“Vicdan hayat kurtarır”

 Onkoloji uzmanı Doç.Dr. Yavuz Dizdar’ın geçtiğimiz aylarda çıkan kitabının adı.

Kitapta en çok dikkatimi çeken doktorun hazır süt, yoğurt ve pilicin kanserle olan ilişkisinin analiz edildiği çalışmasının 2013 yılında Ulusal Onkoloji Kongresi tarafından kabul edilmediğini anlattığı bölümler oldu. Bilimsel bir kongrede günümüzde neredeyse herkesin ailesinde görülen “asrın vebası” bir hastalığın sebeplerinin tartışılmasının reddedilmesi bunun yerine daha çok hastalığın oluşumundan sonraki tedavi yöntemleri ve ilaçların tartışılmaya değer bulunması oldukça üzücü ve düşündürücü…

Yavuz Dizdar kitabında “ bir “network” iş ağı oluşturulmuş. “Networkun” bir ucunda ilaç endüstrisi var ister istemez, öbür ucunda gıda endüstrisi var. Gıda endüstrisinden bilgi olarak çıkarılanlar ilaç endüstrisinde de kullanılıyor doğal olarak. İlaç endüstrisi aynı anda hem besicilik için ilaç üretip hem kanser için ilaç üretiyorsa ben bir şeyleri bizden çok daha iyi bildiğini düşünürüm” diyor.

Açıkçası ben “gıda-hastalık-ilaç” ilişkisinin bildiğimizden çok daha farklı bir “işleyişte” olduğunu düşünenlerdenim.

Mevzuya çekirdekten başlamak gerekirse 2006 yılında çıkan “Tohumculuk Kanunu” ile her ne kadar yerli tohumlar da sertifikalandırılabilir olsa da,   özellikle küçük çiftçiler için sürecin zorlukları sebebiyle yerli tohumun satışı yasaklı hale gelmiştir. Gelinen noktada tohum ithalatımız ihracatımızı geçmiş, yerli “ata” tohumumuzun yerini sadece bir sene verim alınabilen hibrit(melez)  tohumlar almış, doğanın dengesi ve türlerin yok edilmesi tehdidi doğmuş ve tohumculuk alanında kamu yerini özel sektöre ve hatta yabancı kaynaklara bırakmıştır.

Ülkemizde GDO içeren gıda üretimine ve ithalatına 2010’dan itibaren yasak getirilmişken, “aslında sınırlama getirilmişken”,  GDO içeren soya ve mısır ürünlerinin hayvan yemlerinde kullanılmasına izin verilmektedir.

Daha büyük ve daha uzun süre dayanabilen meyve ve sebzeler, daha hızlı büyüyen piliçler, daha fazla et ve süt veren hayvanlar... GDO’yu gerekli görenlerin “bunlar hızla artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak içindir” savunması hiç de inandırıcı değil. Çünkü bütün bunlar aslında insan hırsının ve aç gözlülüğünün artık “kendisini” de yok etme seviyesine dayandığı noktadır.

Doğal gıdalarda durum böyleyken hazır yoğurt, süt, peynir de dahil olmak üzere paketlenmiş market ürünlerinin ne kadar sağlıklı olduğu bir tarafa önce ne kadar “gerçek” gıda olup olmadığı aydınlatılmalıdır.

Giderek artan hastalıklara, geçmek bilmeyen öldüren bir garip “griplere”  ve yaygınlaşan kanser vakalarına uygulanan tedavi yöntemlerinin ve ilaç sektörünün denetim mekanizmalarının yeniden ele alınması ve sorgulanması gerekir artık…

Yanlış nerden gelirse gelsin yanlışa “yanlış” diyebilmeli, suya sabuna dokunmalı ve yanlıştan dönmeyi öğrenmeliyiz. “Vicdan” dediğimiz şey tam da budur çünkü…

Bazı doktorlarımız ve bilim insanları bu konuları ele alıp, çözüm için farklı bakış açılarıyla açıklamalar yaparken karşı görüşte olan doktorların farklı görüşleri bilimsel çerçevede tartışmak yerine dogmatik bir tahammülsüzlükle konuşulmasının dahi men edilmesini bekledikleri gayet açıktır. Otoritelerin kabul ettiği ne varsa hiç sorgulamadan dayatmayı tercih edenlerin ama “Dünya Sağlık Örgütü şöyle diyor”, “Amerika’da bu böyle uygulanıyor” gibi çıkışlarını halk gayet iyi okumaktadır.

Hepimiz gelecek nesiller için aynı kaygıları taşıyoruz. Bu yüzden farklı yöntemlerin araştırılmasını ve tartışılmasını sanki modern tıbba karşı çıkmak gibi bir algıya dönüştürmenin hiçbir faydası olmayacaktır.

Hastalık-gıda ilişkisinde olduğu gibi hastalığa sebep olan diğer etkenlerin de  özgürce araştırıldığı ve öncelikli amacın hastalıkların ortadan kaldırılması olan “temiz vicdanlı” platformlara her zamankinden daha fazla ihtiyacı var bu ülkenin…

Yavuz Dizdar kitabında kendisine sorulan “kanserin ilacı bulunacak mı” sorusunu “Bulunmayacak çünkü arayışımız yok. Beri yandan en kazançlı alan bu” şeklinde yanıtlamış.

Gerçek olmamasını eğer gerçekse de artık değişmesini diliyorum.