Hayat içerisinde acı'nın çekici kıldığı olaylarda, aktörleri açısından olayın meydana geliş biçimini izah ve ifade eden en belirgin kavram 'Hüsran' olsa gerekir.Hüsran'ı en anlaşılabilir ifade ile 'Bir gayeye ulaşma yönünde hareket eden bireyin girdiği mücadele sürecinde ummadığı anda ummadığı bir sonuçla karşılaşma'' (1)biçiminde tanımlayabiliriz.
İnsanlığın medeniyet tarihini oluşturan denemeler, insanlığı hüsrana giden yoldan korumaya yöneliktir.Ne hazindir ki, bütün sistemler zaman içerisinde iddialarını kaybetmiş, çıkış yerlerinden uzaklaşarak çürümüş, hizmet ettikleri kesimleri ve kendi gerçekliklerini farklı biçimlerde olsa da, tek kelimeyle hüsrana gidecek sonuçtan kurtaramamışlardır.İçinde yaşadığımız dönemin hüsran hediye ettiği büyük medeniyetlerin sonuncusu da bizler olmalıyız.Kopuşun belirgin olarak 17. yy'a dayandırılmasına rağmen çöküş nedenini izah edecek zaafların çok daha ötelerde öncelerde aranması gerektiği kaçınılmazdır.Gel gör ki; üç yüz yıldır bir durum değerlendirmesi yapamamanın sonuçlarını yaşıyoruz.Yaşadığımız, kendimize belli belirsiz güven gelen şu dönemlerde dahi çenemizi iki elimizin arasına koyup, ''Biz nerde düştük?Çare olarak ne yaptık?Tercihlerimiz beklentilerimize ne kadar cevap verdi?Mevcut gidişimiz problemlerimizi çözecek niteliğe sahip mi?Nerelerde değişiklik yapmalıyız?'' gibi soruları soracak bir değerlendirme sürecine giremedik.Bundan daha kötüsü, girdiğimiz kulvarda asli gayemizi unutup tali sorunları temel problemler haline getirdik.Yönetim biçimi olarak demokrasi ve çok partili sisteme geçiş nedeni, ülkenin problemlerini çözmede ve ileriye dönük hamleler yapmada birden fazla düşünceden istifade etmek, ortaya konan fikirlerde düzeltici, olgunlaştırıcı eleştirilerden yararlanarak en isabetli çözüm yolunu bulma esasına dayanır.Partileşme (ayrışma)düşüncelerde parti olarak ayrışılsa da, ortak menfaatlerin sözkonusu olduğu çözümleri bulmak da birleşmek gibi temel bir amaca hizmet eder.Bu sistemi kendi problemlerini esas alarak geliştiren batı fevkalade başarılı bir şekilde uygulamaktadır.Batının uyguladığı bu yönetim biçimini gözümüze ilk çarpan kah siyasetçilerle, kah kültürel yaşam biçimi ile anlamaya çalışmak gibi onmak bilmez bir zaafımız mevcut.Demokratik sistemlerde siyasetçiler sadece olgunlaşmış fikirleri icra aşamasına sokan misyon ve sorumluluk sahipleridir.Elde edilen bütün başarı veya hayalkırıklıklarını ilk göze çarpan misyon sahipleri ile izah edilebileceği hiç bir ülke yoktur.Eğer bir ülkede gözönünde bulunan icracı kesimi besleyen nitelikli bir düşünür kadrosu, ilmi donanıma sahip akıldaneler yoksa o ülkede gidilecek bir mesafe de yoktur.Bundan daha kötüsü ise arzu edilen başarıyı yakalayacak farklı oluşumları çare olarak görmektir.Oysa asıl çare; hangi kadro, hangi parti olursa olsun bütün hareketlerin kökü, elde edilecek vicdanlı, ahlaklı düşünürlerin akıldanelerinin itibar edildiği zemine dayanması gerçeğidir.İçinde bulunduğumuz itişip kakışmada bunu göremediğimiz gibi arayışımızı duygusal travmalar zemininde, akıldan uzak , iç çelişkilerle dolu, temel gayeden kopuk bir sürece hapsetmekteyiz.
Hiç bir problem görünen kısmından ibaret değildir.Problemi çözmenin gerek ve yeter şartı, sorunun temeline inmekte samimi davranmaya dayanır.Bir şeyi başarmak istiyorsak ilk olarak kendimizi olabilecek en isabetli biçimde tanımamız ve tanımlamamız gerekir.Zira başarıya yönelik üreteceğimiz bütün çözüm biçimleri imkan ve yeteneklerimize uygun olmak zorundadır.Başkalarını izleyerek, teknoloji üretebilir, sosyal sorunlarımızı çözecek modeller ithal edebilir, belirli seviyelerde refah toplumu eşiğini yakalayabiliriz.Fakat bunların hiç biri bize evrensel yaşama modeline yönelik bir medeniyet modelini bahşedemez.Bu minvalde elde edeceğimiz başarıların konumu, ökse otunun armut ağacında duruşundan öte gitmeyecektir.Saygın düşünürlerimizden Ş.Teoman Durali Kant'ın 'Aklın Anatomisi' adlı kitabını yayınlarken kitabın başlangıcında yazarın döneminde hepsi saygın fakat fazlaca bilinmeyen sekizyüzü aşkın düşünürün listesini verir.Zira Kant'lar, bir toplumda düşünceye ve bilime rağbet eden binlerce insan olmadan ortaya çıkmaz.Çıksa bile o ülkede, o toplumda , o dahiler nefes alacak alanlar bulamaz.
Problemlerimizi çözmenin sahici yolu, kendimizi ne isek doğru tanıma ve bu tanımlama doğrultusunda çözüm modelleri oluşturmaktan geçer.Feryat, figan içinde tartıştığımız eğitim sorunumuzun da, siyaset anlayışımızın da, sağlık sorunumuzun da, tatmin edici adalet üretemeyişimizin de özünde kendimizi doğru tanımlayamamız vardır.Çözüm arayışlarında, kastedilen bu perspektifi yakalayamadığımız müddetçe bütün denemelerimiz bizi hüsrana uğratacak, başarılarımız sönük ve güdük kalacaktır. 

(1)Değerli Hocam Feyzullah Eroğlu'nun bir dersinde yaptığı tanımlama.