aciz olan yaşlı kimselerin oruç tutmasını istememiş, bunun yerine, tutamadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermelerini öngörmüştür. Bölüm başında zikredilen ayette oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin veya tutmaya çalıştıkları takdirde büyük bir sıkıntı çekecek olanların fidye vermeleri gerektiği ifade edilmektedir. İyileşme ümidi bulunmayan hastalar da bu hükümdedir. Ancak ramazanda oruç tutma gücüne sahip olmayıp da, daha sonra kaza edebilecek durumda olanlar fidye vermeyip tutamadıkları oruçları kaza ederler.
İyileşmeyen sürekli bir hastalık nedeniyle oruç fidyesi veren kimse daha sonra oruç tutmaya güç yetirecek olsa fidyenin hükmü kalmaz; oruç tutması ve önceki tutamadığı oruçları kaza etmesi gerekir.
5. Şiddetli açlık ve Susuzluk: Oruçlu bir kimse açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk olacağından, beden ve ruh sağlığının ciddi boyutta bozulacağından endişe ediyorsa veya böyle bir şeyin olması tecrübeye veya Müslüman bir doktorun raporuna göre kuvvetle muhtemel ise, sonra kaza etmek şartı ile orucunu bozması caiz olur. Hatta ölüm tehlikesi açıksa oruç tutması haram olur.
6. Hayız ve nifas hali: Bir kadın Ramazan-ı şerif’te gündüzün adet görmeğe başlarsa veya çocuk dünyaya getirirse, orucu bozulmuş olur. Artık adet günlerinde ve lohusalık müddetinde oruç tutması caiz olmaz. Tutamadığı oruçları sonra kaza eder.
7- Ziyafet: Düğün veya sünnet yemeği gibi bir ziyafete çağrılan kimsenin, genel olarak diğer davetlerde olduğu üzere bu davete icabet etmesi, dostluk bağlarının güçlendirilmesi veya ilişkilerin geliştirilmesi vb. amaçlara hizmet edeceği için teşvik edilmiştir. Nafile oruç tuttuğu bir günde böyle bir ziyafete çağrılan kimse, sözü edilen olumlu amaçlara hizmet edeceğinden eminse, bu davete icabet etmesinin yerinde bir davranış olacağı; fakat yine de beklenmedik yararlara ve güzelliklere yol açabileceği mülâhazasıyla genel olarak bu tür davetlere icabet edip orucunu bozmasında bir beis bulunmadığı ifade edilmiştir. Başlanmış olan nafileyi tamamlamak gerektiği kuralı sebebiyle bozduğu bu orucu daha sonra kaza eder.
1-Bakara Süresi 2/184
2- Nesaî, "Sıyâm", 50-51, 62; İbn Mâce, "Sıyâm", 3


Ramazan Ayı Girince Halkın En Çok Sorduğu Sualler Şunlardır:

1-Oruçlu iken ilaç kullanmak, aşı ve iğne yaptırmak: Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil gibi şeylerin orucu bozacağında görüş birliği bulunmaktadır. Çünkü bunlar doğrudan mideye inmekte, esasen tedavi amaçlı olsa bile dolaylı olarak beslenme niteliği de taşımaktadır.
Göze, burun veya kulağa damlatılan ilâcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi âlimler, göze damlatılan ilâcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı görüşünde ise de; bunlardan burun içinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulunduğu, gözün dolaylı olarak boğaza açıldığı, kulağın ise mideyle böyle bir bağlantısının bulunmadığı düşünülürse, bunlardan sadece buruna konan ilâçlar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu çıkar. Böyle olunca, burna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaçlı ilâç ve damlalar ise orucu bozmaz. Çünkü bu son sayılan davranışın yeme ve içme, yani beslenme ve oruca karşı direnç kazanma faaliyeti sayılması isabetli olmaz.
İğne yaptırma meselesine gelince: Deri altına veya adaleye zerk edilen veya damardan yapılan iğnenin orucu bozup bozmayacağı konusu, ilk fakihlerin, yaralayıp vücuda giren bıçak vb. katı cisimler ile derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozup bozmayacağına ilişkin tartışmalarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Şöyle ki;
a) Ebû Hanîfe'nin "derin yara üzerine sürülen ve karın veya beyne ulaşan ilâcın/merhemin orucu bozacağı" yönündeki görüşünü alanlar, iğneyle vücuda bir şey zerk edilmesi durumunda orucun bozulacağını ileri sürmüşlerdir. Bu görüşte hareket noktası, tabii yollar dışından da olsa vücuda bir şeyin girmiş olmasının orucu bozacağı fikridir. İğne veya damar yoluyla alınan ilâç, serum veya aşı vücudun içine akıtılmış olmakta ve bütün vücuda yayılmaktadır. Beslenme sayılıp sayılmayacağı tartışılsa bile, bunların vücudu güçlendirdiği ortadadır. Bu şekilde alınan ilâç, gerek ağızdan alınsın gerekse iğneyle zerk edilmiş olsun, hiçbir şekilde kefaret gerektirmese de orucu bozar ve kazayı gerektirir. İlâç almak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimselerin ya o gün oruç tutmamaları ya da ilâç almayı ve iğne yaptırmayı sahur ve iftar vakitlerine almaları gerekir.
b) Buna mukabil Ebû Yûsuf ve Muhammed'in "derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozmayacağı" yönündeki görüşünü esas alanlar ise iğneyle vücuda bir ilâcın zerk edilmesi durumunda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Ebû Yûsuf ve Muhammed, oruca "normal yollardan vücuda bir şey almaktan kaçınmak" şeklinde bir anlam yükledikleri için yaraya sürülen merhemin, karna veya beyne ulaşmış olmasının bir önemi olmayacağını, dolayısıyla bu durumda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Eskiden fetvahane ve daha sonra 1948 yılında Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu; tabii delikler dışından vücuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yönünde fetva vermiştir. Çünkü bu tedavi yönteminin, ağız yoluyla ilâcın yutulmasına benzemediği açıktır. Bu noktadan hareketle, astım ve nefes darlığı sebebiyle ağıza sıkılan spreyin zerrecikler halinde içeri gittiği doğru olsa bile bunların akciğerden öteye geçmediği ve mideye ulaşmadığı, gıda ve susuzluk giderme özelliği de taşımadıkları; bu sebeple bunların da orucu bozmayacağı ileri sürülmüştür. Ayrıca belli hastalıklara karşı korunmak maksadıyla yapılan aşıların hükmünde de tartışma bulunmakla birlikte, bu tür aşılarla vücuda mikrop verilerek bağışıklık kazandırmaya çalışıldığı, dolayısıyla bunların beslenme amaçlı olmadığı söylenerek oruca zarar vermeyeceği görüşü ağırlık kazanmıştır.
Hangi görüş alınırsa alınsın, burada insiyatif, tercih, karar ve tabii ki sorumluluk mükellefe ait olacaktır. Söz konusu olan şey bir ibadettir ve Allah rızası için yapılmaktadır. Bu bakımdan, oruç tutan bu şuurdaki insanların gerekmediği halde, hiç açlık, susuzluk ve sıkıntı hissetmeden oruç tutmak için bu yola tevessül edeceklerini düşünmek son derece anlamsızdır. Çünkü aklı olan herkes gayet iyi bilir ki içeriği boşaltılmış ve anlamı yozlaştırılmış ve göstermelik hale getirilmiş bir ibadetin hiçbir faydası olmadığı gibi, böyle yapan kişi sonuçta sadece kendi kendisini kandırmış olacaktır. Esasen dinimiz hasta olan veya tedavi sürecinde olan kişilerin oruç tutmamasına ruhsat vermektedir. Bu bakımdan ilâç kullanmak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimseler, hem iyi bir tedavi görüp sağlığına kavuşmak, hem de ibadetlerini ileride huzûr-ı kalp ile ve içe sinerek yapabilmek gayesiyle tedavileri tamamlanıncaya kadar oruç tutmayabilirler. Bu tamamıyla kendilerinin karar vereceği bir konudur. Bununla birlikte bu kimseler, ramazan ayında herkesle birilikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve bu ibadet ayının manevi havasından kopmak istemiyorlarsa, oruç için başka bir engelleri de yoksa ikinci grup fakihlere ait olan ve ağırlıklı bulunan fetvayı esas alabilir, oruçlu oldukları halde tedavi ve aşı amaçlı iğneleri yaptırabilirler. Dışarıdan verilen bir ilaç mide ve beyne ulaşırsa Hanefi ve Şafi fakihlerince oruç bozulur. Hukne yoluyla bağırsaklara ilaç ve su verilmesi de böyledir. Zaruret ve sıkıntı halinde kullanılırsa gününe gün kaza gerekir. Zaruret yoksa iğne ve ilaç kullanma işinin iftardan sonraya bırakılması gerekir.
2-Kan aldırmak. Hanefi ve Şafi mezheplerine göre oruçlu iken kan vermek orucu bozmaz. Buhari,Süneni Ebi Davud,Nesai ve Tirmizi de Peygamber Efendimiz  (s.a.v)’in bizzat kendisinin oruçlu iken kan aldırdığı kayıtlıdır.(Din Görevlisinin el kitabı s. 322) 
Kan vermenin orucu bozup bozmayacağı konusunda, Hz. Peygamber'den rivayet edilen"Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur." (Ebû Davûd, Sıyam, 28) hadisinden hareketle bazı İslâm bilginleri kan vermekle orucun bozulacağını söylemişlerdir. Din bilginlerinin çoğunluğu ise, Hz. Peygamber'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair rivayeti (Buhârî, Savm, 32; Ebû Dâvûd, Sıyam, 29) esas alarak kan vermenin orucu bozmayacağını söylemişlerdir.
Bu iki hadis ve diğer rivayetler birlikte değerlendirildiğinde, "Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur." hadisinin "hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır." şeklinde anlaşılmalıdır. Zira hacamat yapan kişi emerek kanı aldığı için boğazına kan kaçma ihtimali, hacamat yaptıranın ise zayıf düşeceğinden yeme içme zorunda kalma ihtimali bulunmaktadır. Nitekim Enes b. Malik de, hacamat yaptırmanın oruçluyu zayıf düşüreceğinden dolayı hoş karşılanmadığını söylemiştir (Buhârî, Savm, 32).
Bu itibarla, oruçlu iken kan vermek orucu bozmaz.
3-Oruçlu iken yıkanmak meselesi: Ramazan ayında oruçlu iken kişinin sıcak tesiri ile hâsıl olan ağırlığı gidermek güç ve tazelik kazanmak için yıkanması –ev banyoları, ırmak ve deniz müsavidir-başına su dökmesi, ağzına su alması, burnuna su çekmesi kerahetsiz olarak caizdir, oruç bozulmaz. Ancak boğazından aşağı su kaçmış bulunursa oruç bozulur ve bayramdan sonra kaza edilir. Fıkıh kitaplarımızdan olan ibni Abidinde deniyor ki;’’Abdest almanın dışında ağzında su çalkalamak, burnuna su çekmek, serinlemek maksadıyla yıkanmak kerahetsiz caizdir. Bu Ebu Yusuf’un görüşüdür. Fetva da bu kavil ile verilir. Zira Resulullah Efendimiz (s.a.v)  oruçlu iken sıcak dolayısıyla mübarek başlarına su dökerlerdi. İbn-i Ömer (r.a) oruçlu iken elbisesini ıslatıp bürünürlerdi. Bunlar oruç ibadetini yerine getirmek ve arız olan tabi sıkıntıyı gidermek gayesiyle yapılırdı.(Ömer Nasuhi Bilmen B.İ.İ. Oruç Kitabı shf.292 Madde 94)
Not: Oruçlunun normal temizlik için veya cünüplükten temizlenmek için yıkanması mekruh olmamakla birlikte, serinlemek maksadıyla yıkanması oruç esprisine aykırılık gerekçesiyle mekruh sayılmıştır.(D.v.i. shf.406)  
4-Astım hastalarının kullandığı sprey
Akciğer hastalarının kullandıkları spreyden, bir kullanımda 1/20 ml. gibi çok az bir miktar ağıza sıkılmaktadır. Bunun da önemli bir kısmı ağız ve nefes boruları cidarında emilerek yok olmaktadır. Bundan geriye bir miktarın kalıp tükrük ile mideye ulaştığı konusunda kesin bir bilgi de yoktur. Abdest alırken ağızda kalan su ile kıyaslandığında, bu miktarın çok az olduğu görülmektedir. Halbuki oruçlu, abdest alırken ağzına verdiği sudan geri kalan miktarın mideye ulaşması halinde orucun bozulmayacağı konusunda hadis (Dârimî, Savm, 21) ve İslâm bilginlerinin icmaı vardır. Ayrıca, misvaktan bazı kırıntıların ve kimyevi maddelerin mideye ulaşması kaçınılmaz olduğu halde, Hz. Peygamber'in oruçlu iken misvak kullandığı, sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buharî, Savm, 27; Tirmîzî, Savm, 29). Diğer taraftan, "kesin olarak bilinen, şüphe ile bozulmaz" kaidesi gereğince, mideye ulaşıp ulaşmadığı konusunda şüphe bulunan bu şeyle oruç bozulmaz.
Bu itibarla astımlı hastaların, sağlığı oruç tutmalarına uygun olup başka bir hastalıkları da yoksa, rahat nefes almalarını sağlamak amacıyla ağza püskürtülen oksijenli ilaç orucu bozmaz.
5-Dil altı
Bazı kalp rahatsızlıklarında dil altına konulan ilaç, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu ilaç ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dil altı kullanmak orucu bozmaz.
6- Endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek
Midedeki hastalığı tespit amacıyla mideyi görüntülemek veya mideden parça almak için yaptırılan endoskopide, ağız yoluyla mideye tıbbî bir cihaz sarkıtılmakta ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonlardaki hastalığı teşhis etmek amacıyla, bağırsak içini görüntülemek veya parça almak için yapılan kolonoskopide, makattan bağırsaklara cihaz gönderilmekte ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonoskopide, hemen daima, endoskopide de genellikle, incelenecek alanın temizliğini sağlamak amacıyla cihaz içinden su verilmektedir.
Endoskopi veya kolonoskopi yaptırmak; makat veya ferçten ultrason çektirmek; yeme, içme anlamına gelmemekle birlikte, çoğunlukla cihaz içinden su verildiği için oruç bozulur. Ancak söz konusu işlemlerde cihazların kullanımı sırasında sindirim sistemine su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan bir madde girmemesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozmaz.
7-Anestezi
Acı ileten sinir yolları üzerinde iletimin değişik seviyelerde engellenmesi anestezi oluşturmaktadır. Lokal, bölgesel ve genel anestezi olmak üzere, üç türlü anestezi vardır. Küçük ameliyatlarda ameliyat bölgesinin yakın çevresine iletimi engelleyen ilaçların verilmesi ile oluşan anesteziye lokal anestezi denir. Vücudun daha geniş bölgeleri, örneğin belden aşağısı veya bir yarısı iletimin omurilik düzeyinde engellenmesi için omuriliğe veya omuriliğe varmadan geniş bir sinir grubunun oluşturduğu bağlantı yerleri üzerine ilaç verilerek oluşturulan anesteziye bölgesel anestezi denir. Hastanın uyutulup ağrının duyulması beyin düzeyinde engellenirse bu tür anesteziye genel anestezi denir.
Anestezi, nefes yolu veya iğne ile vücuda ilaç verilerek oluşturulmaktadır. Nefes yolu veya iğne ile yapılan anestezi, mideye ulaşmadığı gibi, yeme-içme anlamı da taşımamaktadır. Ancak bölgesel ve genel anestezide, acil durumlarda ilaç ve sıvı vermek amacıyla damar yolu açılarak, bu açıklık işlem süresince serum vermek suretiyle sağlanmaktadır. Bu itibarla, lokal anestezi, orucun sıhhatine engel değildir. Bölgesel ve genel anestezide serum verildiği için oruç bozulur.
8- Fitil kullanmak, lavman yaptırmak 
Ağrı kesici, ateş düşürücü olarak veya diğer bazı amaçlarla makattan; mantar ve bazı kadın hastalıklarının tedavisinde ferçten fitil kullanılmaktadır.
Lavman, tıbbî operasyon öncesi veya kabızlıkta kalın bağırsak da bulunan dışkının, anüsten içeriye, sıvı verilerek dışarı çıkarılmasıdır.
Sindirim sistemi, ağızla başlayıp anüsle sona eren, sindirim borusu ile sindirim bezlerinden oluşur. Sindirim borusu ise, ağızla başlar. Ağzın gerisinde yutak bulunur. Sonra yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve anüs gelir. Sindirim ince bağırsaklarda tamamlanmaktadır. Kalın bağırsaklarda ise, sadece su, glikoz ve bazı tuzlar emilmektedir. Kadının ferci ile sindirim sistemleri arasında ise bir bağlantı bulunmamaktadır.
Bu itibarla kadınların fercinden kullanılan fitiller, orucu bozmaz. Makattan kullanılan fitiller ise, her ne kadar sindirim sistemine dahil olmakta ise de, sindirim ince bağırsaklarda tamamlandığı, fitillerde gıda verme özelliği bulunmadığı ve makattan fitil almak yemek ve içmek anlamına gelmediği için, orucu bozmaz.
Lavman yaptırmak konusunda ise, iki durum söz konusudur; kalın bağırsaklarda su, glikoz ve bazı tuzlar emildiği için, gıda içeren sıvının bağırsaklara verilmesi veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde verilen suyun bağırsakta kalması durumunda oruç bozulur. Ancak, suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi durumunda, verilen su ile birlikte bağırsaklarda bulunan dışkının dışarıya çıkarıldığı ve bu esnada emilen su da, çok az olduğu için oruç bozulmaz.
9- Diyaliz
Böbrek yetmezliği hastalarına uygulanan diyaliz, periton diyalizi, hemodiyaliz olmak üzere iki çeşittir.
Periton diyalizi, karın boşluğuna verilen özel bir solüsyon aracılığı ile, hastanın kendi karın zarı kullanılarak kanın zararlı maddelerden arındırılması ve sıvı dengesinin sağlanması işlemidir.
Hemodiyaliz ise, kanın vücut dışında bir makina yardımı ile temizlenip vücuda geri verilmesi işlemidir. Kan, bir iğne aracılığı ile hastanın kolundan alınır. Hemodiyaliz makinası, diyalizör denen bir filtreden kanı sürekli geçirerek zararlı maddeleri ve fazla suyu filtre eder. Filtre edilen temiz kan ikinci bir iğne ile hastanın damarına geri verilir. Bu işlem yapılırken bazen, gıda içerikli sıvı verilmesi gerekmektedir.
Buna göre hastaya herhangi bir sıvı maddesi verilmeden gerçekleştirilen hemodiyalizde oruç bozulmaz. Diğer diyaliz çeşitlerinde ise, vücuda gıda içerikli sıvı verildiği için oruç bozulur.
10-Anjiyo yaptırmak
Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhise yönelik (anjiyografi) ve tedaviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine damarların görünür hale gelmesini sağlayan ve kontrast madde olarak tanımlanan ilaç verilerek, anjiyogram adı verilen filmler elde edilir. Anjiyografi sayesinde organları besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Tedaviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise, dar veya tam tıkalı damarların balon ya da stent denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır.
Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse anjiyoplasti operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz.
11- Biyopsi yaptırmak
Tahlil amacıyla vücudun herhangi bir organından parça alınması (biyopsi), orucu bozmaz.
12- Merhem ve ilaçlı bant
Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz.
13-Oruçlu iken zamanımızdaki sakızları çiğnemek orucu bozar.
14-Dişlerin kendiliğinden kanaması halinde, kan tadı duyacak kadar olur ve bilerek yutulursa oruç bozulmuş olur, fakat farkına varılmadan yutulursa oruç bozulmaz.
15-Esans kullanmak, koklamak oruca zarar vermez.
16-Abdestten sonra ağızda kalan ıslaklık tükürdükten sonra yutkunulursa oruca zarar vermez.
17-İdrar kanalının görüntülenmesi, kanala ilaç akıtılması.İdrar kanallarına giren cihazlar veya akıtılan ilaçlar orucu bozmaz.
Sonuç olarak; 
a) -Dinimiz, hasta olan ve tedavi sürecinde bulunan kişilerin oruç tutmamalarına ruhsat vermektedir. Bu nedenle, tedavisi devam eden kişiler, sağlıklarına kavuşup, tedavileri tamamlanıncaya kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar ve oruç tutmalarına başka bir engelleri de bulunmuyorsa, muayene ve tedavilerini iftardan sonra yaptırmalarının önerilmesinin uygun olduğuna,
b) -Astım hastalarının kullandığı spreyin; göz, kulak ve burun damlasının; kulak zarında delik bulunmayanların kulak yıkatmasının; dil altı kullanmanın; idrar kanalını görüntülemenin, idrar kanalına ilaç akıtmanın; su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan başka bir maddenin vücuda girmemesi kaydıyla endoskopi, kolonoskopi yaptırmanın; makat veya ferçten ultrason çektirmenin; lokal anestezi uygulamanın; makattan ve ferçten fitil kullanmanın; suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi kaydıyla lavman yaptırmanın; hastaya herhangi bir sıvı maddesi verilmeden hemodiyaliz yaptırmanın; gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyon yaptırmanın; anjiyo, biyopsi yaptırmanın, kan vermenin, merhem sürmenin, vücuda ilaçlı bant yapıştırmanın orucu bozmayacağına,
c)- Gıda ve keyif verici enjeksiyon yaptırmanın; gıda içerikli sıvıların bağırsaklara verilmesinin veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde lavman yaptırmanın; su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan başka bir maddenin vücuda girmesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmanın; bölgesel ve genel anestezinin; kulak zarı delik olup, orucu bozacak kadar su mideye ulaşacak şekilde kulak yıkatmanın, periton diyaliz ve damara serum verilerek yapılan hemodiyalizin orucu bozacağına,