Ağzının tadını bilenlerin sofralarına misafir olduğunuzda dikkatinizi bir şey çekecektir. Ağzının tadını bilenler doğal ve olabildiğince organik ürün tüketirler. Konvansiyonel tarımın çıktılarını değil, köylüler tarafından dar alanlarda, sınırlı miktarda, minimum mekanizasyonla, yerli tohumlarla, çiftlik gübresiyle yetiştirilmiş doğal ürünleri tercih ederler. 

Çocukluğumuzda kahvaltılarımızın en sevdiğimiz lezzetleri arasında kızartılmış yerli biberler, yerli domatesler, şimdi cherry denen mırıklar, yerli hıyarlar çokça ve severek tükettiğimiz ürünlerdi. Annem o sabah yiyeceklerimizi kahvaltıdan hemen önce bahçeden toplar ve sofrada bizlere sunardı. İneklerimiz vardı ve hafta sonları yada yaz tatillerinde mallarımızı güderdik yani hayvanlarımızı otlatırdık. Çobanlığa gidenin bir azık torbası olurdu. Bu torba içinde o gün karnımızı doyurmak için nevalemiz olurdu. En küçük kardeşim Çetin yerli ürünler konusunda en duyarlımız ve radikalimizdi.  O zaman bahçe domatesi dediğimiz yerli domatesler azıkta olmasa kesinlikle hayvanları gütmeye gitmezdi. Bu bir tercihti. Yoğun ve nefis aromasıyla yerli ürünlere alışan bir kişi konvansiyonel olarak üretilmiş ürünlerden tat alamıyordu. Ancak pazar tezgahları, marketlerin manav reyonları ve manavlar ağzına kadar konvansiyonel ucuz ürünlerle doludur. Bugün büyükşehirde yaşayan köy kökenli  bir çok insan çocukluğunda yada köyde yaşarken tükettikleri ürünlerin tadını tabiri yerindeyse mumla aramaktadır.

Yıllarca il dışında yaşayıp memlekete döndüğümde bende bahçe domatesinden başka domates tüketmemeye başladım. Ve bu lezzeti herkese tavsiye etmeye başladım. Köylerimizde bir çok insan kendi ihtiyacı için yerli tohumlar kullanarak ürettiği ürünlerle kendi zati ihtiyaçlarını karşılıyor, üretim fazlası bir kısmını ise pazarlara getirerek satışa sunuyorlar. Bu miktarın daha da artması hem insanların sağlıklı beslenmesi hemde üreticilerimizin kazanması, hemde paranın kendi içimizde dönmesi ekonomik anlamda büyük katkı sağlayacak bir unsurdur.

Memlekette kaldığım yıllarda aile üretimlerimiz sayesinde olabildiğincenin üzerinde sürekli doğal ürünler tükettim. Hala memlekette yerli ürünler çıktıkça isterim. Gece yarısı gidip otobüsün önünü bekler, alırım. Çocuklarıma mümkün olduğunca hep Sinop'un yerli lezzetli ve doğal ürünlerini tükettirmeyi düşünürüm. 

Sene 2008'de memleketteyken bizim bahçe domatesini internette araştırırken bir ağa denk geldim. Adı Pembe Domates ağı. Bu ağ kaybolan pembe domates kültürünü yaşatmayı düşünen bir oluşum. Pembe domates dedikleri bizim yerli şekli hafif yamru yumru olan, bol sulu, aşırı lezzetli bahçe domatesimizden başkası değil. Bu ağı takip etmeye başladım. Bu ağda üst gelir grubunda olan bir çok insan biraraya gelmiş konvansiyonel domatese savaş açmışlar ve kendi aralarında üçer beşer pembe domates tohumunu  paylaşıyorlar ve saksılarda yetiştirerek bu geleneksel  tadı bulmaya çalışıyorlar. Sayfalarına onların arayıp bulamadıkları pembe domates tadını bizim  yılın önemli bir bölümünde tükettiğimizi, ilimizin tarıma dayalı sanayiyle buluşmamasından hareketle yani bir salça fabrikası kurulmamasından dolayı köylülerin hibrit tohumlarla üretilen konvansiyonel ürünlere yönelmediğini yerli tohumlarını koruduklarını ve bunları tükettiklerini, ürettiklerinden arta kalan sınırlı sayıda miktarı ise pazarlarda satışa sunduklarını ifade ettim. Benim yazım üzerine kendi aralarında sadece tohum paylaşan bu ağ üyelerinden bir kişi benle irtibat kurdu ve domates istedi. Bahçeye gittim, bir koli topladım ve otobüse verdim. Çekmeköy'de oturan bir İnşaat Mühendisiydi muhatabım. Domatesi aldıktan sonra gönderdiği mailde şunları yazmıştı. 

"İbrahim Bey,

 

Sultanbeyli'den paketimi aldım,geldim.Açtım.Pembelerden en güzelini seçtim.Yıkadım.Bir tabağa koydum.Dilimledim.Yarısını oğluma ikram ettim yarısını da kendime ayırdım.Oğlum bu lezzet karşısında şaşkın ,  anne bu ne kadar lezzetli domates dedi.Hayatında ilk kez bu kadar lezzetli domates yemiş oldu.Ben de çok beğendim..." demişti.

Ve daha sonra aynı kişi 2009 sezonu başlamadan önce "İbrahim Bey merhaba, 

Nasılsınız?PDA yı izliyor musunuz?Bu yıl pembe domatesler Sinop'ta ne zaman yetişmeye başlar?Bol bol pembe domates almak istiyorum.Sizinle bir ağ oluştursak.Siz buraya gönderseniz ben de pazarlasam olabilir mi acaba?" demişti. 

Sinop'ta kadın çiftçilerle bir sözleşme çiftçilik modeli başlatıp yerli domateslerimizi ulusal pazara sunmanın yolundaydık. Çalışmalarımdan rahatsız olan dönemin siyasilerince sürgüne gönderilmem neticesinde birçok projemiz gibi bu projemiz de maalesef kadük kaldı. Belki birileri ilerde yapar bu işleri.

Hibrit tohum üretim yöntemleri kullanılarak  melez azmanı yapılan domatesler lezzetsizler ama çok yüksek verimliler, kaya gibi sert oluyor ve uzun yollara dayanıklılar. Yerli domatesler az verimli, şekilsiz,kıvrık ve yola son derece dayanıksızdır. Ambalajlama teknikleri ve taşıma sistemleri geliştikçe, milli gelir arttıkça taşımada yaşanan problemlerde azalmaktadır. Sakın sizler şekli bozuk diye yerli pembe domatesten uzak durmayın.  Bu doğal lezzete alışırsanız başka domates yiyemezsiniz. 

Doğayla başbaşa kalmak, toprakla uğraşmak insana yaşam enerjisi ve kalitesi verir. Emeklilerin özellikle toprakla uğraşması, satın alma yerine kendi ürünlerini yetiştirmesi, üretim fazlalarını ise ister satmaları isterse komşuları ve gurbetteki çocuklarıyla paylaşması da güzel bir seçenektir. Ticari anlamda yapılabilecekler ise belli. Aslında modern dünya bunu kooperatiflerle çözmüş. Kooperatifler kanalıyla bu ve benzeri bir çok işten üreticiler ciddi gelir elde edebiliyorlar ancak bizim kooperatiflerimiz ormandan ağaç kesmek ve çeltik tarlalarını sulamak dışında bir iş yapmamaktalar. Başarısız hayvancılık projelerini saymaya gerek yok. Belki gönüllü bir oluşum, belki bir girişimci yada girişimci grubu Sinop'u doğal meyve-sebze ambarına dönüştürüp bunu ekonomiye derinden yansıtabilir. Köylerimizde insan kalmadığından dem vuruyoruz yada köylülerin çok tembel olduğundan. İnsanlara tatmin edici kazanç sağladığınız zaman geleceklerini güven altında hissettirdiğiniz zaman dünyanın en çalışkan çiftçilerinin memleketimizde yaşadığını göreceksiniz. Oluk oluk akan göçün bıçak gibi kesileceğini, aksine kısmı ters göçün başladığını göreceksiniz. Yeter ki insanları doğru yönlendirelim, sahip çıkalım.