Allah-u Teâlâ her insana ayrı bir iktidar vermiştir. Bu iktidar; akıl, fikir, idrak, izan, zaman, sağlık, ne varsa maddi ve manevi bunların hepsi kişinin mesuliyet nisabını teşkil eder. Yani, bir insanın üzerinde tahakkuk etmiş olduğu bu nimetlerin hepsi ne kadar başarıyı gerektiriyorsa o kadar başarıdan Müslüman mesuldür. Allah-u Teâlâ buyuruyor ki; Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus'ahâ Allah hiç kimseye gücünden başka yük yüklemez.(1) Bunu buyuran Allah (c.c)’ü bizleri Müslüman olarak iman esaslarıyla mükellef tutuyor. İnanırsan mükâfat, inanamazsan ceza vereceğim diyor. Bu işin içinde pek çok emirler ve yasaklar var. Sen Müslüman olarak kudretin dâhilinde olmasa bunlar senin üzerinde teklif olarak cereyan etmez. Lakin bu amelleri gerçekleştirmekte herkesin takati bir değildir. Mesela: Abdestin farzı dörttür. Bir Müslüman’ın kolu kesikse abdestin farzı üç’e düşer. Bu mantık cari olmak şartı ile yarısına kadar su bulunan bardağa ‘’bu bardağın yarısı dolu veyahut yarısı boş’’ aynı şey demektir. Allah hiç kimseye gücünden başka yük yüklemez demek Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği kadar yük yükler demektir. İnsanların çoğu bu noktada gaflet ediyor. Allah hiç kimseye gücünden başka yük yüklemez diyerek teselli buluyor. O kadar gücüm yoktu. O kadar anlayışım yoktu. O kadar ilmim yoktu gibi bazı bahanelerle kendini kurtaracağını zannediyor. Halbuki Cenab-ı Hak dünyaya tealluk eden işte gösterdiği ilimle, dirayetle, ferasetle, cesaretle onu mizan eder. Seni Allah yolunda çalışmaya sıra geldiğinde yok zannettiğin meziyetler bak sende varmış işte bu fiilin bunu ispat eder. İşte şu hareketin bunu ispat eder. Madem bu sermaye sen de vardı da bunu neden Allah yolunda kullanmadın? Aslında bu meziyetler Allah yolunda kullanmalı değilmiydin?
Bunu size bir fıkra ile arz edeyim.
Haccâc-ı Zâlim, Emevilerin Bağdat valisiydi. Tarihte zulmüyle şöhret sahibi olmuş bulunan bu adam dehâ derecesinde zeki bir kimseydi. Hatta devrinde Müslümanlaşmış gayr-i arap unsurların Kur’ân-ı Kerim okumaktaki güçlüklerini görerek onun metnini harekelendiren zattır.
Zulmü ayyuka çıkan bu adamı, birileri gelip nasihat etsin diye anasına şikâyet etmişler. O da Haccâc-ı Zalim’i çağırarak: Oğlum! Neden böyle herkese zulmediyor, önüne geleni asıp kesiyorsun? Bu işten vazgeç. Islâh-ı nefis et. Hem tarihe kötü bir nam salacaksın, hem de Allah’ın huzurunda akıttığın mazlum kanlarından dolayı büyük bir mesuliyet altına giriyorsun! dedi.
Haccâc-ı Zalim birilerinin gelip kendisini anasına gammazladığını anladı ve: Ana, sen bunu nereden biliyorsun, birileri sana gelip beni şikâyet mi ettiler?
Kadıncağız şikâyet edenleri söylese, onların da zulüm göreceğini düşünerek: Hayır, asla!” diye cevap verdi. Ben sağdan-soldan duyuyorum.
Haccâc-ı Zalim o sırada pencereden dışarıya baktı. Sarayın önünden geçmekte olan birini gördü. Elini çırpıp hizmetkârını çağırdı ve yoldan geçen adamı göstererek: Şu adamı al, buraya gel emrini verdi. Biraz sonra esnaf kılıklı birisi karşısında el pençe divan duruyor ve korkusundan tir tir titriyordu. Haccac elini onun omzuna attı: Korkma dürüst biriysen benden sana zarar gelmez. Senle biraz konuşacağım. Konuşmamızı da şu anneme dinleteceğim dedi.
Adam: Peki dedi ve biraz sakinleşti. Haccâc sordu. Sen hangi millettensin? Adam kemâlî bir iftiharla: Elhamdülillah Müslüman’ım! dedi. Bundan sonra aralarındaki konuşma şu minval üzere devam etti. Ne iş yaparsın? Zeytinciyim, pazarda zeytin alıp satarım.
Güzel, bana Dünya ile ahreti mukayese edebilir misin? Hayır, asla! Ben cahil biriyim. Beni okutmadılar. Böyle bir mukayese âlimlerin işidir. Ben bunu yapamam.
Canım, Müslüman’ım! dedin. Demek ki ahirete imanın var. Dünyanınsa içinde yaşıyorsun. Her Müslüman’ın iman ettiği âhiret hakkında az-çok bir fikri olur. Buna göre böyle bir mukayese yapabilmelisin. Namaz kılmıyor, oruç tutmuyor musun? Amentü’ye imanın yok mu?
Adam cevap verdi: Elhamdülillah amentüye de imanım var, namaz da kılarım, oruç da tutarım. Ama böyle bir mukayeseyi yapmak din âliminin işidir. Ben bunu yapamam!
Haccâc ısrar etti. Adam özür dilemeye devam etti ve baktı ki, eğri-doğru bir cevap vermeden kurtuluş yok: Ahiret sonsuz, hayal edilemeyecek kadar uçsuz bucaksız bir âlem… Dünya ise onun yanında bir sineğin konup kalkması kadar basit. Yani basit bir an meselesi…
Haccac-ı Zalim: O mükemmel bir tarif. Demek iman ettiğimiz ahiret sonsuz bir âlem, Dünya hayatı bir sineğin konup kalkması kadar basit. Yani basit bir an meselesi. Bu demek değil midir ki, ahiret âleminin saadeti de, felaketi de sonsuz. Dünya âleminin saadeti de, felaketi de kısadır. Bir an gibidir. Öyle mi? Evet, öyledir efendim!
Sen pazarda zeytincilik yapıyordun değil mi? dedi ve zeytinle ilgili her şeyi sordu. Fiyatından, Dünya’nın nerelerinde yetiştiğine; ne zaman çiçek açıp meyvesinin ne zaman olgunlaştığına, hangi cinslerinden yağ çıkarıldığına, bu yağın o cinsin ne kadarından ne kadar elde edileceğine kadar… Sorduğu her suale muhatabının yanlışsız ve tereddütsüz bir şekilde bülbül gibi cevap vermesi üzerine: Ooo, bravo mesleğinin ehliymişsin ve bak zeytinle ilgili her şeyi ne güzel bildin dedi ve ona dini sualler sormaya başladı:
Namazın bir vacibini söyle? Cevap yok.
Abdestin bir sünnetini söyle? Cevap yok.
Adam bu minval üzere sorulan her suale: Efendim, arz etmiştim. Ben cahilim, beni okutmadılar, sağdan-soldan görüp öğrendiğim kadar dinimin emirlerini yerine getirmeye çalışıyorum dedi.
Sualler böyle uzayıp hepsi de karşılıksız kalınca Haccâc-ı Zâlim bağırdı: Be adam, seni zeytinciliğin mektebinde mi okuttular. Zeytinle ilgili her suale cevap verdin. Hâlbuki saadeti de, felaketi de sonsuz olan ahiret âleminde selamete ermek için o namazı, orucu… vs îfâ ediyorsun. Zeytinciliği ise, ahiret yanında bir an mesabesinde olan dünya hayatının rahatına ulaşmak için ifa etmektesin. Eğer biraz evvel söylediğin gibi ahiret sonsuz; felaketi de, saadeti de nihayetsiz olduğuna, onun yanında dünya hayatının bir an gibi kısa olduğuna hakkıyla inanmış bulunsaydın, şu namazı-orucu, bu zeytinin öğrendiğinden yüz kat daha fazla öğrenmez miydin?
Adam cevap veremeyip başını eğdi.
Haccâc ellerini çırpıp Cellât! diye bağırdı. Gelen cellâda: Al bu sahtekârın başını vur! diye emir verdi. Sonra anasına döndü. Anacağım, ben böyle sahtekârların başını vuruyorum, bir itirazın var mı?” deyince annesi bir karşılık veremeden sükût etti.
Bakın değerli gönül dostlarım!
Allah-u Teâlâ’nın huzurunda hepimizin kul olarak imtihanı, Haccacı Zalim’in karşısındaki bu dünyevî emellerine ihtiraslı zeytincinin durumu gibi aynı mantık dâhilinde olacaktır. Sahip olduğumuz akıl, fikir, idrak, izan, zaman, sağlık, ne varsa maddi ve manevi, bunların hepsinden gerektirdiği kadar, istikamet üzere kullanmaktan geçer.
Selam hidayete tabi olanlara olsun.... 
1-Bakar Süresi 2/286