Azlında ilk konuşacağım konuyu edebiyat olarak belirlemiştim. Çünkü ben bir hikâye anlatıcısıyım normalde. Öyküler ve şiirler yazıyorum. Fakat hitap edeceğim insanların iş adamları olacağını düşününce bu fikrimden hızlıca vazgeçtim. Çünkü çoğunuzun ilgi alanı olmadığı bir konu hakkında konuşup sizi bu rahatsız sandalyelerde uyuklamak zorunda bırakmak istemem. Bu yüzden konumu 'çalışmak' olarak belirledim. Bir hikâye anlatıcısı olarak bu konuya daha önce iş adamlarının bakmadığı perspektiften bakmaya çalıştım.

Eğitim sistemi iş adamı yetiştiriyor mu?
Türk eğitim sisteminin iş adamı yetiştirip yetiştirmediğinin sorgulanması gerektiğini kaydeden Sevim konuşmasına şöyle devam etti; "Konuya iki örnekle başlamak istiyorum. Geçen sene iki ayrı olay yaşadım. Biri Atatürk devlet hastanesinde sıra beklerken oldu. Yirmi üç yaşlarında bir kız. İşe gitmesi gerektiğinden kısa süreli izin aldığından bahsediyordu. İnsanlar sesini duysun diye biraz da yüksek sesle konuşuyordu kızcağız. Tekstilde çalıştığını ama aslında iki senelik bir üniversiteden mezun olduğunu anlatıyor. Tahmin edeceğiniz gibi üniversite mezunu insanlara şans tanımayan sisteme isyan. Ve sesini yükselterek okuduğu bu teşvik ediyordu. Bu bir kenarda dursun. 

Diğer anım bir iş adamıyla ilgili. İstanbul’da yaşadığım bir olaydı bir imza günü için İstanbul’daydım. Şu anda Türkiye’nin farklı illerinde yirmi beş giyim mağazasının ortağı kendisi. Benim yazar olduğumu öğrenince iş okuldan ve okumaktan açıldı tabii. Bana kendisinin liseyi bitiremediğini anlattı. Ve dedi ki keşke bitirseydim hatalıydım. Ben de neden böyle düşündüğünü sordum. Bu soruyla daha önce karşılaşmadığı belliydi şaşırdı. Çünkü herkes ona keşke okusaydın en azından liseyi bitirseydin demiş. Biraz durakladı ve bilmiyorum liseyi bitirseydim belki daha başarılı olurdum dedi. Ben de ona henüz otuz yedi yaşındasın ve yirmi beş mağazanın ortağısın sence lise diploması seni nasıl daha başarılı kılabilirdi ki dedim. Belki de liseyi bitirmek için vakit harcasaydı ticarete geç girerdi ve yirmi tane mağazanın ortağı olurdu.  Beyefendi duruma hiç bu yönden bakmamıştı. Üzülmeye değmezmiş, bunca yıl boşuna mı dert etmişiz bunu dedi. 

Sistemin sizi hayata hazırlaması lazım
Buradan gelmek istediğim bir yer var. Soyut konularda yani soyut zekaya sahipsek evet eğitim sistemi bize çeşitli olanaklar sunuyor ama ticari bir zekaya sahipseniz aynı eğitim sistemi sizden zaman çalıyor. Okulda hayatta işinize yaramayacak pek çok bilgiyi öğreniyorsunuz. Mesela ben de küf lekesi nasıl çıkarılır ve mercimek çorbası nasıl yapılır okulda öğrenmek isterdim. Ama onun yerine hayatımda hiçbir zaman işeme yaramayacak Türkiye’nin enlem ve boylamlarını öğrendim. 26 45 doğu meridyenleri 36 42 kuzey paralelleri. Bir havuza aynı anda iki musluk akarsa… tamam devam etmiyorum. Peki bu neden böyle ? Maalesef Türkiye’deki eğitim sistemi başka pek çok ülkedeki gibi sadece akademisyenler hazırlıyor. Akademisyen dediğiniz kişilerse hayatın pratik yönünden ziyade soyut yönüne önem veren insanlardır. Bir doğum günü partisini berbat etmek isterseniz oraya birkaç akademisyen gönderebilirsiniz. Okumak ve okumaktan hoşlanan insanlardır. Onlar için değerli olan şey kütüphanede vakit geçirmek ve araştırma yapmaktır. Bunun için onları kınamıyorum. Ben de onlardan biriyim. Kendi nişanımda herkes pasta kesip eğlenirken ben kendim gibi bir kızla Türklerin göç sosyolojisi üzerine tartışıyordum. Sinop kütüphanesinin bu kadar zaman kapalı olmasının benim gibi akademisyen türü zekaya sahip birini nasıl rahatsız ettiğini tahmin bile edemezsiniz. Onun önünden geçerken o binayla bakışmalarımızı görmeliydiniz. Hüzünlü hüzünlü ama bu başka bir konferansın konusu… 

Ne dedim akademisyenlerin hazırladığı müfredatlar hayatla alakalı konularda genelde koftur. İşin soyut tarafıyla ilgilenirler. Bu yüzden matematiğin önde olduğu fen liseleri, dilin önde olduğu sosyal bilim liseleri gibi liselerin müfredatlarını hazırlamak da başarılıdırlar. Peki ya ticaret liseleri… hiç bir ticaret lisesini ziyaret edeniniz var mı? Ticaret liselerinde geleceğin iş adamlarının yetişmediğini hepimiz biliyoruz. Çünkü bu işi siz iş adamları akademisyenlere bırakıyorsunuz. Ama akademisyenler gerçek ticaretten anlamazlar. Hiçbir iktisadi profesörünün fabrikası yoktur. Hatta küçük işletmesi bile yoktur. Ticaretin ne olduğunu bu işi yapan kişilerin öğretmesi gerekir, MÜSİAD, TÜSİAD gibi kurumların bu liselere bir müfredat sunmaları lazım. Peki bu ne işe yarar aslında sizin hiçbir işinize yaramaz fakat sizden sonra gelecek olan ticari zekaya sahip kuşağın erkenden yol almasını sağlar. Sizin tecrübeyle karanlık bir odada ilerlercesine öğrendiğiniz şeyleri onlar okul sıralarında öğrenir ve ülkemize muhteşem bir dönüşü olur"

Çalışmak ayıp mıdır?
Yine bir hikayeyle başlayacağım. Rahmetli babam seka kağıt fabrikasından emekliydi. Emekli olduktan sonra bizi okutmak için –ki tıp fak da okuyordu ve masraflı bir okuldu- seyyar satıcılık yapmaya başladı. Biz okulu bitirdikten sonra da bu işi yapmaya devam etti. Bu yüzden biz akrabalarımızdan komşularımızdan bizi eleştiren yorumlar almaya başladık ve babamıza çalışmaması için ricada bulunduk. Fakat babam her seferinde bizi “tamam bırakacağım zaten, aldığım malları bitireyim vs” cümleleriyle  idare etti. Babam ona doktor yasaklayana kadar yani altmış dokuz yaşına kadar işportacılığa devam etti. Yetmiş yaşında da ahrete göçtü. Son bir sene çalışmamanın onu ne hale getirdiğini gördüm. Huysuz, öfkeli ve çok kırılgan biri oldu. O zaman şöyle dedim: 'Neyse ki bizi dinleyip çok daha önce işi bırakmamış çalışmak onun ruh sağlığını korumuş'. 

Temizlikçi kadının cevabı
Fakat toplum bize sürekli bunun aksini söyler. Çalışmanın ayıp olduğunu bize fısıldar. Özellikle belli sektörlerde çalışmanın. Yıllar evvel biz  İstanbul’da yaşarken bana temizliğe Türk olmayan bir kadın geliyordu. Kadın benden aldığı parayla gidip saçlarına balyaj yaptırıyor verdiğim parayı maniküre ve pediküre harcıyordu. Çalıştığı için mutluydu ve  kazandığı parayı zevkle harcıyordu. Hiçbir Türk kuaför parası için yahut dışarıda güzel bir yemek için ev temizliğine gelmez tahmin edeceğiniz gibi.  aslında bu bana çok garip geldi ve bir şekilde onu kırmamaya çalışarak  bunu söylediğimde beni şöyle yanıtladı: fakat kendisi demek istediğimi ayan beyan anladı. Ve beni şöyle yanıtladı: Türkler çalışmanın neden ayıp olduğunu düşünüyor anlamıyorum. Birinin evini temizlemek, hastaya bakmak, doktorluk yapmak, masa başında iş görmek hep emektir. İnsan bankada çalıştıktan sonra dışarıda bir akşam yemeği yemek isteyebileceği gibi bir evi temizledikten sonra da bunu isteyebilir. İnsan hasta baktıktan sonra ameliyat yaptıktan sonra da kuaföre gidebilir. Evet öyledir değil mi? Fakat ne yazık ki evime aldığım daha sonraki hiçbir kadından bunları duymadım. Çünkü hepsi Türk’tü. Ve hepsi çok dertli hayattan şikayet eden kadınlardı. 

Sinop'ta ev temizliği kaç para?
Sinop’ta ev temizliğine kaça gelindiğini biliyor musunuz? Evet bilen var mı alayım lütfen buyurun. Eşiniz size bunu söylemek istemeyebilir çünkü fiyat hiç de küçümsenecek bir rakam değil. Kadınların günlük aldığı fiyat seksenle 120 TL arası. Çok yoruluyorlar emekleriyle alakalı menfi bir şey söylemiyorum. Fakat aldıkları fiyat da böyle. Ama buna rağmen çok mutsuzlar. Neden? Çünkü yaptıkları işin değersiz kıymetsiz alt tabaka insanlara ait bir iş olduğunu düşünüyorlar. Aynı derece yorulacakları ama toplumun gözünde değerli olan bir iş alanında çalışsalar asla bu kadar mutsuz olmazlar. Mesela aynı temizliği bir şirkette yapsalar ve daha düşük ücret alsalar bile psikolojileri daha iyi olur.  Pek çok kişi böyle bir işi yapacağına yani ev temizliğine gideceğine hasta bakacağına garsonluk yapacağına işsiz kalmayı ve devletten yardım almayı tercih ediyor.  Hele Sinop’ta… Benim babamın eleştirilmesi de seyyar satıcılık yaptığı içindi.  Bu meslek toplumun gözünde “değersizdi” biz bu kadar eleştiriyi bunun için almıştık. Babamızı çok kötü bir meslekte çalışmaya mahkum ediyorduk. babam 69 yaşına kadar bir muhasebecinin yanında çalışsaydı kimse bundan rahatsızlık duyamayacaktı. Belki aynı derece yorulacaktı ve belki de seyyar satıcılıkla kazandığından daha az kazanacaktı. Çünkü laf aramızda babam bu işten hiç de fena kazanmıyordu. Seyyar satıcılıkla da olsa ticari bir zekası vardı.  

Peki ya çözüm 
Çoğunuz insanlarla çalışıyorsunuz. Emrinizde insanlar var ve bunların çoğu da kendilerini muhtemelen değersiz hissediyorlar. Temizlik işçisi, konfeksiyon işçisi, tezgahtarlar markette kasada duranlar hep kıymetsiz bir işle uğraştıklarına inanıyorlar. Bu tür meslek kollarında çalışmanın ayıp sayıldığı kusurlu görüldüğü bir toplumdayız maalesef. Bu da o kişilerin yaptıkları işin kalitesini ister istemez etkiliyor. Yapılan araştırmalar göstermiş ki yapılan işin sadece yüzde 25 IQ ile ilgili geri kalan yüzde 75’lik kısmı iyimserlik seviyemiz sosyal desteğimiz stresi tehdit yerine bir mücadele alanı olarak görebilme yeteneğimiz yatıyor.

Halbuki biraz önce bahsettiğim iş kolları hep stres altında, değersizlik insanda stres oluşturur. Bunu ortadan kaldırmalıyız. Nasıl?  pek çok iş adamının görmeyi kaçırdığı bir şeyi biz hikaye anlatıcıları görüyoruz. İstanbul’da yaşarken  sabahın erken saatlerinde otobüslere doluşmuş ayakta tıklım tıklım hareket eden o araçlarda muhteşem bir güzellik vardır. Çoğu kişinin fark etmediği bir güzellik. Helal para kazanmak için yola düşen insanın şiiridir bu. O. İnsanın onların bu güzelliği karşısında ceketinin önünü ilikleyesi gelir. Çocuğuna ihtiyacı olan şeyi almak için sabah beşte yola çıkan adam. Kiraya katkısı olsun diye tüm gün çalışan kadın. Helal para için bunları yapan insanlar. Alın teri. Efendimizin bir hadisi vardır. İş yoğunluğundan koltuğa yığılıp kalan kişi tüm gün ibadet yapmış gibidir diye (sanırım böyleydi). 

Siz ne kadar fark edebiliyorsunuz bilmiyorum ama işçileriniz muhteşem bir şey yapıyorlar. Bunu onlara hatırlatın. Yani ne yapalım kötünün iyisi o yüzden bu fabrikada çalışıyorum diye düşünmesinler. Ben çok değerli bir iş yapıyorum helalîden para kazanıyorum. İşimi doğru yapıyorum. Güzel şekilde bu sebeple de hainlik yapmadığım için sevap kazanıyorum demeliler ama buna önce siz inanmalısınız. Benim seyyar satıcılıktan önce yaptığı şey kağıt fabrikasında çalışmaktı. Yani babam bir işçiydi. akşam eve getirdiği ekmeğin ve ayda bir kere alınan kıymanın tadını hiçbir şeyde bulamıyorum. İşte siz işçilerinizin çocuklarına o ekmeği aldırıyorsunuz. O lezzeti veriyorsunuz. Bu sebeple onlara değer verin, yolda gördüğünüzde selamlaşın ellerini sıkın, çocuklarını sorun, bu şirket sizlerle ayakta deyin. Onlara değer verin ki onlar da değerli olduklarını mühim olduklarını hissetsinler. Bunu pek çok yönetici yapmaz yapmamasında ki en büyük sebep kibir değildir aslında böyle davranırsa işçilerinin onu istismar edeceklerini yüz bulacaklarını laubali olacaklarını düşünür.  Bunda haklı olabilirsiniz. Bu iyi niyetli davranışı çalışanlarınız daha çok çalışsınlar diye yapmıyorsanız muhtemelen istismar edileceksiniz ama bunu, Allah rızası için yapıyorsanız, şirketinizin onlarla birlikte var olduğuna inanıyorsanız sizi asla istismar etmezler. Çünkü din samimiyettir. Ve samimiyet karşılığını muhakkak samimi olarak verir. Bu sizi de onları da mutlu edecektir.

Eğer bir iş yerinde tatminsizlik huzursuzluk varsa bu sadece işçilerden kaynaklanmaz.  Maddi durumlar gibi manevi durumlar da tek vücuttur. Yani siz çok kötü iş çıkardığınız halde dış ülkelere olan ihracatınız artmaz. Değil mi bu maddi bir durumdur. Bir vücut gibi. İşçilerinizin performansı çok kötüyse onlar mutsuzsa siz de de hata vardır. Bir ailede kadın depresyondayken kocası ve çocukları çok mutlu olamazlar. Bunlar birlerini etkileyen şeylerdir. 

Yarın kendi şirketimi kurabilirim!
Konuşmanın sonunda sizlerle birkaç hadis okumak istiyorum. Her şeyden önce ticaretle alakalı bir hadisi Kazancın onda dokuzunun ticarette olduğu ile alakalı bir hadis var malumunuz. Böylece konunun özüne gelmiş durumdayız. Yani insan gemileri yakıp ticarete girmek istiyor. Yine harika bir hadis var. Demek ki çok bereketli. Ben bu hadisi sormuştum hocalarıma dedim ki haksızlık değil mi memur da çalışıyor işçi de çalışıyor ama onda dokuzu neden ticarette diye Neden böyle çünkü bir memur ay sonunda maaşını alır halbuki tüccar işe girdiğinde mesela dükkanı var diyelim garantisi yoktur. O gün siftah yapacak mı? Bir iş olacak mı? Sadece Allah’a güvenir güvenin sırtını Allah’a dayamanın tezahürüymüş. Ve en güzeli en güzeli gerçekten 'Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir' (Tirmizî, Büyû, 4)

Hz. Ebu Bekir efendimizle hz. Ali efendimizle hz Osman efendimizle hz. Ömer efendimizle bir birliktelikten bahsediliyor.  Bunun üzerine söyleyebileceğim bir cümle yok. Yarın kendi şirketimi kuracağımı ilan ediyorum sadece"